0

Lütfi Akad’ın sinematografisinde yarattığı en güzide filmlerinden biri olan Vesikalı Yarim, çekildiği dönemde de şimdi de kült olmayı başarabilmiş, çok kıymetli bir film. Onu bu denli önemli ve kült kılan etkenler arasında Türkan Şoray gibi femme fatale bir kadın bulunmasının yanı sıra, senaryosunun gerçekçi bir kuramla işlenmesi. Türkan Şoray’ı diğer filmlerin neredeyse tamamında yıldız oyuncu gibi görüşümüzün aksine Akad, filminde onu çok kısacık bir an için şuh gösterir, kalanında izleyen herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği, ‘normal’ bir kadın karakter olarak portresini çizmiştir bizlere.

Ne Bir Melodram Ne De Bir Trajedi

‘Sıradan acılardır bütün büyük ilgiyi toplayan.’ Belki de bu sebeple Vesikalı Yarim çok bizden bir filmdir. Onu izlerken hiç yabancılık çekmeyişimiz, karakterlerle özdeşleşmemiz, onları anlamamız filmin içimizde özel bir yerlere sahip oluşunu açıklar. Onu farklı kılan bir diğer detay da filmin tam anlamıyla bir melodram olmamasıdır. Sabiha ve Halil’in kavuşamayışları, senaryonun içinde mutlaka bir acı ve yarım kalmışlık barındırması hasebiyle film her ne kadar melodramda sıkça kullanılan motiflere yer verse de, dönemin klasik melodram senaryo yapısından belirgin çizgilerle ayrılır.

Sabiha bir konsomatris olmasına ‘rağmen’, nispeten yuva yıkmasına ‘rağmen’ salt bir kötü karakter olarak aktarılmaz. Hatta Akad Sabiha’yı anlamamız için hikayeyi onun perspektifinden anlatır daha çok. Senaryoda melodramlarda mutlaka var olan iyi-kötü karakterler yoktur. Sabiha ve Halil’i ciddi imkansızlıklar ayırmaz birbirlerinden. Filmde vesikalı, hiçbir zaman kötü kadın olarak lanse edilmemiştir. Halil’in babasının normal şartlarda Sabiha’yı gördüğünde bağırıp çağırması gerekirken yalnızca Halil’in iyi olup olmadığını sorması, sessizlik içinde sadece seyirci olması filmi melodram olmaktan çıkarıp trajediye yaklaştıran bir unsur haline getirir. Tam olarak bu noktada filmin içimize dokunmasının nedeni filmin bize şunu söylemesidir: ‘Halil aşkı için ailesinden vazgeçebilirdi ancak ailesini tercih etti’. İzleyici olarak bunu arzulayarak izleriz filmi. Bir yandan da Halil’i ailesini terk etmekle suçlarız istemsizce. Bu bağlamda Sabiha’yla aynı duyguları barındırırız içimizde. ‘olabilir ama olmamalı’ hissi.

Vedalardan Yüksek, Dört Tarafı Çevrilmiş Bir Duvar

Filmde Halil ve Sabiha’nın tartışmasının ardından ekranda boş bir duvarın gösterilmesi de bize bu engel ve mesafeyi örtülü bir şekilde sunar. Bu duvar, onların arasındaki aşılmaması gereken sınırı sembolize eder. Filmin başlangıçta Halil’i merkeze alarak anlattığı hikaye bir süre sonra Sabiha’nın hikayesi olur. Burada Lütfi Akad, ilk vazgeçenin Halil olduğunu anlatır gibidir. Çünkü Halil’in ağzından sürekli laf koparmaya çalışan Sabiha’ya rağmen Halil ona hiçbir şey söylemez/söyleyemez.

Çünkü Halil başta görüp şuhluğuna tutulduğu Sabiha ile, evde yemek yapan, Halil’e eş gibi anaç yaklaşan Sabiha arasında sıkışıp kalmıştır. Dönemin Yeşilçam bakış açısı, kadını genelde arzu nesnesi veya masum, erotik beklentilerin yüklenmediği kadın olarak ikiye ayırmıştır. Lütfi Akad ise bunu yapmaz; tam tersine iki olguyu tek bir kadında, Sabiha’da birleştirir. Eve geçtikleri sahnede Halil’in Sabiha’nın küpelerini çıkarmasına, boyalarını silmesine şaşırması bu sebeptendir. Bu bağlamda Vesikalı Yarim, hem baştan çıkarıcı, esrarengiz, büyüleyici; hem de ideal ev kadını, sadık gibi özelliklerin tek bir kadında birleşmesin imkansızlığını göstermeye çalışır. Halil ve Sabiha arasındaki bu engellerin belirsizliği izleyicide yarım kalmışlık, tamamlanmamışlık hissi uyandırdığından hem huzursuz edicidir hem de trajik.

Vesikalı Yarim (1968) - Arka planda — The Movie Database (TMDB)

‘Çünkü her şey eskiye kaldı, anılar bile. Her şey, ama her şey eskiye kaldı. Vakit yok bir daha yemyeşil eylül tramvaylarına.’

Senaryo bizi asla rahatlatmaz zira sonlarının ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğizdir. Bu ikircikli duygular arasında gidip gelir film. Senaryonun tutkalını da bu ikilem sağlar.

Sabiha: Her birimiz yolumuza gitsek.

Halil: Yolumuz?

Sabiha: Öyle.

Halil: Birleşti biliyorum?

Sabiha: Yok. Birleşecek gibi değil. Seni tanıdıktan sonra anladım bunu. Senlen beraber olduktan sonra. Sevgi de yetmiyormuş. Çok eskiden rastlaşacaktık.

Çekim Tekniklerinden Göz Alıcı Bir Yalınlık

Akad, Kısa çekimler yerine görüntüleri birbirine bağlayacak pratik bir çekim tekniği kullanarak Vesikalı Yarim filmini hem hikaye olarak hem de teknik olarak son derece yalınlaştırmıştır. Filmde sadece gerekli gördüğü yerleri çekmiş, örneğin Halil’in nasıl yargılandığını, hapse hangi süreçlerden geçerek girdiğini hiç görmeyiz. Hapiste kaç gün kaldığını da bilmeyiz. Bu gibi ayrıntılardan ziyade hissiyata, Halil ve Sabiha arasındaki bu imkansızlığa mercek tutmuştur Akad.

Kendisi film çekmeyi son derece net yazılan bir yemek kitabından öğrendiğini söyler(1). Gerekli bütün detayları özenle çekip, kalan kısmı göstermeye tenezzül etmez. Anlatmak istediklerini üstü örtülü ve yoğunlaşmış/mayalanmış bir biçimde aktarır. Veyahut çekim açılarının anlatımda yarattığı kolaylıktan faydalanarak bu yalınlığı sağlar. Örneğin, baş çekim planlarında sadece Halil ve Sabiha’yı kullanması gibi. Veya Halil ve Sabiha arasındaki kesinkes ayrılık netleştiğinde, Halil’in arkasında görünen cami ve minare, artık Halil’in eski yaşantısına, ailesine ve manav dükkanına geri döneceğini ima eder.

Vesikalı Yarim Hakkında

Akad bu yalınlığı ses kullanımıyla da sağlar. Örneğin Halil’in Sabiha’yı görünce etraftaki tüm müziğin, uğultunun susturulması gibi. Vesikalı Yarim filminde neredeyse müziksiz bir sahne de yoktur. Seçilen müziklerin pek çoğu hikayeye hizmet eden namelerdir. Akad, son olarak Sabiha’nın manav dükkanına gidip Halil’i izlemesini, onu eski hayatına dönmüş vaziyette bulmuş olmanın vermiş olduğu hayal kırıklığını; yaşadığı derin özlemi, manav dükkanını gittikçe kadrajdan uzaklaşarak gösterir; Sabiha’yı ise manavdan uzaklaştıkça kadraja yaklaşırken görürüz. Bir veda sahnesi ancak bu kadar iyi özetlenebilir, ancak bu kadar yalınlaştırılabilirdi.

Akad, Sabiha’nın yaşadığı hayal kırıklığını onu dar açılı mercekle çekerek daha da vurgular. En sonunda Sabiha’yla öyle özdeşleşmişizdir ki, Sabiha’nın kameraya doğru yürümesiyle film biter. Bizler de Sabiha kadar arada kalmışlıkla, iki yere de ait olamayışımızla Sabiha karakteriyle aynıyızdır, onun kırgınlığını paylaşırız ‘vakitli vakitsiz bir kırgınlık’. Sabiha’ya hüznün, öyle sürekli değil, bir esinti gibi kısacık ve hızlıca gelip geçtiğini ummadan edemeyiz. Çok eskiden rastlaşmayı dilerken bir daha rastlaşmamak için elinden geleni yapmak zorunda kalmanın yarattığı imkansızlıkla noktalanır film.

KAYNAK:

1- Nilgün Abisel Umut Tümay Arslan Pembe Behçetoğulları Ali Karadoğan Semire Rukerı Öztürk Nejat Ulusay , Çok Tuhaf Çok Tanıdık, : Ocak 2005, sf 152

Bir Şaheserin Kökeni: Fleabag ”National Theatre Live”

Mirasına Sahip Çık, Aile Her Şeydir: Blue Beetle

Bir Şaheserin Kökeni: Fleabag ”National Theatre Live”

Previous article

Elini Veren Ruhunu Kaptırır: Talk to Me

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply