0

Karmaşık Görünen Yavaş Tempolu Bir Bilim Kurgu

Netflix’in yeni filmi Spaceman uzayın boşluğunda sürüklenen cisimlerle paralel olarak ilerleyen yavaş tempolu anlatımı ve bir adamın yalnızlığının içinde uzayda çürümeye bırakılmışken; geçmişle yüzleşmesi, bir yandan da bir koca olarak ne yanlışlar yaptığını irdelemek için uzaylı bir örümcek ile yakınlaşmasını konu alıyor. Hikayenin düz bir şekilde okuduğunuzda çok saçma geldiğini biliyorum. Ancak en son Chernobyl ile harikalar yaratan yönetmen Johan Renck, uyarlandığı kitabın içeriğinden çok, varoluşçu bakış açısı ve uzayın boşluğunun içindeki sonsuzluğun verdiği gizem atmosferinin peşinden gitmeyi tercih ediyor.

Bir insanın hayatı boyunca hayallerinin peşinden gidip sonuçlarını alabileceği bir dönemde; aslında hayal ettiği tek şeyin eşinin yanında olmak istemesi düşüncesini fark etmesi sonucunda kendisiyle terapi seanslarını andıran yüzleşmesi sabırsız seyirciyi yoracak hantal bir şekilde ilerliyor. Ancak filmin ritmine uyum sağlayıp, insan benliğinin arkasında ait olma iç güdüsüne kendini kaptırdığınızda aslında “aile” ve “sevgi” kavramının ne kadar güçlü olabileceğini fark ediyorsunuz.

Uzay ve Sevgi Kavramı

Son yıllarda bilim kurgu filmleri üzerinden anlatılan aşk ve aile filmlerine fazlaca aşinayız. Interstellar, Ad Astra ve hatta eski klasik filmlerden E.T. bile; keşfedilecek sonsuzluğun içinde sadece bulabileceğiniz şeyin, aslında sahip olduğunuz ve özleminizi duyduğunuz ailenin önemi olduğu konusunun altını fazlaca çiziyorlar.  Bu bağlamda insanlığın geleceğe yönelik bakış açısını muhafazakar bir şekilde eleştiriyorlar. Spaceman de bu yoldan giderek, insanlığın sadece yalnızlığına alışamadığını ve aslında yeni bir şeyler keşfederken öncelikle kendilerini keşfedemediklerini ortaya döküyor.

Uzayda geçen filmlerin pek çoğunda olduğu gibi bu filmde de bir astronotun kendisiyle yüzleşmesini izliyoruz. Yaptıkları, yapamadıkları, pişmanlıkları sonu bilinmez bir karanlığın ve boşluğun içinde sürükleniyor. Tarkovsky’nin Solaris’i olsun ya da Cuaron’un Gravity’si… Hepsinde temel kavram aynı ve her insan kendi benliğinin bu dünyadaki değersizliğinden şüphe duyarken, bir yandan da değerinin ne olabileceğini tahmin etmeye çalışıyor. Bu anlamda Spaceman, bu bencil bakış açısına ufak dokunuşlarda bulunarak; bir kadın ve erkek ilişkisi üzerinden hayatın içindeki önceliklerimizin ne olabileceğini ve aslında ne istediğimizi yansıtıyor. İnsanın iç sesinin tezahürü haline geliyor.

Filmin bir sahnesinde dünyadaki en yalnız insan siz misiniz diye bir soru geliyor. Uzayda tek başına sürüklenen bir insan için en zor soru olsa gerek. Bu bağlamda film metaforik olarak insanın hayatının içinde tek başına kalma kavramına bir türlü alışamadığını ve sosyal ihtiyaçlara ve hatta sevgiyle motivasyon isteğinin önemine vurgu yapılıyor. Biz zaten hayatın içinde yalnız bir yerden bir yere sürüklenen insanlarız ve bu durumdan çıkış yolunu arayarak hayatımızı tükettiğimizi şiirsel olarak sunmayı tercih ediyor.

Dini Metaforların Güçlendirdiği Bir Anlatı

Filmin ana karakterinin Jakub olması ise hiç tesadüf değil. Karakterin Tanrı’ya isyan eden Hz. Yakup’tan esinlenildiği apaçık ortada görünüyor. İnsanın dua ederkenki Tanrı ile yüzleşmesine benzer, karakterimiz Jakub da, uzaylı örümceği bir terapist gibi görerek kendini sorgulamaya başlıyor. Hayatında yaptığı en doğru şeyin ne olduğunu hatırlamaya çalışırken kendi içinde katarsis yaşamasını görebiliyoruz. Mitolojide Athena’nın örümceğe  döndürdüğü Arakne’nin hikayesinden ileri gelen bu örümcek metaforu, tevrat temelli eklemeleriyle insanın günah çıkarma eylemine dönüşüyor.

Daha çok komedi filmlerinde ciddiye almadığımız Adam Sandler’ın bu filmdeki dokunaklı performansı ve her filminde harikalar yaratan Carey Mulligan’ın yalnız olmak için uzayda yaşamanıza gerek yok minvalindeki performansı, gerçekten de filmin seyir zevkini yükselten etkenler olarak dikkat çekiyor. Adam SandlerCarey Mulligan arasındaki bağı fark ediyorsunuz. Film zamanın değişen ruh hali üzerinden sizi çaresizliğe sürüklüyor. Bir yandan aileyi kutsarken, yaşamımızdaki hedeflerimizin bağlamını idrak etmemize çabalıyor. Belki klişe gelecek ama bilmediğimiz bir şeyi anlatmıyor. Ancak bildiklerimizi estetize ederek, ritüeli andıran bir ayinin içinde bulunmamıza olanak sağlıyor.

Sonuç olarak insan hayatının önemi, başaramadığımız ihtimallerin hüznü ve melankoli bulutunun içinde süzülen bir astronotun yalnızlığı hikayesi içinde düşüncelere boğulup, filmin içinde kaybolup gidiyoruz.  Spaceman öylesine duygusal bir atmosfer kuruyor ki, kendi hayatınızı düşünmenizi ve irdelemenizi sağlıyor. İnsan olmak sorusunu sorarken, geçmişin ruhunu ölüm metaforu üzerinden işliyor.  Her duygu bir gün ölecek, her insanın hayatı sonlanacak ama hiçbir şeyi anlamak için çok geç değil diyor.

Haktan Kaan İçel’in, diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Bizi TwitterInstagram, Discord ve Letterboxd aracılığıyla takip etmek için tıklayınız.

Dune: Part Two: Trajedi, Kehanet ve Başyapıt

Mr. & Mrs. Smith: Komik, Seksi ve Romantik

6.7

Mr. & Mrs. Smith: Komik, Seksi ve Romantik

Previous article

Mart’ta Başka Sinema’da!

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply