“24 Temmuz – Bu geminin üzerinde bir lanet var gibi gözüküyor… Dün gece bir adam daha kayboldu. İlki gibi o da nöbetteydi ve bir daha görünmedi. Mürettebat panik içinde…” (Bram Stoker’s Dracula, 1897)
Rus gemisi Demeter, Romanya’dan aldığı kargolar ile varış noktası olan İngiltere’ye doğru yol almaktadır. Romanya’dan aldıkları ağır ve gizemli sandıklarda mürettebatın bilmediği bir dehşet gizlenmektedir. Açık denizdeki bu yolculuk hepsinin mezarı olacaktır. Bram Stoker’ın efsanevi eseri Dracula’nın Demeter’in Seyir Defteri bölümünden uyarlanan The Last Voyage of the Demeter’in yönetmenliğini André Øvredal üstleniyor.
André Øvredal, Troll Hunter (2010), The Autopsy of Jane Doe (2016) ve Scary Stories to Tell in the Dark (2019) gibi başarılı korku-gerilim filmleriyle kendini kanıtlamış bir yönetmen olarak burada da maharetlerini sergiliyor. Uyarlama senaryo yazarlığını ise 2019 yapımı Escape Room filminin senaristi Bragi F. Schut ile 2021 yapımı Fear Street: 1978 filminin senaristi Zak Olkewicz üstleniyor.
Yer Yer Teatral
Filmin kendisinden bahsetmeden önce reklam ve tanıtım politikasına değinmek istiyorum. Şahsen filmin bangır bangır “DRACULA FİLMİ” olarak pazarlanmasını atmosfere ve gizeme olumsuz bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Evet, gişe getirisi, satış politikası için yapılmış bir hamle ancak film zaten kartlarını açık oynuyorken bunun üstüne ne anlattığının altını filmi göstermeden çizmesi büyüyü bozuyor. Filmin Türkçe adının “Drakula: Son Yolculuk” olması ise ayrıca ucuz duruyor. Afişte yer alan Dracula, filmin başında yer alan Dracula açıklaması… Kısacası filmin gizemini alıp götüren bu etkenlerden dolayı film yalnızca korku ve gerilim ögelerinden ibaret kalıyor.
The Last Voyage of the Demeter uyarlama senaryosu ile büyük oranda tatmin etmeyi başarıyor. Filmdeki diyaloglar yer yer teatral ve basit kalıyor gibi gözükse de bir yandan da bilinçli bir tercih olabileceğini düşündürüyor. Universal’ın veya Hammer’ın kült canavar filmlerini anımsatıyor. Dracula romanındaki kısa ancak korku dolu seyir defteri bölümleri senaryoya etkili bir biçimde yediriliyor, detaylandırılıyor. Fakat seyir defterinin günlük ilerleyişinin senaryoya aynı şekilde dahil edilişi filmde ritimsel problemlere neden oluyor. Bu nedenle de gerilim ile korku bir türlü zirveye ulaşamıyor, dalgalar halinde ilerliyor. Bunun denizdeki dalgalara bir gönderme olan metaforik bir anlatım olabileceği ise aşırıya kaçan bir okuma olabilir.
Vahşi ve Grotesk
Kitapta olmayan bir siyahi karakterin yaratılması, ırkçılığın bolca dahil edilmesi ve bu karakterin filmin başrolü haline getirilmesi ise tartışma yaratabilecek bir hamle oluyor. Filmin genel atmosferinde rahatsız etmiyor olsa da hikayedeki yeri ve öneminin altı boş kalıyor. Bu tercihin Bram Stoker’ın ırkçı düşüncelerine karşı bir hareket olabileceği de akıllara geliyor. Senaryonun en güçlü yanları ise dönemin detaylı ve güçlü bir şekilde betimlenmesi ile dehşetin vahşi ve grotesk bir biçimde sunumu oluyor. Özellikle çocuk bir karaktere yer verilmesi ve bu karakterin de aynı dehşetle yüzleşiyor olması senaryonun cesaretini gösteriyor.
