“Tanrı olmadığı, dünya bomboş olduğu ve birbirimize yaptıklarımızın bir önemi olmadığı için mi acaba? Umarım öyle değildir.”
Six Shooter adlı ilk kısa filminin ardından kendine has sinemasının sinyallerini veren tiyatro yazarı Martin McDonagh, In Bruges ile hayatın içinden gelen absürd bir hikaye ve anlatı yapısı kurarak kariyerinde büyük bir yükselişe geçmişti. Keza Seven Psychopaths’i de seven biri olarak Martin McDonagh’ın Three Billboards Outside Ebbing, Missouri ile yalnızca filmografisinin değil son yılların en iyi yapımlarından birisine imza attığını söylemek abartı olmaz. Başrolde yer alan usta oyuncu Frances McDormand unutulmaz bir performans sunarak şimdiden akıllara kazındı. Ayrıca Oscar’da tam 7 dalda aday olan filmin güçlü bir rakip olduğunu ve en az 3 dalda ödül kazanacağını düşünüyorum.
Kızını yakın zamanda kaybeden Mildred, aylarca polislerin suçluları bulması için beklemiş ancak bekleyişleri bir sonuca bağlanmamıştır. Bulunamayan suçlular davanın kapatılmasına sebep olmuştur. Buna karşılık sessiz kalmak istemeyen anne dahiyane bir fikirle tüm kasabının bu vakayı unutmaması ve polislerin davanın üzerine gitmesini sağlayabilmek amacıyla Şerif Willoughby’nin evine giden yoldaki üç reklam panosuna yazılar yazdırır. Az bir ömrü kalan şerif, kendi rahatsızlığıyla uğraşırken bu durum tuz biber olacaktır. Odak nesne olan reklam panoları, Mildred’ın adalet arayışının simgesi haline gelir. Nasıl olsa reklamlar artık mücadelelerin yardımcı ögeleri olabiliyor.
“Bir vakayı toplumun gözü önünde tuttukça, vakanın çözülme şansı da bir o kadar artıyor.”
Bir tarafta tüm kasabayı yanına alan şerif, diğer tarafta kendi adaletini kendisi sağlamaya çalışan bir anne. İki kişi arasında süregelen çatışma kasabanın Mildred’a karşı cephe almasına dönüşür. Herkes zor bir süreç geçiren şerifin yanındayken büyük bir kayıp veren anneyle empati kurmayı denemez. Tabii ki istisnalar söz konusudur ama bu azınlığı geçemeyecek bir boyuttadır. Onun derdi ne polislerle ne de diğer insanlarladır. Ancak insanlar zamanla onun bu durumu kişiselleştirdiğini düşünerek şerife kasten zarar vermeye çalıştığı yanılgısına kapılır. Halbuki o kendisini de aile içerisindeki sıkıntılar yüzünden suçlu hissetmektedir. Kızının gidişinin içten içe onun suçu olduğunu düşünür. Bunu kırabilmek adına da “gerçek” suçluları bulmak ister. Halkın şerifi destekliyor onların oluşu devlete olan inancı, bağlılığı ve güveniyle özdeşleştirilebilir. Halk, adalete ve hukuka bağlı düşündüğü sistemin etik olmayan bir şekilde ilerlediğini fark edemez. Bir nevi yıllarca alışılagelmiş oldukları düzenin bozulmasından korkarlar. Sorgulama ihtiyacı dahi gütmemeleri paralel dönemdeki birçok yönetimin izdüşümü niteliğindedir.
Şunu düşünmek gerekir: Günümüzde yönetenler adaletten daha üstün bir konumda mıdır? Filmin yorumuna göre de öyledir ve bu vahim bir olgunun göstergesidir. Yönetilenlerin kendi adaletini yine kendilerinin sağlamaları o halde etik açıdan kabul edilebilir. Mücadelesine ortak olduğumuz Mildred’ın haklılığı tartışılmaz bir biçimde gözler önündedir. Diğer yandan şerifin anti bir karakter olmadığını gözlemliyoruz. Tam anlamıyla ona kızamıyor hatta üzülüyoruz. Ki bir süreden sonra şerif dönüşümünü gerçekleştirerek Mildred’ı desteklemesiyle bu tezi bizzat kendisi kanıtlıyor. Herkesten önce sistem içerisinde var olan kişinin durumu tartması küçük ama nitelikli bir uyanışın simgesidir.
“Öfke, daha fazla öfke peydah eder.”
Sessiz insanların fikirlerini yükses sesle ifade edenlere kıyasla ciddiye alınmadığı gibi bir algı vardır. Bu sebeple toplum onları kendi içlerine kabul etmek amacıyla öfkeli bireylerini kendi elleriyle yaratır, yetiştirir. Tam bu noktada Mildred’ın öfkesini şimdiye nazaran önceki sessizliğiyle bağdaştırabiliriz. Ve biliriz ki kendisinin de söylediği gibi bu duygunun sonu yoktur; kaosuna kaos katarak kendisinden uzaklaşmasına dahi sebep olabilir. Ancak böyle bir durum söz konusuyken biraz sınırı aşmış olmak beyaz bir yalan söylemeye benzer. Belki de kayıpların eşitliği biraz olsun gözden kaçırılabilir.
Three Billboards Outside Ebbing, Missouri kendi içerisinde ironiyle izleyiciye farklı bir bakış açısı yaratıyor. Adalet teması başlığında devam etmesine rağmen şiddetin kontrolsüzlüğü karşılıklı olarak devam ediyor. Özellikle Sam Rockwell karakterinin canlandırdığı Dixon’ın sınırının olmaması olayların dışına çıkarak kısa bir toplum manzarası çiziyor. Dixon’ın şiddet uygulamaktan çekinmemesi, homofobik davranışları ve rahatsız edici konuşmaları klasik bir tiplemenin göstergesi. Temelinde annesinin fikirlerinden dışarı çıkmayan, sosyal bir hayata sahip olmayan pasif bir karakter, bunun da sinirini insanlara zarar vererek çıkartmaya çalışır. Zamanla kusma yöntemi gerçek bir kusmaya doğru evrilmeye başlar.
Her karakter hem sempatik hem de antipatik özellikleriyle karşımıza çıkıyor.
Bu bağlamda iyi çalışılmış olan kişiliklerin gerçek yaşama yakınlığı olaylarla empati kurmamızı kolaylaştırıyor. Karakter arasındaki etkileşimler, senaryonun bir yapboza dönüşmesine neden oluyor. Her karakter evrilme aşamasında ve evrilme sonrasında bir başka kişiyle iletişimde bulunarak bir haritada gittiği, gitmek istediği yerleri işaretliyor. Aynı zamanda o harita önemli bir definenin yerini gösteriyor gibi. Sonuç olarak herkes bunun arayışında ve ödül ise kendilerinin sağlayacağı adalet.
Martin McDonagh’ın her filminde kullandığı kara mizah, bu filmde daha fazla hakimiyete ulaşarak ağır bir dramı izleyicinin duygularını sömürmeden sade ve keskin bir dille sunuyor. Film katı bir gerçeklik üzerinden emin adımlarla ilerleyerek sekteye uğramadan amacına ulaşıyor. Birçok yan hikayeyi barındırmasına rağmen türevlerine kıyasla ilgi odağını kaybetmemiş olması senaryonun başarısını kanıtlar nitelikte. Katman katman işlenmiş senaryonun yanında başarılı oyunculukları da bünyesinde barından film, Donagh’ın yönetimiyle geçtiğimiz yılın en önemli yapımlarından biri olarak hafızalarımızda yer ediniyor.
Yorumlar