“Bir insan hayatın anlamını ve değerini sorgulamaya başladığı anda o hastadır.”
Freud
2014 yılında bir Filmekimi kapsamında izlediğimiz It Follows’un yönetmeni olan David Robert Mitchell, 4 sene sonra yepyeni filmi ile yine bir Filmekimi ile karşımıza çıkıyor. It Follows üzerine sayfa sayfa yazacak kadar seven biri olarak kendisinin yeni filmini sabırsızlıkla bekliyordum. Fakat fragmanını izlediğimde gerilim olduğunu düşündüğüm film oldukça farklı, acayip bir çalışma çıktı. Yönetmenin, kişisel filmi gibi duran Under the Silver Lake, anlaması oldukça zor, karışık ama bir o kadar da estetik, ilginç bir film. Filmi, eminim ki kimse tam olarak anlamadı. Ben de tam olarak anlamadığım için, hiçbir makaleye dayanmadan, filmi övmeden ya da yermeden sadece ne gördüğümü açıklamaya çalışacağım. Bir konuda emin gibiyim: Film, anlam aradığımız şu dünyada aslında her şeyin anlamsız olduğunu anlatıyor.
Filmin konusuna değinecek olursa… Andrew Garfield’ın canlandırdığı Sam, Los Angeles sokaklarında kendini kaybetmiş, ne yaptığını bilmeyen ve artık bilmek de istemeyen, rastgele hayatına devam eden biri. Hayatı o kadar anlamsız ki, anlam arayışı onu çoğunlukla sekse yönlendiriyor. Birgün, karşı apartmanına bir sarışın taşınır ve Sam tabii ki kendisiyle de sevişmek ister. Öyle ya da böyle yakınlaşmayı başarır fakat bir sonraki gün kadının evi toptan boşalttığını ve taşınıp gittiğini öğrenir. Bunu takıntı haline getiren Sam, sevişemediği kadını bulmak için Los Angeles sokaklarında gizemli bir yolculuğa çıkar.
Sam, oldukça anlamsız bir hayat içerisinde ki bunu da sorgulayan biri. İnsanların ona sorduğu sorulara takılıyor. İnsanların bir işlerinin olması ya da bir ünvanlarının olması gerekliliğine inanmıyor. Fakat hayatın gerçekleri de bunları gerekli kılıyor. Sam, bunlara ne kadar inanmasa da icra memurları onu evden atmak için gün sayıyorlar. Onun bu umarsız, anlamsız, sekse düşkün hayatı karşı apartmanına Sarah’nın taşınmasıyla değişiyor. İletişime geçtiği hatta yakınlaştığı Sarah, bir sonraki gün apar topar toplanarak evden çıkar ve Sam, bunu takıntı haline getirir. Bir insan gecenin bir vakti neden taşınır? Araştırmaya koyulan Sam, bizi bir dedektiflik hikayesinin içine sürükler. Anlamsız, boş görüntüler bir anda modern kara film örneğine dönüşür. Kurgu, dedektif filmlerindeki temelleri kullanmaya başlar; müzik, kara filmlerdeki tekinsiz müziklere dönüşür. Biz de Sam ile beraber, tekinsiz, nereye gideceği belli olmayan bir yolculuğa çıkarız.
Filmde sürekli ne olduğunu anlayamadığımız şeyler olur. Koşarak kaçan herkesten gizlenen tek gözlü bir korsan, mağazaya bırakılan gizli fanzin, amacının ne olduğu bilinmeyen partiler ve bu partideki acayip insanlar. Sam, Sarah’ın evine giren ve Sarah’ın eşyalarını alan 3 kadını takip etmeye başlar. Üç rakamı filmde sürekli vurgulanan bir rakam. Özellikle kadınlar ve birçok detay karşımıza üçleme olarak çıkıyor. Eskort servisindeki kadınlar üçleme, gelinler üçleme, müzik grubu üçleme, arabaları çizen çocuklar üçleme ve daha da ilginç bir detay, Sam’in film boyunca seviştiği kadın sayısı: 3.
Sam; girdiği partiler, tanıştığı insanlardan hiçbir şey çıkaramaz ve çareyi, mağazaya isimsiz bir kişi tarafından bırakılan Under the Silver Lake adlı fanzinde bulur. Fanzinin sahibine ulaşan Sam, akla mantığa sığmayacak şeyler dinler. Köpek katili, baykuş öpücüğü… Konu biraz daha uzasa İlluminati ve Reptilianlara varacaktı. Ki Reptilian göndermesi yapıp yapmadıklarından emin değilim çünkü Sam, sürekli hayatı zenginlerin yaşadığını ve her şeyi onların bildiğini iddia ediyor. Devam edelim… Tabii bu deli saçması şeyler Sam’in aklına yatar. Çünkü Sam, o kadar boş bir hayat yaşamaktadır ki bir anlam, bir gaye peşindedir ve bu dedektiflik hikayesi onu gerçek hayattan kopartırcasına içine çeker. Öyle ki evinin kirasını bile umursamamaya başlar.
Under the Silver Lake, genel kültür bakımından zengin bir film. Hurafeleri, Amerikan kültürünü, rivayetleri iyi bilmeniz lazım ki filme hakim olasınız. Partilerin hepsi, Eyes Wide Shut tadında, gizli mesajlar içeren, garip insanların olduğu ve çılgın korsanımıza bağlanan özellikler taşıyor. Müzikleri tersine dinleyince mesaj olduğunu düşünmek, cornflex kutularındaki haritaların hazine haritası olduğunu düşünmek gibi birçok hurafe filmde özellikle kullanılıyor. Sam, takip ettiği bütün detayları birleştirerek bir mesaj, Sarah’a ulaşacak yolu arıyor. Öyle ya da böyle de buluyor. Biz daha ne kadar olabilir derken Sam çok daha ileriye giderek tersten çalan müzikteki mesajı da buluyor, cornflex kutusundaki haritayı da çözüyor.
Yine yukarıda dediğim gibi filmi anlamak en azından takip edebilmek için iyi bir genel kültüre sahip olmak gerek. Filmde gösterilen birçok şey öyle ya da böyle bir yere bağlanıyor. Filmde gösterilen Mario detayı, Sam’in ileride keşfedeceği mağaralara bir göndermedir. Mario oynadıysanız, gizli tünelleri ve hızlı geçiş noktalarını bilirsiniz. Mario’yu düz de oynayabilirsiniz, hızlı geçiş noktalarını kullanarak atlamalar da yapabilirsiniz. Mario, “ararsanız, bulursunuz” mesajı için özellikle seçilmiş. Stranger Things alfabesi, Westworld’de Ford’un arkasındaki maskeler, göl ile alakalı filmde Sam’in odasındaki Black Lagoon posteri ve daha birçok detay, filmin her yerinde karşımıza çıkıyor.
Sam, ne yapıp ne edip Sarah’ı bulmayı başarıyor ama bunu yapabilmek için 2 önemli noktadan geçiyor. Bu iki önemli nokta da aslında filmin bütün mesajlarını içeren noktalar. Sam’in karşılaştığı ve beynini dağıttığı yaşlı müzisyen aslında filmin mesajını bize basitçe özetliyor:
Anlam aradığınız, anlam yüklediğiniz her şey aslında anlamsız. Deliler gibi coştuğunuz, ağladığınız müzikler aslında para kazanmak uğruna yazıldı. İçinden devasa mesajlar çıkardığınız filmler de aynı şekilde para uğruna yapılmış şeyler. Hayatta yalnız olmadığımızı, bir anlamın, bir amacın olduğunu ne kadar inanırsanız inanın, aslında hiçbiri yok.
Sam, aslında her şey Sam bunlara inanmak istediği için gerçekleşiyor. Yaşlı müzisyen ona gerçekleri söylemesine rağmen anlam aramaya devam eder ve bu onu inzivaya çekilen zenginlere götürür. Onlar da aynı şekilde ona, hayatın anlamsız olduğunu, ünvanın, ödüllerin hiçbir anlamının olmadığını söyler. Onlar için hayat sekstir. Bu kadar. Ötesi değil. Bu anlamsızlık teması da filmin birçok yerinde karşımıza çıkar. Partide gördüğümüz balonlu kızın aslında eskort olduğunu öğrenmemiz, İsa lakaplı ve herkesin merak ettiği şarkıcının “o da sıçıyormuş” dedirten basitliğe ulaşması gibi anlam kıran birçok detay ile de karşılaşıyoruz.
Sarah’ı elinden kaçırdığını anlayan Sam, anlam aramak için çıktığı yolculuğunu karşı komşusunun evinde tamamlar. Hala bir ümit içerisinde olan Sam’in gerçekliği, evine haciz memurlarının girmesiyle tamamen biter. Bunu suratından da okuyabiliriz. Sarah’nın nereye gittiğini öğrenmek için çıktığı Los Angeles macerası, gizemlerle dolu bir yolculuk olsa da aslında hepsi boş bir koşuşturmacadır. Hiçbir yer varmayan ve varmaması gereken bir yolculuktur. Hurafeler, rivayetler, anlamlar, metaforlar; hepsi bizim üretimimiz. İşin sektörel kısmına baktığımızda aslında her şey para ve seks uğrunadır. İnsan doğası. Fakat bazen kendimizi öyle boşta hissederiz ki Sam gibi bir anlam ararız. Ama yok. Kusura bakmayın. Gerçekten de yok.
Filmin en büyük sorunu, bence, anlaşılmaz olması değil. Uzunluğu. 2 saat 20 dakkalık filmde tempo tutturmak zordur. Hele ki tam olarak bir aksiyonun olmadığı, tamamı dedektiflik hikayesi bir filmde alçalan ve yükselen tempo zaman zaman seyirciyi sıkabilecek boyutta. Film bir yarım saat daha erken bitse aslında tadından yenmez olacaktı. Anlamsızlık ise sorun değil. Anlaşılan o ki David Robert Mitchell, oldukça kişisel bir film yapmış. Bunu ona sormadan anlamamız mümkün değil. Bu kadar detaya rağmen benim de filmde çıkaramadığım bir sürü şey var. Bunun sebebi ise Los Angeles ya da Amerikan kültürüne yeteri kadar hakim olamamak. Köpek katili, Baykuş Öpücüğü, Tek gözlü korsan, baraj suyu gibi detayları maalesef anlayamadım. Hala da merak ediyorum.
Velhasıl kelam… Uzun uzun irdelemeye çalıştığım filmin sonuna geldik. Under the Silver Lake, kafayı oldukça karıştıran ama estetik açıdan oldukça ilginç bir film. Süresi biraz daha kısa olsa aslında çok daha güzel olabilirdi. It Follows sonrası böyle bir film tabii ki beklemiyorduk ama yine de David Robert Mitchell’ın yönetmenlik ve yazarlık konusunda ne kadar yetenekli olduğunu bir kez daha gördük. Darısı üçüncü filme. Onu da umarım anlayabilmek dileğiyle.
Yorumlar