0

90’larda çocukluğunu yaşamış biri olarak Winnie The Pooh ’un bendeki yeri özeldir. Anılara önem veren biri olarak hala Piglet ve Tiger’ın oyuncaklarını anı olarak yanımda taşırım. Filminden animasyonuna kadar her şeyini izlemiş biri olarak bir korku filminin yapıldığını duyduğumda oldukça heyecanlanmıştım. Hele ki bir korku delisi olarak böyle bir şeyin nereye varabileceğini görmek eğlenceli olabilirdi. Olabilirdi diyorum çünkü filmin kendisi fikrin kendisi kadar çekici değil maalesef. Ne kadar 10 günde çekilmiş amatör bir film olduğunu biliyor olsam da bu gözler 80’lerde birçok amatör korku filmi gördü. Amatörlüğün de biraz daha profesyonel olabilmesini ümit ederdim açıkçası.

Filmin Konusu

Christopher Robin, Winnie ve arkadaşlarını bırakıp kendi hayatına odaklanınca sevimli hayvanlarımız özlerine dönerek vahşileşirler. Ve civarda gezinen insanlara musallat olarak onlarla beslenirler. Christopher Robin, bir gün eski arkadaşlarını görmek için geri döndüğünde onların yeni yüzleri ile karşılaşır. Bu sırada da bu tehlikeli hayvanların kol gezdiği ormanın içerisinde bir eve tatil yapmaya gelen 5 kız gelir. Ve tabii ki de tatilleri zehir olur.

Film, açılış animasyonu ile aslında temeli güzel kuruyor fakat sonrasında altını doldurmakta zorlanıyor. Kendi arkadaşlarını yiyebilecek kadar vahşileşmiş sevimli hayvanlarımızın vahşetine tanık olmak zaten beklentimizdi. Fakat yönetmen Rhys Frake-Waterfield bunu vermekte başarısız oluyor. Bu gibi B tipi, konusu itibariyle bile saçma sapan filmlerden tek bir beklentim vardır: Vahşet. Lakin filmin bunu bana verebildiğini söylemem. Baştan sona kadar 1-2 sahne harici film ne tehlikeyi hissettirebiliyor ne de gülünç bir vahşet sunabiliyor.

Filmin amatör bir film olduğunu farkında olmakla beraber 80’lerde çekilmiş onlarca amatör filmde çok daha etkileyici ölüm sahnesi olduğunu söyleyebilirim. Yönetmenin birçok konuda kolaya kaçması, kamerayı olay anından kaçırması filmin en büyük eksiği. Zaten isminin verdiği etki ile filme gidecek ciddi bir kitle varken bu seyirciye etkileyici, saçma bir vahşet sunarak eğlencenin dozunu arttırabilirlerdi. Filmin ses problemleri, amatör çekimlerini hiç ama hiç dert etmiyorum bile. Yönetmeni bu konuda anlıyorum ve tüm ölüm tehditlerine rağmen cesaretini takdir ediyorum. Tek beklentim absürt ölümler görmekti ve bu konuda maalesef film sınıfta kalıyor.

Sözün özü… Winnie The Pooh: Blood and Honey, adını kullanarak beni sinemaya götürmeyi başarsa da içeriği ile maalesef tatmin etmedi. Yönetmenin eski B-filmlerden örnek alarak yaratıcı ölümler, sahneler tasarlamasını beklerdim lakin film sınırları zorlamaktan bir hayli uzak. Zaten tek beklendi de Winnie ile Piglet’in yapacağı killing spree’yi görmekti. Haliyle, onu da göremeyince, filmden keyifsiz ayrıldığımı söylemeliyim.

Valerii Ege Deshevykh‘in önceki yazılarını incelemek için;

Klasik bir Shyamalan Filmi: Knock at the Cabin

 

Valerii Ege Deshevykh
Ukrainian Creative Director | Motion Picture Writer | Horror Freak

Klasik bir Shyamalan Filmi: Knock at the Cabin

Previous article

Renfield: Bedenimin Tek Sahibi Benim

Next article

You may also like

Comments

Comments are closed.