0

Jurassic Park 1993 senesinde çıktığında hem hikayesi hem de tekniği bakımından çığır açan bir Hollywood filmi olarak sinema tarihine yerleşmişti. Yönetmenliğini usta isim Steven Spielberg’ün yaptığı bu filmde kehribar içinde bulunan bir antik sivrisinekten elde edilen DNA kalıntısı ile dinozorlar tekrar yaratılmış ve bir adaya yerleştirerek ziyaret edilebilen bir park haline getirilmişti. Dinozorların sınırları aşması ile birlikte parkta dehşet saçmaları hikâyeyi oluşturmaktaydı. İlk film kadar başarılı olmasalar da devamında 1997’de The Lost World: Jurassic Park ve 2001’de Jurassic Park 3 çıkartılarak bir üçleme halinde seri tamamlanmıştı. 14 senenin ardından ise 2015 senesinde Colin Trevorrow yönetmenliğinde Jurassic World adında çıkan ve önceki serinin temellerinden beslenen bir film ile Jurassic World serisi yaratılmış oldu. Bu filmde olanlar pek çok açıdan ilk filmle benzerlik göstermekteydi. Yeni park, yeni dinozorlar ve yeni sorunlar… Ancak benzerliğe rağmen sempatik yeni karakterleri, daha güçlü görsel efektleri ve nostalji duygusu ile hiç de fena olmayan bir başarı yakaladı. 2018’de J.A. Bayona yönetmenliğinde Jurassic World: Fallen Kingdom adındaki devam filmiyle melez dinozorlar, insan klonlama, dinozor satışı ve dinozorların tamamının dünyaya yayılması gibi yenilikçi hareketlerle seriye orijinallik getirip yeni bir yön verildi. Devam filmi olarak olumsuz eleştirilerle karşılaşmış olsa da seriye getirdiği yenilikler Jurassic World: Dominion için güzel bir oyun alanı sunmuştu. Gelelim 2022’de vizyona giren Jurassic World: Domion’a…

Dinozorların dünyaya yayılmasının ardından birkaç sene geçmiştir ve insanlık dinozorlarla birlikte yaşamaya alışmaya çalışırken pek çok sorunla mücadele etmektedir. Owen ile Claire ise bir önceki filmde olan olaylarda klon olduğu ortaya çıkan Maisie Lockwood’a sahip çıktıkları gizli saklı bir yaşam sürdürmeye çalışmaktadır. Bir yandan ise dinozor çağından kalma dev çekirgelerin dünya çapında ekinleri, tarlaları yok etmeye başlamasından kaynaklanan global bir sorun vardır. Maisie’nin kaçırılması ile birlikte “kötü adamlar” ve yeni dinozor türleriyle olan bir mücadele başlamış olur.

Jurassic World: Dominion, 2 saat 26 dakikalık ortalamanın üstünde olan uzun süresi ile yer yer sarkmalara neden olsa da fazlasıyla dolu bir içerik sunuyor. Filmin sorunlarının büyük bir çoğunluğu ise bu dolu içeriği oluşturan sorunu bol senaryosundan kaynaklanıyor. Filmin başlarındaki bolca ülke/mekân değişimi, kulağı tırmalayan diyaloglar ve boyutsuz, inandırıcılıktan uzak karakterler nedeniyle ortalama bir film olmaktan öteye geçemiyor. Ancak bu sorunlara rağmen dinozorlarla insanların birlikte yaşamaya çalışmaları, etkileyici görsellik, ilk üçlemedeki efsane kadronun dönüşü, iklim-besin krizinin temel alınması ve tabii ki bolca dinozor sahnesi gibi etkenler filmi keyifli ve izlenilebilir kılıyor.

Teknik yönden bakıldığında ise etkileyici bir görsellik ve ses tasarımı sunmayı başarıyor. Özellikle büyük bir perdede veya IMAX’te izlendiğinde bolca keyif verecek bir şölen haline geliyor. Canavar filmlerini severler bu sayede filmin olumsuz yönlerine takılmadan dinozorların keyfini çıkarabilirler. Müzikler ise Jurassic Park’ın tematik müziğinin farklı varyasyonlarında veya benzer niteliklerinde yer alıyor.

Alan Grant olarak Sam Neill’ın, Ellie Sattler olarak Laura Dern’ün ve Ian Malcolm olarak Jeff Goldblum’un efsane kadro olarak dönüşü her ne kadar yer yer zorlama gözüküyor olsa da orijinal seriyi severler için nostalji duygusu yaşatarak filme renk katıyor. Owen Grady’i canlandıran Chris Pratt ile Claire Dearing’i canlandıran Bryce Dallas Howard ise ortalamadan öteye gitmeyen bir performans sergiliyor. Filmin kötü adamı Dr. Dodgson’ı canlandıran Campbell Scott ise karikatürize, boyutsuz ve tatsız bir performans sunuyor.

1993’te çıkan efsanevi Jurassic Park gibi bir devam filminin gelmesinin çok zor olduğunu kabul etmek gerekiyor. Pek çok yönden ilklere imza atmış bir başyapıt olarak gelecek nesilleri etkilemeye ve temel olmaya devam ediyor.

Jurassic World: Dominion senaryo sorunları ile ortalama bir gişe seyri sunuyor olsa da yenilikçi fikirleri, etkileyici görselliği, nostalji duygusu ve tabii ki vahşi dinozorları ile sevenlerini üzmemeye çalışan bir final filmi olarak karşımıza çıkıyor. İnatla ilk filmdeki başarıyı arayanlara veyahut dinozorlarla yetinmeyenleri ne kadar mutlu edeceği ise tartışılabilir… Etkileyici ve keyifli bir deneyim içim IMAX’te izlemeniz şiddetle tavsiye edilir!

5

X: Texas’da Seks ve Vahşet

Previous article

Uzay Aksiyonu: HALO

Next article

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

You may also like