Hollywood’ta hem oyuncu hem yönetmen olan isimlerin sayısı bir elin parmağını geçmez. Charlie Chaplin, Orson Welles, Woody Allen, Kenneth Branagh ilk akla gelen isimler. Chaplin harici diğer isimlere baktığımızda belirli bir zamandan sonra sadece bir yöne ağırlık verdiğini görüyoruz. Woody Allen için bile oyunculuğu bıraktı diyebiliriz. Son zamanlarda ise Tom Hanks ve Ryan Gosling gibi tek bir film yönetip bir daha yönetmenlik yapmayan isimlerin yanında Ben Affleck gibi her iki tarafı da başarıyla yöneten isimler de görebiliyoruz. Maggie Gyllenhaal ise listede ki diğer isimler kadar yıldız olmasa da hatırı sayılır bir kariyeri var. Ve kendisi ilk uzun metraj filmi ile karşımızda.
Elena Ferrante’nin aynı adlı romanından uyarlanan filmde karşılaştırmalı İtalyan edebiyatı Prof.’u olan Leda’nın hayatının iki farklı dönemine tanıklık ediyoruz. Ana akışını flashbackler üzerine kuran filmde Olivia Colman’ın oynadığı Leda’yı tatil yapmak için gittiği bir Yunan adasında görüyoruz. Jessie Buckley’in oynadığı genç Leda ise aynı anda iki kızını büyütürken bir yandan da akademik kariyerini ilerletmeye çalışıyor. Leda Yunan adasında tanıştığı kalabalık bir ailenin gelini olan Nina ile özel bir bağ kurmaya çalışırken kendi kızları olan anılarında kaybolur. Genç Leda’nın gittiği bir konferans ise her iki karakterin kırılma anı olur.
‘’Slice of Life’’ ya da ”hayatın içinden bir kesit” filmleri uzun süredir belirli bir popülariteye sahip. Genellikle ‘’bir sinema filmi için dikkat çekici olmayan’’ hikayelerin, karakterlerin üzerinde bıraktığı duygusal tahribata odaklanan bu filmler gişede pek karşılık bulamasa da ödül sezonlarına elleri hep dolu döndüler. Özellikle dizi sektöründe film sektöründe olduğundan daha fazla ses getiriyorlar. Kişisel olarak bu türün bir hayranı değilim. Ama The Lost Daughter bu türün sevenlerini bile mutlu edebilecek bir film değil.
Film Leda’nın hayatından iki farklı zaman kesitine odaklanıp yapılan seçimlerin onun iç dünyasında nasıl iz bıraktığını bize göstermeye çalışıyor. Fakat bu konuda başarılı olduğunu söylemek güç. Filmin ana odağı Olivia Colman ve Yunan adasında ki karakterlerken, Jessie Buckley geçmiş sekanslarında karşımızda çıkıyor. Filmin fena olmayan bir oyuncu kadrosu olsa da Dakota Johnson ve Ed Harris film boyunca konu mankeninden öteye geçemiyorlar. Ne hikâyeye etkileri var ne ekran süreleri kayda değer. Genç Leda’nın ise ne kocasını tanıyabiliyoruz, ne kızlarını ne de Peter Sarsgaard’ın oynadığı Prof. Hardy’i. Normal People filmi ile çıkış yapan Paul Mescal ve Netflix’in korku antolojisi olan The Haunting’in başrolü olan Oliver Jackson-Cohen’in filmde olduğunu IMDB’e bakarken hatırlayabildim.
Olivia Colman ve Jessie Buckley ise fena performanslar sergilemese de birbirleri ile bir bağı olduğunu söylemek zor. Birbirinden tamamen bağımsız iki farklı insan gibi duruyorlar. Açıkçası film 2 saat gibi gayet iyi bir süresi olsa da ana karakter Leda’yı işlemek konusunda bile çok başarısız. Bütün filmi Olivia Colman’a yüklemek çok mantıklı olsa da ortada boş bir karakter olduğu gerçeği değişmiyor. Leda’yı oynayan iki aktrisin de Oscar’a aday olması şaşırtmasa da geri dönüp bakınca filmde iki oyuncunun performansları hariç başka hiçbir şey yok.
Hem uyarlama senaryoyu yazan hem de yöneten Maggie Gyllenhaal filmde bolca yakın plan kullanmış. Özellikle genç Leda’nın olduğu sahnelerde sadece Leda’nın yüzünü görebiliyorsunuz. Bulunduğu ortamı algılamaya, betimlemenize izin vermiyor. Colman’ın oynadığı Leda’ı ise alıştığımız açılardan çekerek sizi Yunan adasının ferahlığına bırakıyor. Leda ve ada sakinleri arasında gerilim ise filmin ana odağı olmasa da hep orada ve biraz anlamsız ilerliyor. Bir sonuca ulaşsa da Nina karakterinin altınının yeterince doldurulmaması bu sonucu etkisiz kılıyor.
Filmin ana odağı olan geçmiş ile şimdiki zaman arasındaki bağ ve Yunan adasında ki atmosfer ise bu tarz iddialı bir film için yetersiz. Maggie Gyllenhaal’ın yönetmenlik yeteneğinden çok beni asıl çekindiren böyle bir hikâyeyi ortaya koyması oldu. Kitap konusunda bilgi sahibi olmasam da eğer kitap da böyle ise ortada filme uyarlamaya yeterli olmayan (uygun olmayan) bir kitap var sanırım.
Maggie Gyllenhaal, ilk uzun metrajında senenin en zayıf filmlerinden biri ile karşımızda.
Yorumlar