0

The Color Purple, 2020’lerin perspektifiyle kadın özgürleşmesini ele alıyor.  Alice Walker‘ın romanından uyarlama olan ve zamanında Broadway müzikali olarak da seyirciyle buluşan The Color Purple‘ın yönetmen koltuğunda Blitz Bazawule oturuyor. Film siyahi bir kadın olmanın zorlukları üzerine düşündürten fakat tempo bakımından yalpalayan sazlı cazlı bir müzikal.

The Color Purple İnceleme

Kendine Ait Odayı Arayış

Film, tıpkı roman ve 1985 uyarlamasında olduğu gibi Celie’nin çocuk yaşta anne olmasıyla başlıyor. Kardeşi Nettie ile babasından şiddet gören Celie, Mister adlı bir adamla evlenmek zorunda kalır. Nettie de babası tarafından cinsel tacize uğrayınca Celie’lere taşınır. Lakin, Mister’ın cinsel tacizinden kendini korur ve Mister tarafından defedilir. Böylece Celie ve Nettie uzun süre görüşemezler.

Nettie, Mister tarafından ezilip durur. Celie, Mister’ın metresi Shug Avery ile kendini keşfetmeye, Nettie’den beri ilk defa şefkat görmeye başlar.  Akabinde Celie, Shug’ın himayesine girer, Virginia Woolf’un kitabında müjdelediği “kendine ait oda”sını bulur.

The Color Purple İnceleme

Revizyonist Tarih Anlayışı, Güçlü Kadınlar ve Aklanan Erkeklikler

Filmin sorunlu olduğu kısımlardan birisi revizyonist bir tarih anlayışıyla ilerlemesi. Afro-Amerikalıların maruz kaldıkları ırkçılık filmde oldukça kısıtlı. Öyle ki konu baskın kadın karakterlerinden Sofia’ya laf atan beyaz kadın ve dayak yediği beyaz erkeklerle sınırlı kalmakta. Sadece Mister, Celie ile Nettie’nin babaları ya da kolluk kuvvetleri gibi erkeklerin kadınlarla mücadelesini toplumsal cinsiyet ekseninde ele alıp ırk konusunu bertaraf etmesi anlatıyı kısır kılıyor. 

Celie’nin kendi dükkanının olması, Nettie’nin Afrika’da misyonerlerin yanında çalışmasına çalışmaktadır. Lakin Nettie’nin uğradığı ırkçılığın gösterilmiyor. Filmin sonunda kardeşlerin bir araya gelip egzotik, oryantalist bir bakış açısıyla bir ağacın etrafında ezgiler söylüyorlar. Bu sahne başta sevimli gözükse de revizyonist bir tarih yazımını gösteriyor. Afrika’dan dönen Nettie, Celie’nin çocukları yerel kıyafetler giyerek sanki Afrikalı deneyimini yansıtırlarmış gibi gözükseler de oryantalist bakışı gözler önüne seriyor.

Öte yandan film, önceki uyarlamayla birebir olmamak konusunda gayret göstermiş. Bu gayretine rağmen önceki uyarlamadan farklı olarak Mister karakterini aklaması, Celie’ye gösterdiği şiddetin “parlak pantolon”la aklanması filmi sorunlu hale getirmekte. Ayrıca filmde kilit sahnelerden birinden örnek vermek gerekiyor. Spielberg‘ün uyarlamasında, Celie Mister’ı tıraş edecekken usturayla boğazını kesmek ister. Ancak paralel kurguyla Shug’un Celie’ye doğru koştuğunu görürüz. Shug, Celie’yi durdurur. Lakin Celie’nin erkek şiddetine öfkesini hissederiz. Buna kıyasla günümüz uyarlamasında Celie’yi durduran şeyler bir korna sesi ve Mister’ın tokadı olur! Tüm bu yaşananlara rağmen Celie, sineye çeker. Mister’ı kendi sofrasına davet eder. Dolayısıyla erkek şiddetinin sabır ve idare ederek affedilmesi gerektiği söylemi mevcuttur. Toplumsal cinsiyete dayalı şiddete haklı öfkenin bastırılmasını da beraberinde getiriyor.

The Color Purple İnceleme

Sabun Köpüğü Gibi Bir Müzikal

The Color Purple ırk ve toplumsal cinsiyet sorunlarına revizyonist bir şekilde ele alırken bunu müzikal bir biçimde yapması görsel şölen yaratsa da filmi sabun köpüğü haline getiriyor.  Her iki uyarlamada da filme ismini veren replik “tanrıyı öfkelendirir mor rengi” bir slogan olmanın ötesine geçemiyor. Celie’nin Mister’In sömürüsü altına kalırken eğlenceli şarkılar söylemesi ya da Shug ile düetleri sanki coşkulu bir Beyoncé konserini hatırlatıyor. Karakterlerin hepsinin affedilir olması ve toplumsal cinsiyet çatışmasının “idare etme” eylemiyle bastırılması söz konusu hale gelmektedir.

Film, önceki uyarlamaya göre kadın karakterlerini daha cesur ve özgül tecrübelerini müzikal sahnelerle zenginleştirmeye çabalıyor. Örneğin, Spielberg versiyonunda Shug ile Celie yakınlaşması sündürülüyor. Sinemada öpüşüyorlar. Akabinde bir geceliğine beraber de oluyorlar. Böylece Celie, baskı altında olmadan ve hemcinsiyle ilk cinsel deneyimini yaşıyor. Ancak filmin geneline sirayet eden tempo yalpalaması mevcut. 140 küsur dakika ve 18 şarkıdan oluşması yerine rahatlıkla 20 – 30 dakikası kesilebilirmiş.

Ayrıca film yer yer melodrama kayan, son sahnesiyle hayat ağacı metaforuyla herkesin bir çember oluşturup güneşin altında buluşması da kadın mücadelesine tozpembe bir “mor”lukta bakan romantik ve herhangi bir remake’in ötesine geçemeyen bir müzikal olarak kayıtlara geçiyor.

Yüksel Enes Altınok’un diğer yazılarına bakmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi TwitterInstagramDiscord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.

The Iron Claw: Von Erich Laneti

American Fiction: Politik Doğruculuğa Çekilen Bir Kılıç

Anyone But You: Özlenen Amerikan Romcom’un Dirilişi

Previous article

Dune: Part 2: Trajedi, Kehanet ve Başyapıt

Next article

You may also like

Comments

Comments are closed.