0

Son yıllarda bağımsız korku sinemasının yükselişi devam ederken, yeni isimler de duymaya devam ediyoruz. Bu isimlere, geleceğinin parlak olduğunu düşündüğüm Laura Moss da eklendi diyebilirim. Moss, Birth/Rebirth ile festivallerde dikkatleri üstüne çekmeyi başardı. İlk olarak Sundance’de aldığı övgülerden bu yana heyecanla beklediğim filmde, beklentim doğrultusunda ne istiyorsam buldum. Öte yandan, bu filmin yönetmenin ilk uzun metrajı olduğunu düşünürsek, başarının değeri de büyüyor. Ele aldığı temalar ve hikayenin işlenişinde ilham alınan eserler ile beni etkilemeyi başardı.

Psikolojik Açıdan Rahatsız Edici Bir Mad Scientist / Body Horror Filmi

Evlat kaybetmek bu dünyada yaşanabilecek en büyük acıların belki de başında gelir. Celie (Judy Reyes), kızı Lila’yı (A.J. Lister)  bakteriyel menenjit geçirmesi sebebiyle kaybeder ve artık hayatı rayından çıkmaya başlar. Fakat anormal olan şudur, kızı Lila’nın  ölü bedeni Patolog Dr. Rose (Marin Ireland) tarafından kaçılır. Her şeyin çığırından çıktığı yer ise tam olarak burası.

Ölen kızınızı yeniden hayata döndürmenin çaresini bulsanız, kızınızı deney olarak kaçırıp kullanmak isteyen bir psikopata kol açar mısınız? Film, anneyi olabilecek en kötü çaresizliklere sürerken, insanı psikolojik açıdan zorlayabilmesi büyük bir artı. İzleyici gözünde yaşananları kan dondurucu bulmamak imkansız hale geliyor. Evet, bu bir korku filmi fakat korkutucu olanlar bu kez insanlar. Bir anne ve doktorun yarattığı dehşet, Birth/Rebirh’ün temelini oluşturuyor.

Özellikle Lila ve başka bedenler üzerine yapılan çalışmalar, filmdeki body horror kullanımını da başarılı kılıyor.  Anne ve doktorun birbirinden farklı karakterlerde olması ise zıtlıktan gelen bir sürükleyicilik sağlıyor. Şöyle düşünebiliriz, evet anne ve doktor arasında karşılıklı çıkar var fakat bu  çıkar yaşamın özünü değiştirmek üzerine. Yaşamın özü ise varlığımız. Doğumdan itibaren süregelen varlığımız ölümle bitiği bir gerçek. Ya peki bitmiyorsa? Belki de bitmiyor ve dünyaya yeniden kendi bedenimizle geliyoruz. Ama ruhumuz karanlığın içinde çoktan kaybolmuş oluyor. Ama şu da kaçınılmaz bir gerçek: Ölümü sadece ölümle yenebilirsin. Ölüm var olduğu sürece, onu yenmek isterken dahi ölümün bir parçasısın.

Birth/Rebirth Arakat Mag Cronenberg, Lovecraft, Marry Shelley ve Stephen King Etkisi

Atmosfer oluşumu, gerilimin kullanımı ve body horror’u ele alışta sinematik açıdan Cronenberg etkilerini görebilmek mümkün. Filmin asıl ilham kaynağı olan Mary Shelley’nin Frankenstein’ının modernize edilişinde ise Lovecraft’ın Herbert West: Reanimator öyküsünden yararlanıldığını söyleyebilirim.

Diğer yandan  en çok dikkatimi çeken yönlerden biri de yeniden hayata dönüşün ardından çocukta meydana gelen karakter değişimlerinin göstergesiydi. O anlarda King’in Pet Sematary’sinden izlere rastlamak da mümkün. Bu bağlamda böyle etkileyici insanların Birth/Rebirth içerisinde harmanlanıp, iyi bir vizyon, harika oyunculuklar ve yönetmenlikle bütünleşmesi harika sonuçlar doğurmuş.

Birth/Rebirth Arakat Mag Tanrı Olmak ya da Ol(a)mamak

Tanrının varlığı düşünüldüğünde kimileri için gerçek, kimileri içinse gerçek olmadığı ortada. Ama şu var ki, ona inan veya inanma, o olguyu kendinde görmek isteyenlerle karşılaşabilirsiniz. Çünkü güç bu dünyada en çekici olan şeydir. İnsan doğasıyla savaşa girmenin getirebileceği sonuçlar üzerine düşünmek, bir çıkmazın başlangıcıdır. Tanrıyı ​​oynamak, Tanrı olmayı istemek ise hiç başlamaması gereken bir savaştır. Birth/Rebirth, Tanrılaşmasının verdiği içler acısı sonuçları gözler önüne sererken tek bir soruyla sizi baş başa bırakıyor: Ya siz olsaydınız?

Ferit Doğan‘ın bütün yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Şili Üzerinde Gökyüzü: El Conde

Şeytanın Gözlerinden Kaçamazsın: The Nun 2

product-image

Birth/Rebirth

7

İlk olarak Sundance’de aldığı övgülerden bu yana heyecanla beklediğimiz Birth/Rebirth, ele aldığı temalar ve hikayenin işlenişinde ilham alınan eserler ile etkilemeyi başarıyor.

Ferit Doğan
Yüksek Lisans öğrencisi (Radyo, Televizyon ve Sinema). Film eleştirmeni. Senaryo yazarı. Yönetmen.

Geçmişinden Kaçamazsın: The Passenger

Previous article

Bir Markanın Doğuşu: Air

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply