Bence George Miller‘ın harika bir kariyeri oldu. Film çalışmalarının çoğu Mad Max serisi etrafında dönmüş olsa da, Happy Feet ve The Witches of Eastwick gibi çeşitli işler de yaptı. Bu, şimdiye kadarki en eklektik filmi olan Three Thousand Years of Longing ‘e yol açan karışık bir kariyer. En iyi işi olmasa da, Three Thousand Years of Longing son derece kişisel bir film gibi görünüyor.
Three Thousand Years of Longing ’in büyük bir bölümü, ana karakterimiz Alithea’ya hayatını anlatan Cin ile ilgili. Cin’in yolculuğu ve deneyimleri hem onun karakterini hem de karmaşık insan görüşünü şekillendiriyor. Cin’in acı, özlem ve pişmanlıkla dolu 3 hikayesi de harikaydı. Hikayelerin içlerinde o kadar harika şeyler var ki, Alithea’nın ve Cin’in yanına oturup onların bu harika muhabbetlerine eşlik etmek istedim. Alithea, Three Thousand Years of Longing ’de dilek dilemeği içeren bir hikayenin eğitici bir hikaye olduğunu birden fazla kez vurguluyor. Çoğumuz en içteki arzularımızın bize verilmesini isteriz ama aynı zamanda bunları hiçbir zorluk veya fedakarlık olmadan elde edebileceğimize inanacak kadar safız. Ve yine çoğumuz akıllıca bir karar olsa da olmasa da yüreğimizin arzuları için Cin’in bize sunduğunu 3 dilek hakkına düşünmeden atlardık, ancak Alithea Cin ile karşı karşıya kaldığında daha ölçülü ve temkinli davranıyor. Alithea’nın ondan hemen şüphelenmesi sonucunda Cin’in onun neden dilek dilemesi gerektiğini anlaması için hikayeler anlatmaya başlıyor.
Bu bölümler yer yer iyi , yer yer vasat CGI, kostüm ve set tasarımları ile destekleniyor. Film görsel olarak kötü durmuyor ama orta seviye bir bütçe yerine biraz daha yüksek bir bütçe ile daha güzel gözükebilirmiş. Geçmiş dönemlerde ki entrikalardan, savaşlardan vb. şeylerden fazlaca bahsetmesine rağmen Three Thousand Years of Longing, günümüz filmlerinde çok nadir bulduğum rahatlatıcı bir sıcaklığa sahip. Sanki biri bana harika bir kitap okuyormuş da zihnimde uzun zaman önceki o dönemlere seyahat ediyormuş gibiydim.
İzlerken Cin’in geçmişi ve geleceği hakkında daha fazla şey öğrenmek istedim ama Alithea’ya inançları veya seçimleri için kızmasam da onunla güçlü bir bağ kurmayı benim için engelledi. Bu kesinlikle benim için filmin ikinci yarısından, ilk yarısı gibi keyif almamama neden oldu. Idris Elba ve Tilda Swinton, birçok prestijli projenin kadrosunda görebileceğimiz isimler. Tilda ana karakterimiz Alithea’yi canlandırıyor ve ben onun karakterine aşık olmasam da bu onun performansının suçu değildi. Alithea’nın empati yeteneği hem de inançsızlığını askıya alma istediği sonucu içinde yaşadığı mutsuzluğu görmemizi sağlıyor. Alithea’nın hayatındaki neşeyi yeniden keşfetmesini çok istedim. Anlatıdaki bazı eksikliklere rağmen Tilda Swinton Alithea karakterini bize elinden en iyi gelen şekilde göstermeyi başardı. Ama yine de Idris Elba benim için çok daha fazla dikkat çekiciydi. Senaryo ona daha sevimli bir karakter veriyor olsa da samimiyeti ve sahneden sahneye tüm duygu yelpazesini yönetme yeteneği ile, Three Thousand Years of Longing ’in başarına liderlik ediyordu. Farklı dillerde konuşması ve jestlerini gerçekten çok iyi kullanması ile Cin’in yaşadığı eziyeti ve üzüntüsünü de çok iyi anlıyoruz. Oyuncu kadrosunun geri kalanı hakkında olumlu düşüncelere sahip değilim. Performanslar arasında bariz bir fark olduğunu izlerken hızlıca anlayabiliyoruz.
Her ne kadar bu filme övgüler yağdırmak istesem de, Cin, hem Alithea’yı hem de bizleri zaman içindeki deneyimleri ile cezbederken, bu bölümleri büyüleyici bulduğumu daha önce de ima etmiştim. Sorun, biz İstanbul’dan ayrıldıktan ve Alithea’nın normal hayatına döndükten sonra ortaya çıkıyor, film aynı hissi tekrar yakalayamıyor ya da Alithea’nın daha güncel sorunlarına odaklanabilmem için beni ikna edemiyor. Film elbette bir felaket değil ama Three Thousand Years of Longing ivmesini zamanla kaybediyor ve hikayenin orta kısmı çok güçlüyken sonlara doğru hikaye sönmeye başlıyor. Filmin 2/3’e geldiğimizde sona ereceğini düşünmüşken, daha sonra filmin sonuna ne kadar kaldığını görünce şaşırdım. Seçilen son, filmin ne hakkında olduğunu vurguluyor olsa da daha erken de bitirilebilirmiş veya bu uzunluktayken konuyu daha kapsamlı bir şekilde anlatabilirlermiş diye düşündüm.
Three Thousand Years of Longing ‘e genel olarak baktığımda aşık olamadım ama filmden baya mutlu ayrıldım. Filmi parçalara bölersek bazı parçaları daha keyifliyken, bazı parçaları ise birçok karakteri içine alarak ilerlediğinden hikayenin ağırlığı altında ezilmekten kurtulamıyor. Ancak George Miller‘ın hikaye anlatma yeteneği ve yönetmenlik çabalarını burada takdir ediyorum. Yazılan hikayenin ne kadar iyi olduğunu düşününce bazı sorunlara rağmen benden geçer not almayı başarıyor. Görselliği ve hikayesi ile film, sinemada görülmeye değer.
Comments