Matt Reeves’in yönetmenliğinde 2022’de büyük bir başarı yakalayan The Batman, DC Evreni’nden bağımsız olarak kendi karanlık dünyasında izleyicileri etkisi altına alırken yeni kapılar açtı. Bu evren, sadece sinema ekranında bir seriye dönüşmekle kalmayacak; aynı zamanda spin-off dizileriyle genişleyerek daha büyük bir anlatı sunacak. Bu genişlemenin ilk meyvesi olan ve mini-dizi formatında planlanan The Penguin geçtiğimiz günlerde final bölümüyle izleyici karşısına çıktı.
İlk bölümlerden itibaren beklentilerin üzerine çıkan The Penguin, sezon boyunca reytinglerde istikrarlı bir başarı sergileyerek şimdiden son yılların en iyi dizilerinden biri olarak gösterilmeye başlandı. Matt Reeves, yürütücü yapımcı olarak yer alırken, Agents of S.H.I.E.L.D. ve Impulse dizilerinin yapımcılığını üstlenmiş olan Lauren LeFranc ise The Penguin’in showrunner’lığını yaptı. Gotham’ın en ikonik kötü karakterlerinden biri olan Penguin’in suç dünyasında yükselişini anlatan bu yapım, hem karakterin kişiliğine inmeyi hem de The Batman evrenini daha detaylı keşfetmeyi vaat ediyor.
Bu yazı, The Penguin hakkında spoiler içerebilir.
Karanlık Bir Yükseliş Hikayesi
The Penguin dizisi, Matt Reeves‘in Batman evrenine taze ve yeni bir bakış açısı sunarken, Gotham’ın suç dünyasına daha kapsamlı bir yolculuk yapmamızı sağlıyor. Batman ve Gotham City’nin diğer popüler karakterlerinin aksine, Oswald Cobblepot’un hikayesini merkezine alan bu dizi, ana karakteri bir anti-kahraman olarak değil, karanlık bir yükseliş hikayesiyle sunuyor. Böylece kötü adamları merkeze alan dizilerin yaptığı hatayı tekrarlamıyor ve kötüyü samimi gösterme çabasına girmiyor. Bu bağlamda, The Penguin, geleneksel kahramanlık anlatılarının dışına çıkarak sezon boyu harika bir iş çıkarıyor.
Gotham’ın içinde yaşayan insanların karanlık geçmişlerine inen dizide işlenen temel tema, suç dünyasında bir kişinin kendine nasıl bir yer edindiği, bu süreçte neleri feda ettiği ve nihayetinde nasıl yalnız bir güce dönüştüğü üzerine. Oswald Cobblepot karakteri, geçmişte yaşadığı travmalar, acılar ve maruz kaldığı dışlanma ile yoğrulmuş bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Gotham gibi yozlaşmış bir şehirde ayakta kalabilmek için ne kadar acımasız ve stratejik olunması gerektiği Oswald üzerinden direkt olarak aktarılıyor.
The Penguin, yalnızca bir karakterin öyküsünü değil, aynı zamanda Gotham’ın ruhunu da yeniden inşa eden bir yapım olarak da izleyici karşısına çıkıyor. Şehir, adeta yaşayan, nefes alan ve suçla beslenen bir organizma gibi sunuluyor. Dizide işlenen olaylar, Gotham’ın köhne sokaklarında geçerken izleyiciyi de bu tehlikeli dünyaya davet ediyor. Bizleri yozlaşmış polislerin, ikiyüzlü politikacıların ve acımasız mafya babalarının cirit attığı bir gerçekliğe çekiyor. Bu atmosfer, Batman’in Gotham’da neden var olduğuna dair güçlü bir temel oluşturuyor.
Seyirciyi Dahi Manipüle Eden Bir Figür
Oswald Cobblepot’un başlangıçta zayıf, çevresi tarafından sürekli küçümsenen ve başarısız bir karakter olması, onun Gotham’ın suç dünyasında kendine yer açmak için ne denli mücadele ettiğini ve edeceğini gösteriyor. Cobblepot, içsel olarak yaralı bir karakter olarak yansıtılırken, suç dünyasında bir lider haline gelme arzusu gittikçe belirginleşiyor. Bu arzu doğrultusunda göze alamayacağı hiçbir şey olmadığı da anlaşılıyor.
İşte tam da bu yüzden Oswald’ın karakterinin anti-kahraman olarak değil, saf bir kötü adam olarak çizilmesi çok önemliydi. Çünkü kendini sevdirme kaygısı taşımayan, aksine seyirciyi dahi manipüle eden bir figür olması gerekiyordu. Gotham’ın yozlaşmış atmosferinde ayakta kalmak için Cobblepot, insanlara acımasız davranmak, ihanet etmek ve zaman zaman onları ezmek zorunda kalıyor.
Penguin’in karakterinin derinleşmesi, Gotham’ın karanlık atmosferinde daha belirgin hale geliyor. Geçmişte yaşadığı hayal kırıklıkları ve sosyal dışlanma, onu Gotham’da bir yere sahip olma arzusuyla besliyor. Oswald, çevresindekilere karşı acımasız, çıkarcı ve bencil davranarak kendini koruma mekanizmasını aktif tutuyor. Her bölümde sınırları aşıyor ve ne kadar bencil ve soğukkanlı bir figür olduğunu görüyoruz. Bu durum, onun Gotham’da yükselme yolculuğunda, özellikle annesi Francis ve Vic gibi karakterlerle olan ilişkilerinde belirgin hale geliyor.
Destekleyici Karakterlerin Önemi: Sophia ve Vic
Diğer yandan Sophia Gigante ise Gotham’ın suç dünyasında var olmaya çalışan bir kadın karakter olarak dizide oldukça güçlü bir rol üstleniyor. İntikam ve güç arzusuyla dolu bir yapıya sahip Sophia’nın Gotham’ın karanlık ve adaletsiz dünyasında ayakta kalmaya çalışması, onun acı dolu geçmişini de açığa çıkarıyor. Özellikle ailesi tarafından ihanete uğramış olması, onu daha karmaşık ve trajik bir figür haline getiriyor. Sophia’nın babası tarafından Arkham’a gönderilmesi, onun içsel savaşını tetikleyen en önemli olaylardan biri olarak sunuluyor.
Vic ise, Penguin’in yanında kendine bir yer bulmaya çalışan genç bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Vic, aslında suça bulaşmak istemeyen ama Gotham’ın getirdiği koşullar nedeniyle bu dünyaya adapte olmak zorunda kalan bir karakter. Vic’in, Oswald ile olan ilişkisi, izleyiciye onun içsel çatışmalarını ve zayıflıklarını gösteriyor. Vic, aslında Oswald gibi güçlü ve acımasız bir figür değil; ancak onunla kurduğu bağ, Gotham’ın karanlık yüzünde bir ışık bulmaya çalışmasına neden oluyor. Bu ilişki, dizinin duygusal derinliğini artıran ve izleyiciyi karakterlere daha da bağlayan bir unsur haline geliyor.
Sophia’nın intikam hırsı ve Vic’in sadakati, dizinin temalarını zenginleştiriyor. Sophia, kendi ailesinin ihanetine uğramış ve Gotham’ın acımasız dünyasında adalet arayan bir figürken, Vic ise dostluk ve güven arayışıyla Oswald’a bağlanıyor. Ancak her iki karakterin de Penguin ile olan ilişkileri, onların trajik sonlarına doğru bir yolculuğa çıkmasına sebep oluyor. Sophia’nın intikam arayışı ve Vic’in dostluk ihtiyacı, her ikisini de Oswald’ın acımasız dünyasına çekiyor. Bu durum, Gotham’ın suç dünyasında ayakta kalabilmek için insan ilişkilerinin bile nasıl manipüle edilebileceğini gösteriyor.
Sophia’nın kalbinden taşan intikam ve Vic’in saf sadakati, her iki karakterin de içsel çatışmalarını açığa çıkarıyor. Sophia, ailesinin ihanetleriyle dolu bir geçmişin acısını taşırken, onu kötülüğe iten etmenleri kabul ediyoruz. Öbür yandan Vic ise kaybettiği ailesinin ardından, yeni bir aile bulduğunu sanmanın saflığı ile sonunu hazırlıyor ve olacakları görsek de, önüne geçemiyoruz. Bu bağlamda, Sophia ve Vic’in hikayeleri, Gotham’da iyiliğin, dostluğun ve adaletin nasıl yok olmaya mahkum olduğunu gösteriyor.
Suç, Yozlaşma ve Karanlık Hüküm Sürüyor
Gotham, Batman evreninde her zaman suç, yozlaşma ve karanlık atmosferin hüküm sürdüğü bir şehir olarak tanımlanmıştır. The Penguin dizisi de bu tanımlamayı en iyi şekilde ele alıyor ve şehri adeta başlı başına bir karakter olarak gösteriyor. Dizinin her bir sahnesi, Gotham’ın yozlaşmış ruhunu ve insanları nasıl boğduğunu hissettiriyor. Bu şehir, suça ve şiddete dair her türlü eylemi barındırırken, izleyiciyi de bu çürümüş ortamın bir parçası haline getiriyor. Gotham’ın sokakları, metroları ve terk edilmiş binaları, dizinin estetiğiyle bütünleşmiş bir atmosfer oluşturuyor.
Dizinin atmosferik yapısı, Gotham’ın karmaşık sosyo-politik yapısını da gözler önüne seriyor. Gotham’da yasalar, adalet ve güvenlik sadece kelimelerden ibaret; gerçekte ise bu kavramların hiçbir anlamı yok. Şehrin yozlaşmış polis teşkilatı, çıkarcı politikacılar ve acımasız mafya babaları, Gotham’ın gerçek yüzünü yansıtıyor. Oswald’ın bu şehirde yükselmesi, aslında Gotham’ın yozlaşmış yapısının doğal bir sonucu olarak görülüyor. Gotham’da bir karakterin başarılı olabilmesi için adalet kavramını bir kenara bırakıp kendi kurallarını oluşturması gerekiyor.
Gotham’ın bu kirli dünyası, dizi boyunca Oswald’ın gelişimine ve yükselmesine de katkı sağlıyor. Oswald’ın yeraltında kurduğu suç imparatorluğu, Gotham’ın adaletsiz yapısının bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Gotham’ın derinliklerinde, yoksul ve çaresiz insanların yaşadığı bölgelerde, Oswald gibi bir karakterin güç kazanması kaçınılmaz bir durum. Çünkü Oswald gibiler, bundan beslenirler.
Bu bağlamda, Gotham’ın yoksulluk, umutsuzluk ve çaresizlikle dolu atmosferi, izleyiciye yine ve yeniden şehrin neden Batman gibi bir koruyucuya ihtiyaç duyduğunu da gösteriyor. Çünkü ekran başında devamlı onun varlığını sorguluyoruz ve ortaya çıkmama sebepleri üzerine arayışa giriyoruz. Ancak, dizinin Batman olmadan da Gotham’ın çürümüşlüğünü bu kadar iyi yansıtabilmesi, dikkat çekici bir başarı.
Tragedya ve Duygusal Çatışmalar
Penguin’in annesi Francis ile olan karmaşık ilişkisi, dizinin merkezinde yer alan trajik unsurlardan biri olarak dikkat çekiyor. Francis, her ne kadar Oswald’a düşkün gibi görünse de, ona olan sevgisi şartlara bağlı bir sevgi olarak karşımıza çıkıyor. Annenin oğluna olan tavrı, Oswald’ı büyük bir yalnızlığa ve güvensizliğe itiyor. Oswald’ın annesi tarafından sürekli eleştirilmesi ve yetersiz görülmesi, onun Gotham’ın suç dünyasında daha acımasız bir lider olmasına neden oluyor. Francis’in, Oswald’ın kardeşlerini kaybetmesiyle ilgili gerçekleri bilmesi ise Oswald’ın suç imparatorluğu kurmasındaki en büyük itici güçlerden biri oluyor.