Dracula romanını ve romandaki bölümü bilenler için herhangi bir sürpriz içermeyen senaryo bilmeyenlere de filmin başında açıklama yaparak kartlarını açık oynuyor. Bu bir Dracula uyarlamasıdır ve gemide Dracula ile mücadele edilecektir… Gizemi baltalayan bu vurguyu neyse ki filmin başarılı atmosferi telafi ediyor. Esere pek çok açıdan sadık kalması ve bunu da korku yönünü güçlü tutarak yapması ise bir başarı olarak görülebilir.
Filmin en güçlü yanı olarak ise mizanseni öne çıkıyor. Atmosfer yaratımı ile sinematografi filmi sürükleyen yegâne etkenler haline geliyor. Özenli ve başarılı bir prodüksiyona sahip olduğu gemiye binmeden filmin başında anlaşılıyor. Mekân, kostüm, saç ve makyaj tasarımları ile hikayedeki dönemi ve atmosferi etkili bir biçimde yansıtmayı başarıyor. Kan ve vahşet yönünden elini korkak tutmayan, tatmin eden filmde iyi bir plastik makyaj kullanımı ve sırıtmayan CGI efektleri yer alıyor. Dracula’nın korkutucu canavar tasarımı ise köklerine sadık bir biçimde karşımıza çıkıyor.
Stephen King ve Guillermo del Toro Filmden Övgüyle Söz Ediyor
İnsandan öte bir varlık olduğunu, canavar yönünü ve gücünü sonuna kadar yansıtan tasarım Nosferatu’daki (1922) ve Salem’s Lot (1979) mini dizisindeki tasarımlar ile The Descent (2005) filmindeki yaratıkları akıllara getiriyor. Film ilerledikçe Dracula’yı yakından ve detaylı göstermekte cesur davranan Øvredal, Scary Stories to Tell in the Dark filmindeki canavarlardan kazandığı deneyimi bir kez daha kanıtlıyor. Stephen King ile Guillermo del Toro’nun filmden övgüyle söz etmesinin nedeni belli oluyor. Ayrıca genel atmosfere baktığımızda underrated kalmış olduğunu düşündüğüm 2004 yapımı Van Helsing’i de hatırlatıyor.
Kaptan rolünde Liam Cunningham (Game of Thrones, Davos) yer alıyor ve role cuk oturuyor. David Dastmalchian ise Wojchek rolünde kaptanın sağ kolunu canlandırıyor ve The Boogeyman (2023) sonrasında korkuya ne kadar yakıştığını bir kez daha göstermiş oluyor. Ana karakter Clemens’ı ise genç oyuncu Corey Hawkins başarılı bir şekilde canlandırıyor. Film, oyuncu performansları açısından herhangi bir sıkıntı yaşamıyor, tatmin ediyor. Filmin müzikleri de atmosferi güçlü kılan etkenlerden birisi oluyor.
Lord of The Rings: Rings of Power (2022-), God of War: Ragnarök (2022), Outlander (2014-), Foundation (2021-) gibi pek çok fantastik ve epik başarılı eserin müziklerini yapan bestekar Bear McCreary filmin bestekar koltuğunda oturuyor.
Sözün Özü
*The Last Voyage of Demeter’in uyarlandığı kült eser Dracula’ya İthaki Yayınları’nın Karanlık Kitaplık serisinden ulaşıp okuyabilirsiniz! Ayrıca yine aynı seriden çıkan, Demeter’in yolculuğuna orijinal ve sıradışı bir yorum getiren Buzun ve Tuzun Rotası’nı da okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Meksikalı yazar Jose Luis Zarate’nin tartışma yaratan kuir yorumunu okuduğunuzda “The Last Voyage of Demeter böyle uyarlansaydı?” sorusunu sormaktan kendinizi alıkoyamayacaksınız…
Buğra Mert Alkayalar’ın bütün yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Yorumlar