Vittorio de Sica, oyuncu ve yönetmen olarak İtalya ve dünya sineması için oldukça önemli bir yerdedir. Fakat de Sica’yı diğerlerinden ayıran 2 filmi var ki kendisini tarihin en önemli yönetmenleri arasına koyar. Roma, Open City ile açılışını yapan ve sinema tarihine yön verecek olan İtalyan Yeni Gerçekçilik akımı, 10 senelik ömründe birbirinden güzel filme aracı olmuştur. Bunların en önemlisi, dramın babası olarak adlandırılan, İtalya gerçekçiliğinin imza filmi olan Bisiklet Hırsızları, Vittorio de Sica’nın kamerasından çıktı. 10 yıllık akımın en önemli filmine imza atan yönetmen aynı şekilde akımı kapatan filme de imza attı: Umberto D.
Akımın amatör özelliklerini iki filmde de sonuna kadar kullanan yönetmen, tarih boyunca unutulmayacak 2 filme imza attı. Hele ki kendisinin dönemin “havuz” filmlerinden olan “beyaz telefon filmlerinde” oyuncu olduğunu düşünürsek, fikrini değiştirip gerçekleri anlatmaya başlamasıyla da takdir edilesi biridir.
Umberto D., köşeye ayırmak istediğim bir filmdir çünkü akımın en önemli filmi olan Bisiklet Hırsızları’nın eriştiği popülariteye hiçbir zaman ulaşamamıştır. Hatta yeteri kadar değerinin bilinmediğini bile söyleyebilirim. Dram denince aklıma belki de gelen ilk kişidir Umberto amca. Gerçek bir dram nasıl olur, hayatın/dönemin gerçekleri nasıl böylesine bire bir anlatılabilir diye ders olarak verilmesi gerekir Umberto amcanın dramı. Kalbinize asla geçmeyecek bir acı bırakacak olan film, hiçbir noktasında sahtelik ve arabesk barındırmıyor. Abartısız, saf bir gerçeklik. Tam da döneme uygun bir kapanış.
İtalya’da ciddi bir kriz vardır. Malum, savaş. Gücü vakti yerinde olan insanların bile iş bulmakta zorlandığı bir dönemde yaşlı Umberto haliyle iş bulmakta zorlanmaktadır. İş bulamadığı ve emekli maaşı yetmediği için evinin kirasını ödeyemeyen Umberto amca geçinebilmek için çok değerli kitaplarını satmaya başlar. Umberto’nun tek derdi hayatta kalmaktır. Köpeği Flike dışında dostu olmayan Umberto amca günden güne umutsuzluğa kapılmaya ve hayattan kopmaya başlar.
Akımın efsane senaristi Cesare Zavattini’nin kaleminden çıkan senaryo dönemin İtalya’sını ilk defa yaşlı bir bireyin gözünden anlatmıştır. Bisiklet Hırsızları’nın da senaryosunu yazan efsane senarist, sokağın gerçeğini kalbi sıkıştıracak türden bir gerçeklik ile aktarıyor Asıl mesleği gazeteci olan Zavattini, gözlem yeteneğini akımın en önemli filmlerine dönüştürmüştür. Kameranın sokağa çıktığı; doğal ışığın stüdyonun yerini aldığı döneme yönetmen Vittorio de Sica da fazlasıyla uymuştur. Öyle ki filmin başrolü Carlo Battisti, aslında bir oyuncu değil, sokakta tanıştığı ve yüzünü beğendiği bir fizik profesörüdür. Vittorio de Sica için de önemli olacak ki, belki de kendisine anılarını hatırlattığı için, filmi babasına adamıştır.
Filmin benim için de yeri ayrıdır çünkü markalaşmış Bisiklet Hırsızları’ndan çok daha derin ve yıllardır unutamadığım bir film olmuştur. Hala filmi düşündüğümde, hatta bu satırları yazarken gözlerim dolar. Umberto amca ve köpeği Flike’ın hikayesi can sıkıcı derecede gerçekçidir. Yaşlı bir adamın çaresiz kalışı, güçsüz ve aciz haline rağmen çaresizlikten kurtulmaya çalışması ve bunu yaparken, her şeye rağmen etrafındaki insanların, özellikle de köpeğinin iyiliğini gözetmeye çalışması yüze bir tebessüm yerleştirirken aynı zamanda kalbe acı veriyor. Eli ayağı düzgün insanlar bile iş bulamayıp evlerindeki çarşafları satarken yaşlı bir adamın kriz döneminde hayatta kalma çabası, dönemin zorluğunu en güzel vurgulayan örneklerdendir. Gençler yaşar da, ya yaşlılar?
Özellikle filmin finali reddetmek istediğim bir gerçekliği barındırıyor. Umutsuz kaldığımız anlarda etik değerlerimize aykırı hareketlerde bulunabiliyoruz. Bazen göze ya da kulağa hoş gelmese de doğru olanı yapmak gerekir. Bilgelik ve tecrübe burada yatar. Umberto amcanın finalde aldığı karar, belki de o dönem yaşamış birçok kişinin almak zorunda olduğu bir karardır. Köpeğini her şeyden çok sevse de geminin battığı aşikardır ve köpeğini de kendisi ile beraber dibe sürüklemek istememektedir. Umberto amca, çok sevdiği köpeğine kötü davranarak gitmesini sağlar. Flike, en başta gitmek istemese de en sonuda arkasını dönüp gider. Onun gidişiyle de İtalyan Yeni Gerçekçiliği biter. Akımın son filmi, Flike’ın ufukta kaybolması ile final yapar.
Ingmar Bergman’ın izlediğim en iyi film dediği Umberto D. günümüzde – yukarıda da belirttiğim gibi- maalesef yeterli ilgiyi görmemiş bir İtalyan Yeni Gerçekçilik filmidir. Sahte arabeskten ve göz boyayan abartısından uzak; yaşanan her şeyin gerçekçi bir şekilde işlendiği nadir dram filmlerinden biridir.
Bittiğinde, insanı koltuğa çivileyen, içinizde koca bir acı bırakan bir yapısı vardır. Flike’ın uzaklaşırken attığı her adımda Umberto amcanın da umutları uzaklaşmaktadır. Savaşın topluma yerleştirdiği ümitsizliğin tohumlarıdır bunlar aslında. Umberto amcanın çaresizliği ve Flike’ın uzaklaşmasını her düşündüğümde, canım sıkılıyor. İşin kötüsü, sadece film deyip de geçemiyorsunuz. Çünkü Zavattini’nin hikayesi, dönemin ta kendisi.
Yorumlar