Finalde annesinin ona olan nefretini öğrenmesi, Oswald’ın duygusal kırılmasını tetikliyor. Annesinin, onu her zaman bir hayal kırıklığı olarak gördüğünü fark eden Oswald, hayatı boyunca aradığı onayı hiçbir zaman elde edemeyeceğini anlıyor. Bu durum, onun Gotham’ın acımasız sokaklarında daha güçlü bir figür haline gelme arzusunu perçinliyor. Oswald, kendisine güvenen bir anne figürünün eksikliğini, çevresindeki insanlara karşı duyduğu acımasızlıkla telafi etmeye çalışıyor. Bu eksiklik, onun karakterinin karanlık yönlerini daha da açığa çıkarıyor, bir tragedyanın ötesine geçiyor.
Bu noktada bir kez daha akla Sophia geliyor. Oswald da Sophia da ihanetler ve kırıklıklar üzerine bir hayatı yaşıyor. Fakat Sophia için empati beslenebilirken, bunu Oswald üzerinden yapmak oldukça zorlaşıyor. Her iki karakterin de yakınları tarafından uğrarken, Oswald’ın çocukluğundan beri yaptıklarından dolayı onun yaşadığı “ihanet” sorgulanabilir hale geliyor. Ancak onları tek bir noktada buluşturan şey yalnızlık oluyor.
Hem Oswald hem de Sophia için kaçınılmaz bir yalnızlıklarını kabul etmek durumunda kalıyor. Gotham’ın adi, çürümüş ve acımasız düzeninde, güven ve sadakat gibi kavramların anlamını yitirmesi, bu karakterlerin duygusal çöküşlerini daha da kaçınılmaz hale getiriyor. Sonuç olarak, Oswald ve Sophia’nın varlığı, Gotham’ın kirli düzeninde birer piyon olmaktan öteye gitmeyi başaramıyor. Sophia, en çok korktuğu yere, Arkham’a dönerken, Oswald gücü ele alıyor fakat ne uğruna?
Suç ve Gücün Simgeselliği
The Penguin, Gotham’ın suç dolu atmosferini yansıtmak için güçlü görsel ve tematik öğeleri de oldukça güçlü, anlamlı ve başarılı kullanıyor. Gotham’ın karanlık ve kasvetli atmosferi, dizinin her sahnesinde izleyiciyi içine çekiyor. Terk edilmiş metro istasyonları, yıkık binalar ve çürümüş sokaklar, Gotham’ın içindeki karanlık yapının bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Bu mekanlar, Penguin’in suç imparatorluğunu kurduğu yerler olarak seçilirken, izleyiciye Gotham’ın çürümüşlüğünü hissettiren güçlü bir atmosfer yaratıyor. Penguin’in yeraltında kurduğu laboratuvarlar ve saklanma noktaları, onun Gotham’ın yeraltı dünyasına olan bağlılığını simgeliyor.
Oswald’ın Gotham’ın karanlık sokaklarında kendine kurduğu bu düzen, onun suç dünyasında nasıl yükseldiğini görselleştiriyor. Dizide, suç ve güç temaları sürekli olarak tekrar edilerek Gotham’ın bu iki kavramla ne kadar iç içe geçtiği gösteriliyor. Oswald’ın güce ulaşma çabası, dizinin her sahnesinde çeşitli sembollerle işlenmiş. Örneğin, eski metro tünellerinde kurduğu laboratuvar, onun bu güç arayışının ne kadar büyük olduğunu ve bu dünyada ne kadar köklü bir yer edindiğini simgeliyor. Bu tematik simgeler, Gotham’ın çürümüş yapısında güç kazanmanın aslında bir karakterin tüm değerlerinden vazgeçmesi anlamına geldiğini vurguluyor.
Dizinin güçlü görsel yapısı, Gotham’ın suç ve şiddetle dolu dünyasının ne kadar karanlık olduğunu tekrar hissettiriyor. Siyah, gri ve kahverengi tonları, Gotham’ın bu atmosferini daha da belirgin hale getirirken; karakterlerin bu kasvetli dünyadaki kırılganlıklarını ve acımasızlıklarını gözler önüne seriyor. Gotham’ın sokaklarındaki gölgeler, her bir karakterin içsel çatışmasını simgeliyor. Oswald gibi bir karakterin Gotham’ın en karanlık köşelerinde yükselmesi, bu şehirde güç kazanmanın yalnızca acımasızlıkla mümkün olabileceğini hissettiriyor. Bu görsel estetik, Gotham’ın suçla ve yozlaşmayla dolu doğasını bir kez daha öne çıkarıyor.
