Teknolojinin zamandan daha hızlı ilerlediği dönemlerdeyiz. Şu an orta yaşta olan ailelerimizin teknolojiye merakı varken bizim maalesef bir zorunluluğumuz oluştu. Her gün yeni bir icat, var olanın yeni bir versiyonu çıkıyor. Şayet teknoloji ile haşır neşir olmanız gereken bir sektördeyseniz ileride işsiz kalmamak için bunları sürekli takip etmeniz lazım. Geride kalırsanız, işinizin aksama ihtimali var. Teknolojiden nasiplenen yegane sektörlerden biri de tabii ki Sinema. Teknoloji geliştikçe yapılabileceklerin imkanı artıyor. İmkan arttıkça senaryolar genişliyor, anlatım tarzları değişiyor. 1 ay önce izlediğim Jeruzalem adlı korku filmi teknolojide son noktaydı benim için. Tüm filmi, kameralı bir gözlüğün gözünden çeken yönetmenler, biraz da Google Glass teknolojisini işin içine katıp muhteşem bir aksiyon oluşturmuşlar. Filmin senaryosu vasat olsa da teknolojiyi ve kurguyu bu denli kullanmaları muazzamdı. Günümüzde bazı yeni nesil yönetmenler bu teknolojiyi harika kullanıyorlar. İşte bu teknolojiyi iyi kullanan bazı isimler de artık V/H/S serisinde toplanıyorlar.
VHS, birçok kısa filmden oluşan bir uzun metraj korku filmi serisi. Fakat VHS klişe kıran bir çalışma. Şöyle ki: Birçok kısa filmden oluşmasına rağmen bu kısa filmler bir filmin içinde yer alıyor. 2014’te 3. filmi çıkan serinin her filminde birçok kısa film izliyoruz ama bu kısa filmler tek bir filmin içinde yer alan, konu ile alakalı-alakasız görüntüler aslında. İlk filmde aradıkları bir vhs kasedini bulmak için gizlice eve giren bir kadın ve erkeğin kasedi bulmak için bütün kasetleri tek tek deneyerek izlemesi anlatılıyor. Girdikleri ev leş kokan, karanlık ve dağınık bir evdir. Evin salonunda sinyali çekmeyen bir televizyon ve karşısındaki koltukta da ölmüş bir adam vardır. Bu denli ürkütücü bir ortama rağmen misafirler aradıklarını bulmakta ısrarcılardır. Fakat evin her yeri de kaset doludur. Aradıklarını bulabilmeleri için kasetleri tek tek denemeleri gerekiyor. Her bir kaset, bir kısa film demek. Nereden geldiği belli olmayan bu kasetlerde ilginç ve sapkın hikayeler var. Senaristleri burada özellikle övmek istiyorum çünkü VHS serisi dediğim gibi klişe kıran, yaratıcı bir seri. İçinde kalıplaşmış hikayelerin yenilikçi versiyonları var. Yönetmenler bardağın altından bakarcasına vampirleri, zombileri, uzaylıları yazıp çizmişler ve ortaya çok ilginç, izleyeni etkilemeyi başaran hikayeler çıkarmışlar.
Serinin ikinci filmi de ilk film gibi kasetlerle alakalı. Bu sefer de aynı eve benzeyen bir eve bambaşka bir amaçla giren 2 kişi anlatılıyor. Fakat 2. filmde kasetlerin dışındaki hikayeyi biraz değiştirmişler. Anlıyoruz ki kasetler izlendikçe insanları büyülüyor, etkiliyor. Kasetlerin lanetli olduğu izlenimini alıyoruz. Hikayeler tabii ki yine harika ve ürkütücü. Bu sefer biraz distopik fikirlere yer vermişler. Aşağıda hikayelere değineceğim.
Serinin 3. filminin adı ise Viral. Bu sefer alanı biraz daha genişletip şehre çıkıyorlar. Şehrin ortasında bir dondurma arabası çılgınlar gibi sağa sola kırarak terör estirmektedir. Dondurmacı aynı zamanda korsan yayın da yapmaktadır. Yaptığı yayınlarda vhs kasetlerden aşina olduğumuz kısa filmler yayınlanmaktadır. Bir taraftan Dondurmacı’nın polisler tarafından kovalanışını izliyoruz, bir taraftan da insanların cep telefonları vasıtasıyla yayınladığı kısa filmleri. Bu sefer hikaye biraz sosyal medyaya bağlanıyor. Eleştirel gibi duran ilginç kısalar izliyoruz.
Her filmin farklı yönetmeni var. Bu yönetmenlerin çoğu korku sinemasında yer edinmek isteyen yeni nesil isimler. Ti West, Adam Wingard, Matt Bettinelli-Olpin gibi isimler bu seride yer alıyorlar. Keza aynı isimler The ABC’s of Death filminde de yer alıyor ama ABC’nin konsepti VHS’den çok daha farklı. VHS’yi ilginç kılan tam olarak atmosferi. Ne olduğu bilinmeyen bir ev, nereden geldiği belli olmayan kasetler, kocaman bir gizem var ve asla alamadığımız cevaplar. Biz ise sadece izleyicisiyiz bu garip dünyanın.
Kasetlere gelirsek; kasetlerin içinde gerçekten çok ilginç hikayeler var. İlk filmde tam 6 adet kasete tanıklık ediyoruz. Bazıları klişe hikayelerin yepyeni bir açıdan filmleştirilmiş halleri. Yönetmen kadrosunda Devil’s Due ve Southbound gibi filmlerin yönetmeni Matt Bettinelli-Olpin, David Bruckner, Tyler Gillett, Justin Martinez, Glenn McQuaid, Joe Swanberg, Ti West, Adam Wingard ve Chad Villella var. Gece tanıştıkları kızlarla eve sevişmeye gidip Spicies tadında macera yaşayan gençler; ormana gidip tek tek ölen gençlerin çok ilginç bir versiyonu; perili eve çok teknolojik bir bakış açısı; sürpriz finali ile hayaletlerin dadandığı bir kız; şok etkisi yaratacak hatta tadınızı kaçıracak bir balayı tatili ve evin kendi hikayesi. Yönetmenler kısa filmlerinde teknolojiyi harika kullanıyorlar. Hatta teknoloji, hikayelerin bizzat kendisi. Serinin ilk filminde bir hikaye hariç hepsi teknolojiyi en iyi şekilde kullanıyor. Özellikle Perili Ev, hareketli kamerayla çığır açıcı denilecek sahneler sunuyor. Gerçekten de sınırların zorlandığı bir kısa film. Serinin ilk filmi kısmen rahatsız edici, düşük kalite görüntülü filmlerden oluşuyor. Özellikle balayı ve ormanda ölen gençler epey rahatsızlık verici. Balayı, tüm filmlerin aksine teknolojiyi kullanmayan, saf bir korku ve gerilim hikayesi. Diğer kısa filmler gibi, Balayı’nın da sonu sürpriz bir final ile bitiyor.
Serinin ikinci filmi, hikayelerin biraz daha uçuklaştığı ve abartıldığı kısalardan oluşuyor. Simon Barrett, Jason Eisener, The Raid serisinin yönetmeni Gareth Evans, Gregg Hale, The Blair Witch Project’in 2 yönetmeninden biri olan Eduardo Sanchez, Timo Tjahjanto ve ilk filmde de yer alan Adam Wingard’dan oluşan yönetmen kadrosu muhteşem işlere imza atmış. İçinde bir kısa var ki açık ara en harikaları, son dönemlerde görebileceğiniz en yaratıcı fikre sahip. Kafasında GoPro ile yolculuğa çıkan bir bisikletçinin zombi tarafından ısırılması ve zombiye dönüştükten sonra yaptıklarından oluşan hikayede bir zombinin gözünden dünyaya tanık oluyoruz. Kafasındaki GoPro sayesinde zombinin gittiği yerleri, ne yaptığını, kimlere saldırdığını görebiliyoruz. Hakkını vermek istiyorum, son yıllarda izlediğim gerçekten de en zekice kısa film.
Japon okulu ikinci filmin en rahatsız edici ve saykodelik işi olmuş. Şahsen tasarım harikası olarak gördüğüm kısa, japonlardan oluştuğu için bile ürkütücü. Japonlar -bence- zaten ilginç insanlar, hele bir de korku filminde karakter oldular mı cuk oturuyor. Uzaylı hikayesi, klişe fakat farklı bir bakış açısı sunuyor. İkinci filmin en teknolojik kısası ise ilk kısa film; bütün bir kameranın göz olduğu çalışma. Filmi, göz ameliyatı geçiren birinin gözüne yerleştirilen kameradan izliyoruz. Gözünü değiştirmesiyle acayip şeyler görmeye başlayan bir adamın hikayesi anlatılıyor.
Serinin son filmi ise olayların daha da ilginçleştiği bir film. Teknolojinin ve sanat yönetmenliğinin iyice tavan yaptığı bir çalışma. Aslına bakarsanız serinin diğer 2 filminden çok daha farklı bir havası var. Yönetmenlik koltuğunda Spring’in yönetmeni olan Justin Benson, Gregg Bishop, Tedd Lincoln, Marcel Sarmiento ve Nacho Vigalondo var. Pelerinin verdiği güç ile kafayı yemiş bir sihirbaz; korkunç bir paralel evren hikayesi; dünya dışı varlıklar ile mücadele etmek zorunda kalan kaykaycı gençler ve bir seks partisi. Sihirbaz hikayesi olan Dante the Great; teknolojinin sınırlarının yine enfes bir şekilde zorlandığı bir çalışma olmuş. El kamerası ile “şahane” denilecek bir kısa film yapmayı başarmışlar. Özellikle pelerinin arka yüzünün anlatıldığı hikaye gerçekten senaryo bakımından da serinin en iyilerinden. Bir diğer ilginç kısa da paralel evren hikayesi. Ne desem spoiler olacağından çok konuya giremiyorum fakat gerçekten bir paralel evren ancak bu kadar ürkütücü ve sapıkça olabilirdi.
VHS serisi, kesinlikle son dönemin en iyi serilerinden biri. Özellikle korku sineması severler için birebir. Farklı, insanın boğazını düğümleyen, ilgileneni tekniği ile şaşırtan bir çalışma. Aynısının daha farklısı için The ABC’s of Death önerimdir. Southbound’u da plase olarak sunuyorum. VHS, imkanların ve sınırların sonuna kadar zorlandığı bir proje. İlk filmdeki Balayı harici hepsi teknolojiyi fazlasıyla kullanıyor ve teknolojinin verdiği nimetler üzerinden senaryo çıkarıyor. Klişeleşmiş hikayeleri alıp farklı bir noktaya taşıyorlar. Zombi, vampir, uzaylı, paralel evren ya da sihirbaz. Bütün o kalıplaşmış konular bambaşka bir bakış açısı ile çekiliyor. Mesela: GoProlu Zombi. Yönetmenlik kadrosundaki herkes korku sinemacısı ve bunun üzerinde ilerlemeye çalışan kişiler. Ti West, Adam Wingard gibi isimler ise bu ekibin öne çıkanları. Eduardo Sanchez’den bahsetmek bile istemiyorum, kendisi el kamerası filminin mucidi olan 2 kişiden biri. Gerilimi, farklı işleri ve özellikle de korku sinemasını seviyorsanız VHS git gide kültleşen bir çalışma, tam size göre.
Yorumlar