Örümcek Evrenine Giriş
2018 sonlarında vizyona giren Spider-Man: Into the Spider-verse, diğer animasyonlardan farklı olarak tamamen yeni bir teknoloji, sanat tarzı ve kendine has hikayesiyle sadece Spider-Man hayranlarını değil 7’den 70’e herkesin beğenisini kazanmış, Oscar’da en iyi animasyon filmi ödülüne layık görülmüş ve büyük bir başarı yakalamıştı.
Sony Pictures Animation’ın elinden çıkan Phil Lord, Christopher Miller ve Dave Callaham tarafından yazılan senaryosu zeki, eğlenceli ve potansiyeli filmin her dakikasına yayılarak heyecan dolu olmakla birlikte Spider-Man: Across the Spider-verse, yönetmenleri Joaquim Dos Santos, Kemp Powers, ve Justin K. Thompson’ın ortak çalışmalarıyla olağanüstü bir vizyonun bir araya gelmesine yol açıyor ve ilk filmin üzerine koyarak hikayeyi farklı bir boyuta daha taşıyorlar.
İlk filmin sonlarında evrenindeki biricik Spider-man olarak bıraktığımız Miles Morales; Across the Spider-verse’de artık büyümüş, Örümcek Adam olarak neredeyse 2 yıl geçirmiş ama kırılma noktasını yaşamayıp hala çocuk kalmış karakterimizin büyüme hikayesiyle başbaşa kalıyoruz. Fakat bu film bize sadece Miles Morales’i değil, kendi evreninde de özellikle babası ile büyük sorunları olan Gwen Stacy’nin de gelişimine katkıda bulunarak onu hikayenin merkezine koyuyor ve Gwen ile Miles arasındaki ilişki, filmin büyüme hikayesini destekliyor.
Into the Spider-verse’de yalnızca Miles’ın evreninde geçen hikaye artık farklı bir boyuta taşınarak birçok evrende hikayesini sürdürmeye devam ediyor. Across the Spider-verse’de ziyaret ettiğimiz her evrende farklı bir sanat stiliyle birlikte her birine bir duygu bahşediliyor ve bu da filmin güçlü olmasındaki en büyük etkenlerden biri haline geliyor.
Yayınlandığı günden bu yana büyük sükse yaratmış her bölümde bize farklı sanat tarzlarıyla birbirinden farklı onlarca hikaye anlatmış Love + Death & Robots’un tek bir hikayede ama birçok farklı tarzda sunulmuş haline tanık olduğumuz Spider-Man: Across the Spider-verse her bir karesinde seyircinin görsel ve işitsel büyük bir doyuma ulaşmasını sağlıyor.
Uzun Ama Yarım
Spider-man: Across the Spider-verse’u bir önceki filmden ve diğer animasyonlardan ayıran, potansiyelini bir tık düşüren bir durum var. Film, fazla uzun olmakla birlikte, devamının gelecek olmasıyla maalesef yarım kalıyor. Finali daha karamsar bir yerde bırakabilecek fırsatları varken, devam filmine en az 20 dakikalık güzel bir başlangıç getirebilecek potansiyeli son 5 dakikalarında kullanarak harcıyorlar ve bu karar filmin tam potansiyeline ulaşmasını büyük ölçüde engelliyor.
Sona erdiğinde yaklaşık 5 saatlik bir materyale ulaşacak bu hikayenin kurulumu için Across the Spider-verse iyi bir hikaye kurmak uğruna en az 1 saatini kullanıyor ve bu filmin çok iyi olmasını engelliyor.
Büyük Kararlar Al, Kendi Hikayeni Yaz
Şimdiye kadar sinemada gördüğümüz Peter Parker hikayelerine nazaran Miles Morales’ın karakter gelişimine katkı sağlayacak ve onu zorlayacak kararlar almasına sebep olan bir senaryo ile karşı karşıyayız. Filmde net bir şekilde kötü olmaması, hikayelerin evrenler arasında canon kalması ve Marvel Sinematik Evreni içinde geçen Loki dizisinde gördüğümüz gibi tek bir kutsal zaman çizgisinde kalması gerektiği için bu üçleme, bütün süper-kahraman filmleri arasında kendini çok farklı bir seviye ve nizama bırakıyor.
Spider-Man: Across the Spider-verse’de aramıza katılan yeni karakterler özellikle Oscar Isaac’in canlandırdığı Spider-Man 2099 olarak tanıdığımız Miguel O’Hara ve filmin ana kötüsü olan Spot’ın, filmin geneline yayılan ve gözüktükleri her sahnede kendi içlerinde ve hikayede vitesi arttırmalarının hikayeye büyük katkı sağladıkları net bir biçimde gözlemleniyor.
Yan karakter olarak katılan ve Daniel Kaluuya’nın canlandırdığı Spider-Punk karakteri ise Miles’dan ve önceden tanıdığımız Peter B. Parker ve Gwen Stacy’den fazlaca rol çalıyor. En iyi Spider-Man varyantlarından birini izletiyor. Andy Samberg’in canlandırdığı Ben Reilly varyantı ise kısa gözükmesine rağmen filmde oldukça iyi duruyor. Her varyant, farklı bir evrenden, farklı çizim stilleri ve gittikleri evrenin canlılığına göre şekillenirken oraya adaptasyonu sağlanıyor. Sürprizlerle dolu cameolar ise görüldükleri her anda bizi ya güldürüyor ya da duygulandırıyor. Bu açıdan da film çok başarılı.
Detaylar ve Müzikler
Filmde konuşacağımız oldukça fazla detay var ama bunları böyle spoilersiz bir yazıda konuşmak çok zor. Bunca fazla Spider-man’in ve karakterin olduğu bir filmde ve animasyonda böylesine zor bir işi bir araya getirmek oldukça zor. Neredeyse milyonlar eden karenin çizildiği her bir sahnede onlarca easter-egg ve detay eklemeleri filmde çalışan herkesin elini nasıl büyük ve inanılmaz bir taşın altına soktuğunu ve başarıyla işin üstünden kalktıklarını bizlere gösteriyor.
Film için bestelenmiş müzikler, ziyaret ettiğimiz evrenlere, karakterlerin o sırada maruz kaldığı her duyguya ve duruma karşı bizi de içerisine alıyor ve her biri çok özel olarak tasarlanarak bu konuda da büyük bir başarıya imza atılıyor.
Sözün Özü
Spider-Man: Across the Spider-verse; başta Miles’ın karakter gelişime odaklanarak Gwen ile olan ilişkisini, Spider-Man kimliği sebebiyle 2. bir kişiliğe attığı Miles Morales’ın aile içinde yaşadığı sorunlara ittiği, öğrenci hayatını ve sorumluluklarını arka plana attığı bir hikaye üzerine kurularak karakteri büyük bir sınava sokuyor ve hikaye nihayete erdiğinde kendisine daha hayran olunabilecek bir üçlemenin sunulmasına yol açıyor.
Film neredeyse her detayı parça parça başarmış olsa da devam filminin de getireceği sorumlulukla birlikte bu yeni hikayenin giriş kısmının fazlaca uzun tutulmuş olması sebebiyle sonunda yarım kalıyor ve bizi 1 yıllık daha bekleyişin içine sürüklüyor. Spider-Man: Across the Spider-verse bu sanatsal hazzın ve başarının getirdiği güzellikle birlikte kesinlikle sinemada hatta bir IMAX salonunda izlenmesi gereken oldukça şahane bir film. Tekrar tekrar izlenilesi ve detay avına çıkılası.
Daha da iyi filmlerde, sinemada görüşmek üzere. Sağlıcakla kalın.
Umut Tiryaki’nin bütün yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Yorumlar