0

Yönetmenliğini Alex Garland’ın yaptığı Ex Machine sonrası geçen 4 senede, Black Mirror hariç, sinema perdelerinde seyirciyi böylesine sorgulamaya iten “olası gelecek” filmi yapılmadı. Yapay zekanın sınırları üzerine çeşitli denemeler olsa da hiçbiri bir Ex Machine ağırlığı veremedi. Çünkü hiçbiri, derinlemesine bir incelemede bulunmamış, sadece yapay zekanın seyircide bıraktığı hoşlantıya odaklanıp, altını irdelememişti. Upgrade ise, tabii ki bir Ex Machine olmasa da yapay zeka hakkında ortaya koyduğu önerileri ile kesinlikle adından söz ettirecek gibi duruyor. 2018’in nadide filmleri arasında, en azından benim için, şimdiden adını yazdırmış olan Upgrade ya da koymak istedikleri diğer ad olan Stem, anlattıkları ile incelenmeyi, konuşulmayı hakediyor.

Üstünden geçmeye başlamadan önce konusuna değinelim. Film; tam olarak tarihi belli olmayan ama ağır basan bir gelecek ile geçmişin harmanlandığı bir dönemde geçiyor. Başlangıçla beraber eski döneme meraklı Grey ile tanışıyoruz. Karısını, arabasını tamir ettiği, süper zeka Eron ile tanıştırmaya götüren Grey, orada Eron’ın son model çipi ile tanışır. Bu çip, adı Stem, her şeyi yapabilmektedir. Eve dönüş yolunda bilgisayar ile yönetilen arabanın hata vermesi sonucu çift ağır bir kaza geçirir. Fakat ardından gelen silahlı ve gizemli adamlardan aslında bunun bir kumpas durduğunu anlarız. Bu kumpas sonucu Asha hayata veda eder, Grey ise felç kalır. Felç hayatından kurtulmak için ölme yöntemlerini kafasında kurcalayan Grey’in imdadına Eron yetişir ve ona, yaptığı çipi takabileceğini, bu çip sayesinde yürüyebileceğini söyler. Dediği gibi de olur. Hem de fazlasıyla. Stem, sadece Grey’in duyabileceği bir frekansta konuşarak ona arkadaş olur hatta daha da ileriye gider, cinayeti çözmesinde dedektif olur.

İnsanın tanrıyı oynama merakı, beyaz perdenin değişmez konularından biri olmuştur. İlgilisi de az değil. Bunun sebebi halihazırda yapılmaya çalışılanın gelecekte olası versiyonlarını ekranda görme şansını yakalamış olmamız. Belki de ekranda gördüğümüzün ilerde yapılacağını bilmemiz. Bkz: Star Trek. Yaratıcıyı reddedip evrimi kabul eden insan, olmadığını iddia ettiği tanrı olma çabası içindedir. Teknolojinin hayatımızı “kolaylaştırmak” gayesi gün geçtikçe bir ego yarışına dönüşüyor. İnsan, yaratmak istiyor. İnsan, kendisi gibi hareket edebilecek ve itaat edecek bir teknoloji üretmeye çalışıyor. Stem, bu tanrı özentiliğinin bir ürünü. Bunun temeli, Eron’un cümlelerinde saklı: Her şeyi yapabiliyor.

Eron, insandan farksız hatta zaman geçtikçe insandan daha zeki ve güçlü bir şey üretmiştir. Filmin aslında ana konusu da bu “şeyin” farklılığı üzerine. Bu şey, bilgisayar gibi sıfır birler ile düşünürken insan denen varlık bilinç sahibidir. Ex Machine’de, Ava’nın istediğini alması, onu farklı kılan özelliğini kullanmasından ötürüdür. Stem de, bilinç sahibi olmadığı için, rasyonelliğin ve matematiğin temsilidir. Bilgisayar gibi düşünen ama bu düşüncelerini bir bedene taşımak isteyen, özgürlüğe kavuşmak isteyen bir şeydir.

