0

Son yıllarda modern korkunun yükselişte olduğunu söylemek mümkün. İzleyicilerin ana akım sinemayı uzun yıllardır pençesine alan aksiyon filmlerinden sıkılması ve drama türündeki filmlerin gişe korkusuyla bütçe bulamaması, izleyicileri korkutma vaadiyle sinemaya çekebilen hem alt metinleri hem de işledikleri temalarla daha derinlikli anlatılar sunabilen modern korku filmlerinin yükselişinin önünü açtı. Ari Aster, Jordan Peele ve Robert Eggers gibi yönetmenler, birbiri ardına sıraladıkları başarılı filmlerle dikkatleri üzerine çekmeyi ve her yeni projelerinde daha riskli fikirler için daha yüksek bütçeleri alabilmeyi başardı.

Sinemadaki bu yükseliş, etkilerini dizi sektöründe de gösterdi tabii. Özellikle yayıncılık platformlarının izleme alışkanlıklarında yarattığı değişim, televizyon-sinema ayrımının giderek belirsizleşmesine yol açtı. Artık ortalama bir izleyicinin, en az sinemada izlediği kadar belki daha da fazla filmi evinde izlediği düşünüldüğünde dizilerin bütçelerinin, izleyici gözündeki değerlerinin, yapım ve yayın yöntemlerinin değişmesi de kaçınılmazdı. Yönettiği filmlerle büyük bir başarı yakalayamayan Mike Flanagan’ın, son 5 yılda yaptığı dizilerle adını modern korkunun dahileri arasına yazdırması bu değişimin en somut kanıtı.
The Fall of the House of Usher Arakat Mag

Flanagan’dan Poe Antolojisi

2018’de Netflix için yaptığı The Haunting of the Hill House ile adını duyuran Flanagan, bu başarısını The Haunting of the Bly Manor ve Midnight Mass ile devam ettirdi. 2022’de yayınlanan The Midnight Club, Flanagan’ın daha önceki işleri kadar takdir toplayamadıysa da hayranların The Fall of the House of Usher için heyecanlanmasını da engellemedi.

Gotik edebiyatın öncülerinden Edgar Allan Poe’nun aynı adlı öyküsünden esinlenen The Fall of the House of Usher, her açıdan merak uyandıran bir projeydi. Poe’nun öyküsü, çocukluk arkadaşı Roderick Usher’ın ziyaretine giden isimsiz bir anlatıcının, akıl sağlığını yitirmekte olan zavallı bir adamın son günlerine tanıklık etmesini anlatıyordu. Yazarın imzalaşmış tarzı öykünün her yerinde kendini gösterse de kaynak materyal, her biri en az birer saatlik sekiz bölümlük bir diziye yayılabilecek yeterlilikte görünmüyordu. Tabii projenin başında Mike Flanagan gibi usta bir hikaye anlatıcı yoksa.

The Fall of the House of Usher, adının önerdiğinden çok daha fazlası. Sekiz bölümlük sezonu boyunca, Poe külliyatındaki pek çok işten aldığı parçaları modern bir bağlamda birleştirerek izleyiciye sunuyor. Flanagan’ın bir önceki eseri The Midnight Club’ı izleyenler, iki dizinin benzer bir yaklaşım benimsediğini fark edecektir. Guillermo Del Toro’yla yaptıkları söyleşide Flanagan, The Midnight Club’ı büyük oranda Christopher Pike’ın aynı adlı romanından uyarladığını, fakat karakterlerin her gece birbirlerine anlatacakları korkunç hikayeleri de yazarın külliyatındaki 27 farklı kitaptan seçerek seriyi bir antolojiye çevirdiğini belirtiyor. Benzer şekilde The Fall of the House of Usher da, dizinin gerçek zamanlı hikayesi olan itiraf gecesini orijinal öyküye dayandırıp bu gecede anlatılan tüm olayları Poe külliyatındaki farklı öyküleri anlatma şansı olarak kullanıyor.