Penguin’in suç dünyasında yükselişini anlatan bu semboller ve görsel temalar, dizinin atmosferini daha da yoğunlaştırıyor. Gotham’ın çürük yapısı, sadece fiziksel bir alan değil, aynı zamanda karakterlerin ruh hallerini yansıtan bir alan olarak da kullanılıyor. Penguen’in suç imparatorluğunu kurduğu bu kasvetli mekanlar, onun psikolojisini ve Gotham’ın dibe batmış yapısını simgeliyor. Böylece dizi, görsel estetiği ve tematik simgeleriyle Gotham’ın sadece bir şehir değil, aynı zamanda bir cehennem olduğunu hissettiriyor. Bu cehennemde hayatta kalmanın bedeli ise çok ağır.
Karakterlere Derinlik Katan Güçlü Performanslar
The Penguin dizisi, yalnızca hikayesiyle değil, aynı zamanda karakterlerine hayat veren oyuncuların performanslarıyla da öne çıkıyor. Her bir oyuncu, karakterlerini benzersiz kılan dokunuşlarıyla dizinin atmosferini tamamlıyor ve Gotham’ın karanlık dünyasını daha etkileyici hale getiriyor. Bunda özellikle dört oyuncunun çok büyük katkısı var: Colin Farrell, Cristin Milioti, Rhenzy Feliz ve Deirdre O’Connell.
Colin Farrell, Oswald Cobblepot karakterine muazzam bir karizma kazandırıyor. The Batman filmindeki performansıyla övgüler alan Farrell, bu kez dizide Penguin’in suç dünyasındaki yükselişini daha da detaylandırma fırsatı buluyor. Farrell, karakterin fiziksel özelliklerinden psikolojik derinliklerine kadar incelikle işleyerek Oswald’ı etkileyici bir şekilde canlandırıyor. Prostetik makyajla değişmiş fiziksel görünümüne rağmen Farrell, yüz ifadeleri ve beden diliyle karakterin her anını güçlü bir şekilde aktarıyor. Oswald’ın acımasızlığı, hırsı ve kırılgan yanları Farrell’in performansında iç içe geçerek izleyiciyi kendine çekiyor.
Cristin Milioti, Gotham’ın acımasız suç dünyasında yer edinen Sophia Gigante karakterine hayat veriyor. Milioti, Sophia’nın geçmişindeki ihanetler ve ailesinden aldığı yaralarla harmanlanmış karmaşık yapısını başarılı bir şekilde yansıtıyor. Sophia, sert ve dirençli bir kişilik olarak görünse de Milioti’nin performansı karakterin içsel kırılganlıklarının da mükemmel yansımasını sağlıyor. Milioti, karakterin travmatik geçmişini incelikle canlandırarak, Sophia’nın Gotham’da intikam peşinde koşan bir kadın olarak güçlü bir konuma yerleşmesini heyecan verici kılıyor. Bu performans, Sophia’yı sadece bir yan karakter olmaktan çıkararak hikayenin merkezinde önemli bir yere taşıyor.
Rhenzy Feliz, Penguin’in yanında yer alan ve onunla güçlü bir bağ kuran genç karakter Vic’e hayat veriyor. Feliz, karakterinin saflığı ile Gotham’ın kirli dünyasına adapte olma çabası arasındaki çatışmayı mükemmel bir dengeyle sunuyor. Vic, Oswald’a sadakati nedeniyle zamanla daha karanlık bir yolculuğa çekilse de Feliz’in yorumuyla karaktere karşı bir sempati oluşuyor. Vic’in içsel çatışmaları ve yanlış kişiye sadakat gösterme trajedisi, Feliz’in performansında belirgin hale geliyor ve izleyiciyi karakterin içsel yolculuğuna ortak ediyor. Bu da Vic’i dizinin en dokunaklı ve etkileyici karakterlerinden biri yapıyor.
Deirdre O’Connell, Penguin’in annesi Francis Cobblepot rolünde karakterin karmaşık ve ikiyüzlü yapısını başarılı bir şekilde aktarıyor. Francis, oğluna duyduğu sevgi ile ona olan nefreti arasında gidip gelirken, O’Connell’ın performansı karakterin bu karmaşık duygularını kusursuzca yansıtıyor. Francis’in Oswald’a karşı acımasız ve talepleri yüksek tavırları, onun kişiliğinin Penguin üzerindeki etkisini gözler önüne seriyor. O’Connell, Francis’in oğluna olan kırılgan sevgisini ve öfkesini ustalıkla bir araya getirerek, Gotham’ın en acımasız karakterlerinden birini yaratıyor. Böylelikle, Oswald’ın karakter gelişiminde büyük rol oynayan etkileyici bir performans sunuyor.
Batman’in Varlığının Önemi
Son sözleri söylemek gerekirse, dizinin finaliyle birlikte Oswald’ın Gotham’ın suç dünyasında artık önemli bir güç haline geldiğine tanık oluyoruz. Gotham’da yükselirken birçok kişiyi ezip geçen ve acımasızlığıyla ün kazanan Penguin, Batman’in karşısına çıkabilecek kadar güçlü bir tehdit olarak sunuluyor. Dizi, izleyiciye Penguin’in artık Gotham’da gerçek bir suç lordu olarak yer edindiğini gösterirken, onun artık bir kahraman tarafından durdurulması gerektiğini hissettiriyor. Penguin’in yükselişi, Gotham’ın çürümüş yapısının en üst noktasında kendine yer bulmasıyla sonuçlanıyor.
Oswald’ın Gotham’ın suç dünyasında zirveye çıkması, Batman gibi bir karakterin neden bu şehirde bulunması gerektiğini de anlatıyor. Oswald gibi acımasız ve çıkarcı bir karakterin Gotham’da en yüksek konuma ulaşması, Batman’in bu şehri neden koruması gerektiğini ortaya koyuyor. Dizi, Batman’in varlığını hissettirse de onun devreye girmesi gerektiğini düşündüren olayları daha çok Oswald’ın hikayesi üzerinden aktarıyor. Bu durum, izleyiciye Gotham’ın yozlaşmış dünyasında bir kahramanın ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu hissettiriyor.
Penguin’in Gotham’daki yükselişi, Batman ve Oswald arasında kaçınılmaz bir karşılaşmanın habercisi olarak yorumlanıyor. Gotham’ın karanlık yapısında güç kazanan Penguin, şehrin savunmasız ve çaresiz insanları üzerinde bir tehdit haline geliyor. Bu noktada Batman’in, Gotham’ın bu tehlikeli suç lorduna karşı harekete geçmesi gerektiği fikri belirginleşiyor. Penguin’in suç imparatorluğunun zirvesine ulaştığı an, Batman’in bu çürümüş düzeni temizlemek için sahneye çıkması gerektiği noktaya işaret ediyor. Böylece, Oswald’ın yükselişi, Batman’in Gotham’daki varlığının önemini bir kez daha vurguluyor.
The Batman 2‘de olayların nasıl işleneceği bilinmese de Penguin’in kısa bir süreliğine de olsa filmde yer alacağını biliyoruz. Bu kısa süre zarfında aralarında ne yaşanırsa yaşansın, Batman’in oldukça gergin olacağı kesin. İlk filmde bir nevi “yancı” olarak görünen Penguin, bu kez çok daha özgüvenli olacak ve Batman karşısında nasıl bir duruş sergileyeceği merak konusu.
Bu noktada akıllara Jeph Loeb ve Tim Sale imzalı Batman: The Long Halloween (1996) çizgi romanından bir diyalog geliyor:
Batman: “Her zaman karanlıkta, kurnazlığınla saklanırsın, Penguin. Peki, korktuğun şey ne? Adaletten mi kaçıyorsun?”
Penguin: “Korkmak mı? Hayır, Batman. Ben sadece, senin gibi duygusal şeyler için zaman harcamam. Her şey benim kontrolüm altında, hatta Gotham bile!”
Ferit Doğan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar