0

The Peasants çok büyük bir prodüksiyon ekibiyle bizi karşılıyor. İzlediğimiz şey sadece bir film değil, sanatın en saf halinin pürüzsüz bir birleşimi. The Peasants, Władysław Reymont‘un aynı adlı Nobel ödüllü romanından uyarlama. Yönetmen koltuğunda ise Loving Vincent filminden tanıdığımız DK Welchman ve Hugh Welchman bulunuyor.

Yazıya geçmeden önce kendisine sorduğum soruları beni kırmadan yanıtladığı için filmin çizer ekibinden Melis Hacıbeyoğlu’na şükranlarımı sunarım. Soru-cevaplarımıza yazıda yer veriyoruz. Umarız ki kendisini her zaman sinemanın bir parçası olarak görebiliriz.

Yağlı boya tekniğiyle yapılan The Peasants 100’den fazla çizerin beş yılı aşkın sürede 80.000 eserinden oluşuyor. Bu kadar emek barındıran bir filmi sadece senaryo bazında ele almamızın hakaret olacağını düşündüğüm için teknik açıdan da incelemek istedim.

Pastoral Armoni

Çizim ve teknik konusunda hangi ressamlardan ilham alıyorsunuz? Bunlardan hangilerini filmde gördük?

Film 19. yy’ın empresyonist tablolarından esinlenilerek yapılmış. Her sanatçı buna uygun tarzda çalıştı. Benim çalıştığım ekip digital painter’lardan oluşuyordu. Elle yapılmış yağlı boya resimlerinin ara sahnelerini yine empresyonist tablolarda olduğu gibi boyadık. Yani kişisel olarak belli bir sanatçıdan esinlenmemizin bir önemi yoktu.

The Peasants, olağan dışı teknik kullanımıyla büyüleyen bir film. Yağlı boya tekniğini bu kadar zarif kullanan Loving Vincent filminden başka herhangi bir film hatırlamıyorum. The Peasants, Polonya asıllı 19 ve 20.yüzyıl sanatçılarının bir yorumu. Gazeta Krakowska ve Polskie Radio’nun haberine göre Józef Chełmoński, Ferdynand Ruszczyc ve Leon Wyczółkowsk’ın eserlerine atıfta bulunuyor. Bana göre ise Claude Monet’in izlerini de görmek pek bir mümkün.

Film, içinde dört mevsim kullanması ve geçişlerinin inceliğiyle insanı etkisi altına alıyor. Geçişlerle birlikte mevsimlerin getirdiği zorlukları, duygu durum değişiklikleri ve Polonya geleneklerini görmek ise mükemmel bir deneyim. Her mevsiminin her bir karesini, herhangi bir müzede görseniz şaşırmayacağınız türden bir film The Peasants.

Filmin gelişim süreci sizin açınızdan nasıldı?

Ben filme freelance digital painter olarak kısa bir dönem dahil oldum. Bizi yönlendiren art director ekibi çok iyiydi. Sahneleri tek tek boyamak gerçekten çok yorucuydu ama bir yandan da keyifliydi. Her gün toplantılar yapıp yaptığımız sahneler hakkında konuştuk. Ekip olarak çalışma deneyimi gerçekten çok keyifliydi.

Aşk Gider Tarla Kalır

Projeye olan beklentileriniz nelerdi?

Ben bu projeden önce ilk olarak Loving Vincent filmini izleyip çok beğenmiştim. Yağlı boya tablolarla film yapma fikri beni çok şaşırtmıştı. Yıllar sonra aynı film şirketinin yaptığı bir filmde çalışacağımı hiç düşünmezdim gerçekten. Kısa süreli de olsa ekibin bir parçası olduğum için çok mutluyum.

Film, ilk sahnelerinden itibaren sanki içimizden, yaşadığımız topraktan çıktığına inanacağım kadar kültürümüze yakın gelmişti: dedikodu, başlık parası, aile içi medceziri ve sarı sıcak ovada bir avuç toprak sahipliği. Hikayemiz olanca gürültünün merkezinde, Lipce köyünde özgür ruhlu kızımız Jagna’nın hayatının trajik bir kesitini bize gösteriyor. Hayatı tutkuyla yaşayan Jagna ise beyaz bir lotus çiçeği gibi saflığın sembolü olarak karşımıza çıkıyor.

Genç bir aşkı ve sevdiği bir hayatı olan Jagna, yaşlı ve varlıklı bir çiftçi olan Maciej’in hayatına girmesiyle geri dönülmez bir hayata adım atıyor. Bu durumda Jagna, Maciejle istemediği bir evlilik sonucu Maciej’in oğlu yani Antekle olan aşkından uzaklaşmak zorunda kalıyor fakat direnme ve bağımsızlığına olan aşkını radikal kararlarla ortaya koyma çabasına dönüşüyor yaşananlar. Babayla oğlunun çatışması ise düşmanınızın başına gelmesini istemeyeceğiniz türden. Bu çatışmanın çözümlenmesi filmin ilerleyişinin yükseldiği noktalarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Jagna, yanlış anlaşılmaların, kıskançlığın ve kinin kurbanı oluyor ve sebebi çok da yabancı olmadığımız kolektif bilincin Jagna’nın güzelliğine duyduğu kan alma arzusu. Film, kan alma arzusunun getirdiği linç kültürüyle climax‘ına ulaşıyor.

Kolektif bilinç kavramını sadece belirli bir toprakta yaşayan insanlarla bağdaştırmamızın doğru olmadığına inanıyorum. Sinemanın da bize gösterdiği gibi teamülüyle, başlık parasıyla, dedikodusuyla, uzak sandığımız birçok durum coğrafya fark etmeksizin benzer şekilde yaşanıyor.

Uzun Yola Çıkmaya Hüküm Giydim

Filmin son halini izlediniz mi? Sizde nasıl duygular uyandırdı?

Filmin son halini Hope Alkazar’da izledim ve çok beğendim. Filmin kitapta olduğu gibi bölüm bölüm mevsimlere ayrılması ve geçişleri çok etkileyiciydi.

Pastoral gerçekliğin had safhada olduğu The Peasants, film boyunca toplumsal baskının gücüne karşı dayanılmaz bir korku yaşatıyor. Yalnızca senaryosuyla değil aynı zamanda filmin başarılı müzikleri de bu gerilim hissini izleyiciye yaşatmayı başarıyor. 

The Peasants, en iyi animasyon dalında Akademi ödülüne aday olabilecek bir yapım olmasına rağmen ne yazık ki aday bile olamadı. Zaman içerisinde değerinin anlaşılıp izleyicisini bulmasını diliyorum.

Ömer Faruk Edremit‘in diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi TwitterInstagramDiscord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.

The Iron Claw: Von Erich Laneti

Road House: Klas, Havalı ve Zevkli

Ömer Faruk Edremit

Rise of the Ronin: Antiemperyalist Ninjalar

Previous article

Epic Games Store İlkbahar İndirimleri: 60 TL Altı Oyunlar

Next article

You may also like

Comments

Comments are closed.