Kalitesi 5 Dakikada Anlaşılıyor

Arka planda çalan Another Brick in the Wall eşliğinde, 1980 yeni yıl kutlaması, sıvası yapılmamış bir tuğla duvar, fırtınalı bir gecedeki bir kuzgun ve korkunç bir şekilde gülümseyen bir kadının birkaç saniye içerisinde bize gösterildiği açılış montajı, Flanagan’ın anlatıdaki ustalığının bir ilanı aslında. Başta anlamlandıramadığınız bilgi parçalarını size verip merakınızı yakalıyor, ardından da sezon boyunca yavaş yavaş önünüze seriyor tüm hikayesini. İlk bölümün adını Poe’nun ünlü şiiri Kuzgun’un ilk dizesinden alması sizi içine atılacağınız referanslar havuzuna hazırlamadıysa da Roderick Usher’ın üç çocuğunun cenazesinde okunan metnin Annie İçin şiirinden alınması malumu ilan ediyor. Roderick’in kilisede gördüğü kuzgun maskeli kadın halüsinasyonuyla, karakterin giderek kötüleşen akıl sağlığınına dair ilk bilgileri aldıktan sonra Auguste Dupin’ın Roderick Usher’ın evine davet edildiğini öğreniyoruz.

Poe’nun Poirot’su diyebileceğimiz Dupin (Morgue Sokağı Cinayetleri, Marie Rogêt’nin Sırrı, Çalınan Mektup), taksiden dışarı adımını attığında, kötü ünlü Usher Evi’ni de ilk kez görmüş oluyoruz. Evin görünüşü, sahnenin atmosferi ve ardından gelen diyaloglar ne kadar özenilmiş bir eseri izlemek üzere olduğumuzu hemen kanıtlıyor. Dupin ve Roderick’in birbirlerine kurdukları birkaç cümlede hikayeye dair sayısız detay öğreniyoruz. Roderick’in üstten bakan, kibirli, bencil, umursamaz karakteri, ağzından çıkan iki cümlede izleyiciye aktarılıyor. Dupin’ın Roderick’e güvenmediği, yıllardır onu yakalamanın peşinde olduğu ve hikayede önemli rol oynacak Madeline ve Arthur Gordon Pym (Nantucketlı Arthur Gordon Pym’in Öyküsü)  karakterlerinin işlevleri de ardından gelen birkaç cümlede anlatılıyor. Sadece dizinin ilk beş dakikasını izleyerek bile Flanagan’ın anlatı dilini ne kadar verimli kullandığını fark etmek mümkün.

Flanagan’ın detaylara gösterdiği özen de daha bu sahneden kendini belli ediyor. Rodercik’in Auguste’a ikram ettiği içki hakkında olan uzun monoloğu, Madeline’in evin bodrumunda olduğunu söylemesi ve telefonuna torunu Lenore’dan gelen mesaj o an için izleyiciye anlamlı gelmese de, herbiri sezon boyu sürecek ve ancak son bölümde açıklanacak gizemlerin fitilini ateşliyor. Özellikle ikinci bölümden sonra dizinin rotası belli olduğundan, bu gibi ufak gizemlerin izleyicinin ilgisini dizide tutmada büyük bir etkisi var.

The Fall of the House of Usher Arakat Mag

İç İçe Geçmiş Üç Hikaye

Auguste Dupin’a tüm suçlarını itiraf etmeyi vadeden Roderick, yaptıklarının anlaşılması için kız kardeşi Madeline’le birlikte içinde doğdukları hayatın anlaşılmasının öneminden bahsediyor, ve bizi 1953’e götürecek bir flashback sekansıyla tüm sezonun bel kemiğini oluşturacak geçmiş hikaye örgüsünü başlatıyor. Dizi, sezonu boyunca üç farklı zaman çizgisi üzerine kuruyor anlatısını. Roderick Usher’ın gençliğini ve güce yükselişini anlatan uzak geçmiş, Usher çocuklarının bir bir öldüğü yakın geçmiş ve Roderick’in Dupin’a olanları anlattığı şimdiki zaman. Bu üç zaman çizgisi arasında mükemmel bir denge kuruyor Flanagan. Hem herbirine gereken ağırlığı veriyor, hem de bu çizgiler arasındaki pürüzsüz geçişlerle izleyicinin kafasının karışmasının önüne geçiyor. Hem anlatsına hem de izleyicisine duyduğu mutlak güveni hissettiren Flanagan, bir an olsun kontrolü kaybetmiyor.

Roderick ve kardeşi Madeline’in trajik çocukluk hikayesini anlattığı ilk bölüm, Poe’nun Diri Diri Gömülüş öyküsünün bir uyarlaması. Kardeşlerin bugünkü kişiliklerini şekillendiren bu erken trajedi, yakın geçmişteki olaylar dizisini başlatan mahkeme sekansıyla birlikte yansıtılıyor. Dupin’ın duruşmada ilk kez Usher ailesi içinden bir muhbir yakaladığını ilan etmesiyle, hikaye Succession’la Knives Out’u buluşturan olay örgüsüne doğru ilerliyor. Bize Roderick ailesinin üyelerini sunmanın yanında, Dupin’ın aileye karşı güttüğü şahsi kan davasını ve Mark Hamill’in kusursuzca hayat verdiği Arthur Gordon Pym karakterini de gösteren bölüm Roderick ve Madeline’in 1980 yılbaşı gecesi ne yaptıklarına dair yaratılan bir gizemle sona eriyor.