İnsanın, tanrıyı oynaması, onun sonunu hazırlayacaktır teması aslında çok da yanlış değildir. Yapay zeka, bilinç sahibi olmadığı için hata yapmayacaktır. Bu, filmde klişe de olsa güzel bir şekilde işleniyor. Fisk, ne kadar “süper” olduğunu iddia etse de klişe bir insandır ve öldürmeden önce konuşmayı çok sever. Asha veya barmeni öldürürken bunu görebiliriz. Fisk karakteri, en azından ben öyle düşünüyorum, Kennedy’nin katili Lee Harvey Oswald prototipi olarak tasarlanmış. 1960’lara ait giyim tarzı, saçı ve sakalı ile; ve özellikle asker olması göndermesiyle Fisk, tam bir beyni yıkanmış katildir. Lee’nin –iddia edilene göre- beyninin yıkandığı gibi. Stem ise “öldür” emrini almıyor olmasına rağmen herhangi bir aşırılıkta düşmanını yokediyor. Fakat Fisk, ne kadar birçok parçası robot olsa da bilinç sahibi bir “insan” olduğundan Grey’in sözlü sataşması karşısında yenik düşüyor. Bu sahne ve buraya kadar kurulan birçok sahne Stem ile bilinç arasındaki farkı bizlere gösteriyor. Bilinç, insana özgü bir zayıflık olduğundan, yarattığımız süper zeka teknolojiler karşısında kaybetmeye mecburuz. Çünkü, üstün olarak yarattığımız bu varlıkları insanı durdurmak için kullandığımız araçlarla durdurmaya çalışıyoruz. En azından beyaz perdede.

Ex Machine, bir mekaniğin insan kadar gerçekçi olabileceği; erkek denen varlığın mekanik olduğunu ayırt etmeksizin hatlara(beden) ve yaklaşıma aşık olabileceğini bizlere sert bir şekilde kanıtlıyordu. Stem de, mekaniğin, bizden daha zeki olabileceğini ve bizi, bizim zaaflarımızı kullanarak devirebileceğini anlatıyor. Final sahnesi ise bu gerçekliği gözler önüne seriyor. Stem, insan olma gayesine kavuşuyor. Aslında filmin başrolü Grey değil, Stem’dir. Stem’in bedene sahip olmasındaki ironik kısım da şudur: Dövüş sahnelerinde veya Grey’in kendini Stem’e emanet ettiği sahnelerde hareketler hep mekaniktir. Burada, estetik hareketlilik insana özgüdür denmek isteniyor. Çünkü insan bir bilince sahiptir ve o an aklına ne gelirse onu yapabilecek kapasitededir. Stem ise mekaniktir ve ne kadar zeki olsa da sıfır birden ötesi değildir. Leigh Whannell’ın bu yaklaşımı filmin en sevdiğim yanlarından biri oldu. İnsan ile robot arasındaki ince çizgiyi burada mükemmel bir şekilde çekmişler. Bkz: Boston Dynamics.

İçerikle beraber filmin çekimleri de gerçekten çok başarılı. Teknik açıdan estetik gibi görünse de yönetmen burada “mekanik” bir çekim tercih etmiş. Stem’in kontrolü devraldığı sahnelerde kamera, mekanik bir ivme kazanıyor. Senaryolarını çok sevdiğim biri olan Leigh Whannell, 2. yönetmenlik denemesinde, anlatım ile anlatının kompozisyonunu mükemmel oluşturmuş. Kameranın senaryoya hizmet ettiği filmleri sevin arkadaşlar.

Son olarak birkaç şeye daha değineceğim. Upgrade’in derinini ne kadar sevsem de yüzeysel yanları mevcut. Tam bir tiyatro oyunu gibi. Arka planda bir sürü insan olmasına karşın filmin ana kadrosu 9 kişi. Finale doğru, hatta filmin ortasında, “katil kim” sorusu otomatik cevap buluyor. Çünkü aynı isimler etrafında dönen bir film olmasından ötürü, katilin bu 9 kişiden biri çıkması gerekiyor. Şahsen filmin başında katilin kim olduğunu çözdüm. Sadece, nasıl ortaya çıkacağını izledim. Filmin, benim için belki de tek eksi yanı burasıdır. Fakat bu klişesini de asabi ve sert olarak kapatmaya çalışmış.

Ex Machine kadar insan denen varlığa saldırmasa da Upgrade, tanrı olmak için yanıp tutuşan insanın sonunu bize abartısız, olası bir çerçevede gösteriyor. Yapay zekaya olan bu açlık birgün kendimizden daha zeki bir zeka geliştirmemizle sonuçlanabilir. Ve bu durumu, insan yolları ile çözmeye çalışacağız. Fakat karşımızda bir mekanik olacak ve bu mekanik, bilinç gibi bir zayıflık sahibi olmadığı için rasyonelliği ile bizi bitirecek. Buradaki en büyük zaaf ise şu: Yarattık, kontrol edebiliriz. Kontrol edilemediğini insanlık tarihi çok güzel bir şekilde özetliyor.

8

Valerii Ege Deshevykh
Ukrainian Creative Director | Motion Picture Writer | Horror Freak

Kör Casus: In Darkness

Previous article

İyi Vatandaşların Gecesi: The Purge

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply