0

Hollywood’un en büyük yönetmenlerinden biri olan Wes Anderson, yeni filmi Astreoid City’nin kırkı çıkmadan dört adet kısa film ile karşımızda. Charlie’nin Çikolata Fabrikası, Matilda, BFG, Dev Şeftali gibi dünya çapında tanınan hikayeleri ile bildiğimiz Roald Dahl’ın öyküleri bir kez daha Wes Anderson tarafından seyirciye sunuluyor. Daha önce Dahl’ın yazdığı Yaman Tilki öyküsü Wes Anderson tarafından uzun metraj olarak beyaz perdeye uyarlanmıştı. 14 yıl sonra iki büyük isim tekrar bir araya geliyor. Gelin tek tek bu kısa filmleri inceleyelim.

The Wonderful Story of Henry Sugar

İlk hikayemiz çok zengin bir iş insanı olan Henry Sugar’ın bir keşişten öğrendiği “nesnelerin içini görme yeteneğini” iyilik için kullanmasını anlatıyor. Bir çocuk hikayecisi olarak ünlenen Roald Dahl genellikle neşeli ve naif hikayeler yazar. Dahl’ın eserlerinde Ömer Seyfettin’de olduğu gibi kopan kollar görmek pek mümkün değil. Henry Sugar da Dahl’ın en pozitif ve neşeli hikayelerinden birisi. Film 37 dakika uzunluğuyla, bu dört kısa film arasında en uzunu aynı zamanda. 37 dakika bir filme göre kısa sayılsa da insana 3 saat gibi gelebiliyor. Wes Anderson’un tarzı, sevenin çok sevdiği sevmeyenin ise dayanamadığı bir duruma evrilmiş durumda. Kariyerinin ilk filmlerinde ana akım seyirciyi de bağlayabilecek klasik hikaye anlatım tekniklerini kullansa da özellikle French Dispatch gibi filmlerinde sadece kendi seyircisine hitap eden bir hale büründü.

Henry Sugar gibi çok basit bir öykü için seçtiği hikaye anlatım tarzı ile kısa filmi bir işkenceye dönüştürmüş durumda. Film boyunca Dev Patel’in doktor karakteri kameraya bakarak, hem etrafında meydana gelen olayları, hem kendisinin o anda ne yaptığını ve yapacağını anlatıyor. Yani film boyunca sürekli biri seyirciye bakarak hikaye anlatıyor.

Bu sırada arka plan bazen durgun olurken bazen de olaylar gelişmeye devam ediyor. Açıkçası uzun zamandır bu kadar kötü bir anlatım tekniği görmemiştim. Her ne kadar Wes Anderson  dördüncü duvarı kırmasa da hikayeden kopmadan edemiyorsunuz. 37 dakika maalesef bir ömür gibi geliyor. Öbür yandan başta Benedict Cumberbatch ve Ben Kingsley olmak üzere oyunculuklar, sahne ve kıyafet tasarımı ise dört dörtlük. Wes Anderson’un atmosfer yaratmadaki yeteneği ise her zamanki gibi kendi farkını ortaya koyuyor. Ama bu atmosferi sevmiyorsanız, bu kısa filmler size Wes Anderson’u sevdirecek filmler değil.

The Rat Catcher

Küçük bir İngiliz kasabasında bir muhabir (Richard Ayoade), bir tamirci (Rupert Friend) fare istilasından kurtulmak için bir fare avcısı olan Fare Adam’ı (Ralph Fiennes) çağırırlar. Fare Adam, farelerin nasıl avlanması gerektiğini onlara anlatmaya başlar.

Çok uzun süredir aynı oyuncularla çalışan Wes Anderson; Owen Wilson, Jason Schwartzman, Bill Murray gibi başrollerin yanına dönemin en ünlü oyuncularını ekleyerek filmlerinin kadrosunu oluşturuyordu. Wes’in en fazla eleştiri alan ve benim de katıldığım sorunu filmlerinde ihtiyacından fazla karaktere yer vermesiydi. Bu kısa filmlerde ise Rupert Friend ve Ralph Fiennes gibi daha önce çalıştığı isimler var, en azından bu oyuncular Wes ile beraber yüzü eskimeyen isimler. Wes’e yeni bir kan getirdikleri ise yadsınamaz bir gerçek.

The Rat Catcher’da da aynı sıkıcı hikâye anlatım tekniği devam ediyor. Hikâyenin çoğu kısmında fareyi dahi göstermeyen Wes, Dahl’ın eğlenceli ve ilginç öyküsünü kendi yorumuyla sakat bırakarak bize aktarmış. Dahl hep çocuk kitapları yazdığı için hikâyelerinde hep bir anlatıcı olur ama bu kadar can sıkıcı ve durağan da olmaz.

The Swan

Dört adet kısa film arasında en duygusal, sert ve iyi oyunculuğa sahip olanı The Swan. Bu film için açık ara kısa filmler arasındaki en iyi film diyebiliriz. Bir grup çocuğun kendi akranlarına uyguladığı işkence seviyesindeki zorbalığı ve bir kuğu avının hikayesini izliyoruz.

Bu filmdeki tek karakter Rupert Friend’ın oynadığı anlatıcı. Açıkçası Rupert, çoğu filmlerde yan rollerde oynayan ortalama bir aktör olarak bildiğimiz birisi. Fakat buradaki performansı gerçekten çok etkileyici. Anlatıcı pozisyonunda olmasında rağmen diğer kişileri taklit ederek birden fazla role giriyor. Wes Anderson’un yukarıda bahsettiğim anlatım tarzı sadece bu filmde rahatsız etmiyor. Yine de farklı bir yönetmenin elinde çok daha etkileyici bir kısa film olacağı kanaatindeyim.

Wes Anderson Kısa Film İncelemeleri.

The Poison

En sade ve yalın olan bu kısa filmde Harry’nin (Benedict Cumberbatch) karnına zehirli bir yılanın girmesi ile onu kurtarmaya çalışan Woods (Dev Patel) ve Dr. Ganderbai’nin (Ben Kingsley) hikayesi anlatılıyor. Hem Henry Sugar hem de The Poison’da başrol olan Cumberbatch, Wes Anderson’un renkli dünyasına çok yakışan bir isim olmuş. Hem oyunculuk olarak hem de görsel olarak üst düzey bir uyum var aralarında. Onun haricinde dört kısa film arasında beni en az etkileyen The Poison oldu.

Özetlemek gerekirse, Wes Anderson’u benim gibi pek sevmeyenlerdenseniz bu kısa filmler yönetmene olan bakış açınızı değiştirmeyecek fakat yine de The Swan’e mutlaka bir şans tanınmalı. Wes Anderson ve Roald Dahl sevenlerin kaçırılmaması gereken bu dört kısa film, izlemek isteyenler için Netflix’de yerini aldı.

Batuhan Oğuz’un diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi TwitterInstagramDiscord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.

Asteroid City: Deneysel İki Farklı Dünya

The French Dispatch: Depresif ve Narsist Wes Anderson

Batuhan Oğuz

Uzayın Derinliklerinde Bir Kabus: Alien (1979)

Previous article

The Fall of the House of Usher: Flanagan’dan Veda Busesi

Next article

You may also like

Comments

Comments are closed.