Kolaya Kaçmak Yok, Özenmek Var

İlk bölümde yol haritasını çizdikten sonra, 2-7. Bölümlerde benzer bir format izliyor dizi. Her bölümde, en genç evlattan en yaşlıya doğru sıralanacak şekilde bir Usher çocuğunun ölümünü izliyoruz. Bölümün büyük çoğunluğu o bölüm ölecek çocuğa ayrılıyor, genellikle bir sonraki bölümde ölecek çocuğun hikayesine de ufaktan giriş yapılıyor. Bu süreçte hikayeyi anlatan Roderick de çocuklarının cesetlerinin halüsinasyonlarını görüyor. Vahşette birbirleriyle yarışacak bu imgeler, hem dizinin plastik makyajda ne kadar aştığını kanıtlıyor hem de farklı bir jumpscare kullanımını izleyiciye sunuyor.

Flanagan, ucuz numaralarla koltuğunuzda sıçramanızdan daha nitelikli bir etki yaratmak istiyor üstünüzde. Bu yüzden jumpscareleri de şok etkisiyle korkutmaktan çok rahatsızlık vermeye yönelik. Her seferinde, o korku anının gelmek üzere olduğunu sezdirerek bir nevi izleyicisini buna hazırlıyor. Cesetler aniden karşınıza çıktığında yine de anlık bir korku yaşıyorsunuz, fakat bu Roderick’in de hissettiği gibi sadece hareketin aniliğinden gelen bir korku. Cesetlerin esas işlevi, ait oldukları karakterlerin korkunç ölümlerine dair bir ön bilgi vermek. Böylece bölüm adında geçen öyküye de hakimseniz karakterin sonunun ne olacağını öngörüyor, bütün bölümü bunun gerilimiyle izliyorsunuz.

Tüm Performanslar Üst Seviye

Dizinin kusursuza yakın yazımını izleyiciye aktarmada oyuncuların yadsınamayacak bir payı var. Herkesin rolünün hakkını fazlasıyla verdiğini söylemek mümkün, fakat ekran sürelerinin fazlalığı dolayısıyla parlayan bazı isimler de yok değil. Bruce Greenwood & Carl Lumbly ikilisi, kolaylıkla sıkıcı olabilecek “oturmuş konuşan adamlar” sekanslarını bile keyifle izlettirmeyi başarıyor.

Greenwood, Roderick’in karakterini en ince ayrıntısına kadar analiz etmiş ve bu kişiliği yansıtabilecek detayları performansının çeşitli noktalarına ustalıkla dağıtmış. Lumbly ise Dupin’ın sakin öfkesini, gücenmişliğini, adanmışlığını ve hepsinin ötesinde naif doğasını mükemmel yansıtıyor. İkilinin genç hallerini canlandıran Zack Gilford ve Malcolm Goodwin de aynı övgüleri hak ediyor tabii. Özellikle Gilford’ın performansı Roderick’in hırslı fakat kardeşi tarafından manipüle edilmeye açık yapısını izleyiciye çok iyi geçiriyor.

The Fall of the House of Usher Arakat Mag

Carla Gugino da adını İngilizce’de kuzgun anlamına gelen Raven’ın bir akroniminden alan Verna performansıyla, görsel medyumlarda yansıtılmış en iyi ölüm performanslarından birini sunuyor bizlere. Acımasız bir dürüstlükle akıl çelme, tehditkarlıkla şefkatlilik arasındaki geçişleri çocuk oyuncağıymış gibi gösteren Gugino, Flanagan’la olan uzun süreli ortaklığının hakkını veriyor. Madeline Usher rolünü canlandıran Mary McDonnell & Willa Fitzgerald ikilisi de yine benzersiz performanslar sergiliyorlar. McDonnell, daha kısa bir ekran süresine sahip olsa da içinde bulunduğu her sahnede adeta alkış çalıyor. Fitzgerald’sa belki de dizideki en etkileyici performanslardan birini sergileyerek, amansız karakterini izleyicilerin hafızasına kazıyor.

Nefret edilesi karakterlerle dolu bu dizide, iki karakter var ki iyiliklerine rağmen yaşadıklarıyla yüreğinizi burkuyorlar. Roderick’in ilk eşi, Frederick (Metzengerstein) ve Tamerlane’in annesi olan Annabel Lee’yi canlandıran Katie Parker, karakterinin masumiyetini başarıyla aktarıyor. Usher ailesinin yaptıklarının etkisini göstermede, Annabel’e yapılan yanlışın etkisi de büyük olduğundan Parker’ın performansı aslında kritik bir öneme sahip. Benzer şekilde Kyliegh Curran da en az ağırlık verilen yan karakterlerden olmasına rağmen Roderick’in torunu Lenore karakterinin hakkını veriyor.

The Fall of the House of Usher ending explained - Dexerto

Her Alanda Kusursuz

Teknik her alanda kusursuz bir iş çıkarıyor The Fall of the House of Usher. İlk göze çarpan pratik efektler gibi görünse de, set tasarımından kostüm tasarımına, ses tasarımından müziklere inanılmaz bir özen söz konusu. Sadece yaşadıkları yere ve giydikleri kıyafete bakarak bile karakterlerin doğasına dair pek çok şeyi anlamak mümkün. 1980 yılbaşındaki bar, Roderick’in hikayesini içinde anlattığı Usher evinin günümüzdeki hali ve genç Roderick’in Annabel Lee’yle paylaştığı ev de yine sadece görünüşleriyle bile hikaye dünyasını zenginleştiren mekanlar. Dizinin müzik kullanımıyla sessizlik arasında kurduğu mükemmel denge, ses efektlerinin hem atmosferi kuvvetlendirmek hem de anlık sert etkiler yaratmak konusundaki işlevselliği derken övgüler listesi uzadıkça uzuyor.

Dizideki her detay, Flanagan’ın Poe külliyatına ne kadar hakim olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Fakat kaynak materyali uyarlamadaki başarısını överken, Flanagan’ın kendi katkılarını da atlamamak gerekiyor. The Fall of the House of Usher, Poe’nun olduğu kadar, belki de daha fazla Mike Flanagan’ın olan bir eser. Tüm bu öyküleri, birbirleyile bağlantılı ve çarpıcı bir anlatının parçası haline getirmenin yanında, Poe’nun işlerindeki temaları modern dünyayla birleştirmekte de eşsiz bir sonuç ortaya koyuyor Flanagan. Güç açlığı, aşırı hırs, kibir ve bencillik gibi dürtülerin ne kadar yıkıcı sonuçları olabileceğini günümüz izleyicisi için olabilecek en etkili şekilde gösteriyor. Özellikle Madeline karakterinin ölüm ve ölümsüzlükle olan ilişkisi üzerinden işlenen bir yan hikaye var ki, Poe’nun en ünlü eserlerinden birine de bağlanarak dizinin en unutulmaz anlarından biriyle sonlanıyor.Fall of the House of Usher': Here's Every Edgar Allen Poe Reference – The Hollywood Reporter

Netflix’in En Büyük Hatası

The Fall of the House of Usher, son yıllarda yayınlanan en iyi dizilerden biri. Mike Flanagan’ı, Edgar Allan Poe’yu ya da korku türündeki eserleri seviyorsanız, bu zamana kadar beklediğiniz hata. Korku türüyle pek arası olmayanlar için bile, grafik şiddet içeren sahnelerden kaçınıldığı sürece keyifle izlenecek bir eser.

Poe külliyatına hakim olanlar için irili ufaklı göndermelerle dolu olan dizi, modern hikaye anlatısıyla hiç Poe okumamış izleyicilere bile tatmin edici bir deneyim yaşatacaktır. The Fall of the House of Usher, Mike Flanagan – Netflix ortaklığına Flanagan’ın şanına yaraşır şekilde noktayı koyuyor. Amazon, Flanagan’ı kaptığına şükrediyor, Netflix yetkilileri de kara kara bu karardan dönmenin yollarını arıyorlardır şimdiden.Tuncer Haydarlar‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi TwitterInstagramDiscord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.

The Continental: Senin Paran Burada Geçmez!

Uzak, Umursamayacağımız Kadar Uzak Bir Galakside: Ahsoka

Tuncer Haydarlar
Bilimkurgu, fantazya ve korku edebiyatı tutkunu. Sinema sever. Çizgi roman çevirmeni, editörü ve okuru. Çakma YouTuber.

Wes Anderson’dan 4 Kısa Film!

Previous article

Five Nights at Freddy’s: Fan Servis Kurbanı

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply

More in Netflix