The Square filmi, Oscar’ın Yabancı Film Kategorisinde bu senenin en iddialı filmlerinden. Yönetmen Ruben Östlund’un, The Tourist filminden sonra adeta şaha kalkışı da diyebiliriz. The Square, 2017’nin de Cannes Film Festivali’nin Altın Palmiye kazananı.
The Square ülkemizdeki ilk prömiyerini de Filmekimi festivali ile yaptı. Festivalde de Türk seyircisinin epey dikkatini çekti.
Film, günümüz sanat dünyasına başlı başına eleştirilerle dolu. Sadece günümüz sanat dünyası değil. Şehir insanının birbirinden git gide kopuk yaşamaya başlaması da eleştiriliyor. Fakat, filmin temel yapısını oluşturan mesele de: “güven”. İnsanlar artık birbirine güvenmiyor. Ruben Östlund da bunu bizler için resmetmeye çalışmış. Kare adlı Sergi’nin küratörü olan Christian ise filmin ana karakteri. Film, Christian ekseninde dönüyor ve bizlere anlattığı şeyi Christian üzerinden yapmaya çalışıyor. Christian, İsveç’in “tipik” denilebilecek elitlerinden. Halk ile arasında büyük bir fark var. Halk ile iletişimi yok denecek kadar az.
Küratörü olduğu serginin teması da “güven”. O yüzden sergiye girerken sizlere sorgulamalar yapıyorlar. Güveninizi test edecekleri şeyleri yani. Bu, gerçekten çok güzel bir fikir fakat bunu uygulayabiliyor muyuz bu daha önemli? Peki Christian serginin küratörü olmasına rağmen bunu uygulayabiliyor mu? Film, böyle çelişkiler barındırıyor içinde.
Bizler de soru soruyoruz haliyle?
Kişisel olarak dikkatimi çeken sahnelerden biri de, Christian’ın Anne’in evine gittiği zaman, beslediği maymunu görmesi. Hatta o maymunu gördükten sonra filme odaklanamadım, maymun üzerine düşündüğümü fark ettim. Hareketlerimizin sınırlı olduğunu, artık belirli kalıplar içine girdiğimizi ve oradan da çıkamadığımızı düşündüm. Aslında yönetmenin vermek istediği mesajlardan biri de bu. Sınırlı hareket alanları, hiç kimsenin içinden gelen şeyleri yapmaması gibi. Sevişme esnasında bile birbirlerine güvensizlik mevcut Christian ve Anne karakterinde.
Birbirinden kopuk yaşamlar, güvenli bir kare arayışı… İsveç elitlerinin bu kopuk yaşamlarını, aslında ülkemize de uyarlamak mümkün. Artık çoğu ülkede böyle kopuk yaşamlar görüyoruz birbirinden.
Filmin en dikkat çeken sahnelerinden biri de, performans sanatçısı olan Terry Notary’nin performansıydı. Hatta bu performans filmin kapağı da oldu. Amacına hizmet eden bir performanstı. Sonuna kadar da gitti. Christian bile bir noktadan sonra güvenini kaybetti.
Bu arada sergide tuhaf “sanat eserleri” görüyoruz. Burada da, günümüz sanat sergilerine bir eleştiri var. Sanat eserleri artık absürt mü olmak zorunda? Alışılagelmemiş sanat eserleri sunmak onun güzel olduğu anlamına gelir mi?
Sadece bunlar ile sınırlı da değil, mülteci sorunu hakkında da film bizlere ışık tutuyor. Christian karakterinin, mülteci bir çocukla yaşadığı yanlış anlaşılma ve çocuğa bir nevi psikolojik eziyet etmesi de, günümüzde mültecilere ve yabancı uyruklu vatandaşlara ikinci sınıf muamele yaptığımızı gösteriyor.
Maddi durumu iyi olan “elit” vatandaşların bile elini cebine atmadığı bir zamanı göstermeye çalışmış Östlund. Cüzdanını bulduktan sonra, “nasılsa kaybedecektim bu parayı” güdüsü ile, tüm parasını dilenciye vermesi de, bunun göstergelerinden biri.
Filmin dikkat çeken noktalarından biri de, “viral” konusu. Reklamın iyisi ya da kötüsü olmaz mıydı gerçekten? “Kare” sergisinin reklamını yapmak isteyen Christian ve ekip arkadaşları, anlaşma yaptıktan sonra anlaşma yaptıkları kişiler, sanat galerisi ile ilgili reklam videosunu Youtube’a yüklüyor. Bu arada şunun da altını çizmek gerekir ki artık YouTube çok ama çok güçlü bir iletişim aracı. Büyük kitlelere sesleniyor.
Video, tahmin edildiği gibi viral oluyor fakat “iyi bir kampanya ile mi?”. Bunun cevabı hayır. Buradan, “etik” anlayışına da bir gönderme yapıyor yönetmen. Reklamın iyisi kötüsü olur mu? Sınırlar var mıdır? Buna karar verecek olan ise seyirciler.
Yanyana yaşanılan hayatlardaki uçurumlar, ilişkilerdeki kopukluklar, yargısız infazlar ve en önemlisi de insanların birbirine olan güvensizliği.
Östlund, Kare’de bizlere en nihayetinde insan olduğumuzu hatırlatmak istiyor. İnsanı güdülerimiz olduğunu. Ve bunlardan ne derecede uzaklaştığımızı. Bunları anlatırken de sinematik dili epey acımasız ve sarsıcı. Seyirciye adeta tokat gibi çarpıyor filmde olanlar. Fakat bunları da yavaş yavaş yapıyor.
Altın Palmiye’li Kare, sadece bugüne değil; geleceğimize de ışık tutuyor.
Comments