Margaret, genç bir rahibe adayı olarak yeminini etmek üzere Roma’ya gelir. Ancak kendini gerçek olmadığına ikna etmeye çalıştığı, birtakım fenomenlere şahit olmaktadır. Gördükleriyle birlikte bulunduğu kilisede fark etmeye başladığı gariplikler ve Rahip Brennan’ın iddiaları korkunç bir sırrı ve karanlık bir planı ortaya çıkaracaktır. Bizleri Roma’nın gotik, büyüleyici, tekinsiz ve tarihi atmosferine davet eden The First Omen, 12 Nisan’da sinemalarda vizyona girecek.
Bilindik Hikayeye Çarpıcı Bir Orijin
The First Omen, bizleri 1976 yapımı kült korku filmi The Omen‘ın öncesine götürüyor. Şeytan’ın oğlunun yani Deccal’ın (Damien) doğuşuna odaklanan filmin yönetmenliğini Arkasha Stevenson (Channel Zero, 2018; Legion, 2019; Brand New Cherry Flavor, 2021) üstleniyor ve aynı zamanda yönetmenin ilk uzun metraj filmi oluyor. Senaryo ekibi ise Tim Smith, Arkasha Stevenson ve Keith Thomas‘dan (Firestarter, 2022) oluşuyor. Seneler sonra yapılan bir prequel olmasına ve başarılı kült bir korku filminin öncesini anlatarak büyük bir riske girmesine rağmen övgüleri toplamayı başarıyor.
The First Omen, bir prequel olarak az buçuk ne anlatacağının haberini baştan veriyor gibi görünüyor olsa da senaryosundaki zekice hamlelerle şaşırtıyor ve beklenmedik sapkınlıklara ev sahipliği yapıyor. Filmin ağır ancak tekinsiz ve rahatsız edici gerilimi başından sonuna kadar izleyiciyi koltuğa çiviliyor. Senaryonun en etkileyici yanı ise güçlü alt metniyle korkuyu başarılı bir şekilde harmanlaması oluyor. Kilisenin 70’lerde zayıflayan gücüne ve değişen dünyaya karşılık aldığı karar ile Şeytan’dan daha Şeytan olabilmesi hem filmi güçlü kılıyor hem de bazı noktalardan gerçekliğe ayna tutuyor.
Büyüleyici ve Nostaljik 70’ler Dokunuşu
İnsanları korkutmak ve kiliseye/dine döndürmek için Şeytan’ın oğlunu yani Deccal’i (Antichrist) dünyaya getirmeye çalışmak Şeytan’ın bile aklına gelmez ki kendini bu sapkın kilise mensupları yaptıklarını Tanrı’ya hizmet yolunda mübah buluyorlar. The First Omen, bazı sahneleriyle orijinal filme ve Possession (1981), Rosemary’s Baby (1968) gibi diğer kült şeytan filmlerine güçlü göndermelerde bulunuyor. Güçlü ve çarpıcı finaliyle de hikayesini orijinal Omen‘a bağlıyor ve devam filmlerine açık kapı bırakıyor.
Filmin bir diğer güçlü yanı ise tartışmasız sinematografisi oluyor. Adeta 70’lerde çekilmiş gibi gözüken dokusu ve atmosferiyle büyülüyor. Dönemin dokusunu yakalayan nostaljisinin yanı sıra gotik ve tekinsiz bir atmosfer sunuyor. Mizansenini oluşturan mekan tercihlerinden kostümlerine, dekorlarından kamera açılarına kadar kendine hayran bırakıyor. İtalya’da çekilen filmin prodüksiyon ekibi de röportajlarda görsel olarak etkilemek için büyük bir çaba gösterdiklerini, istedikleri binayı tek parça halinde bulamayınca içlerine sinen üç farklı binayı aynı komplekstelermiş gibi gösterdiklerini belirtiyor.
Dehşet verici sahnelerin yıldızlarından birisi de görsel efektler oluyor. Özellikle plastik makyaj ve pratik efektler konusunda rahatsız edici derecede etkileyici olan filmde birkaç sahnedeki zayıf CGI kullanımı şaşırtıyor ancak filme kesinlikle gölge düşürmüyor. Film, birçok sahnesinde vücudun grotesk bir biçimde kullanımı konusunda cesur davranarak body horror niteliği taşıyor. Kilise korosuyla-latince ilahilerle bezeli müzikleri filmi destekleyerek tekinsizliği had safhaya çıkartıyor. Orijinal filmin unutulmaz müziği tam zamanında devreye giriyor.
Her Yönden Rahatsız Edici
Her yönden büyük oranda tatmin etmeyi başaran The First Omen‘da, oyuncu kadrosu hem yıldız isimlere hem de genç yeteneklere ev sahipliği yapıyor. Margaret’ı canlandıran filmin parlayan yıldızı Nell Tiger Free, Servant dizisindeki umut vaat eden performansının üstüne çıkarak döktürüyor. Rahip Brennan için Ralph Ineson ve Kardinal Lawrence için Bill Nighy, karizmaları ve korku filmlerindeki deneyimleriyle mükemmel birer tercih haline geliyorlar.
The First Omen, kült bir filme orijin hikayesi yazarak büyük bir riske girip başarılı bir şekilde üstesinden geliyor. 70’ler dokusuna sahip etkileyici sinematografisi, alt metni güçlü hikayesi, başarılı oyuncu performansları, grotesk, cesur ve çarpıcı sahneleriyle modern bir klasik olmayı şimdiden hak eden bir prequel ve bir şeytan filmi olarak karşımıza çıkıyor. Kesinlikle sinemada deneyimlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Bir süre etkisinden çıkamayacaksınız!
Buğra Mert Alkayalar‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Twitter, Instagram, Discord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.
[…] The First Omen: Şeytanın Aklına Gelmez […]