Fantastik evren denince akla gelen ilk isimlerden Unutulmuş Diyarlar’ın beyaz perdeyle olan ilişkisi, nice hayranın hayallerini süslese de, 2000’lerin başındaki birkaç başarısız denemenin dışında yıllardır 1 Nisan’larda istismar edilen bir şaka olmaktan öteye gidememişti. Drowların anaerkil toplumundan Wulfgar ve Catie Brie’nin çalkantılı aşk hayatına, terk edilmiş efsanevi cüce şehirlerinden on kasaba halkının yuvası Buzyeli Vadisi’ne ilgi çekici onlarca hikayeye ev sahipliği yapan Faerûn, engin sinematik potansiyeline rağmen sinemada kendine yer bulamadı. Onlarca nedenini sayabileceğimiz bu durumun, fantastik macera filmlerinin bir süredir nadasa bırakılmış bir tür olmasıyla da ilgisi var tabii.
2000’lerin başında Yüzüklerin Efendisi üçlemesiyle altın çağını yaşayan bu tür, ilerleyen yıllarda alt türlere ayrılarak yavaş yavaş ana akım sinemadan silindi. Büyü ağırlıklı bir evren kuran Harry Potter filmleri ve korsanlık teması üzerinden ilerleyen Karayip Korsanları serisi hala dönemlerinin popüler filmleri arasında anılsa da, Alacakaranlık gibi tüm popülerliğine rağmen eleştirel anlamda çuvallamış filmler ve artan yapım maliyetleri türün unutulmasına neden oldu.
Tabii burada sayılan filmlerden neredeyse hiçbirinin Yüzüklerin Efendisi’nin de ait olduğu kılıç & büyü alt türüne ait olduğunu söyleyemeyiz. İçlerinde bulundurdukları tüm fantastik unsurlara rağmen son yirmi yılda yepyeni dünyalar tanıtan, o dünyaları farklı ırklar ve kültürlerle dolduran, karakterlerini farklı mekanlarda geçen aksiyon dolu maceralara sokan filmlerin sayısı iki elinizin parmaklarıyla sayamayacağınız kadar fazla değil.
Türün popülerliğini kaybettiğini söylerken, artık hiç fantastik macera filmi çekilmediğini kast etmiyoruz tabii ki. Narnia Günlükleri’nden Eragon’a, Hobbit üçlemesinden Yeşil Şövalye’ye pek çok fantastik film izledik geçtiğimiz yıllarda. Fakat son on yılda ana akım sinemanın büyük bütçeli gişe canavarı filmlerinin ağırlıklı olarak süper kahraman temasını işlendiği de bir gerçek. Son büyük bütçeli fantastik evren yaratma denemesi, Warcraft filmi de hem gişede hem de eleştirel anlamda başarısız olunca, kılıç & büyünün geri dönüşüne dair umutlarımız da yeniden rafa kaldırılmıştı.
Desek de inanmayın, çünkü özellikle son on yılda beyaz perdeyi siyah ekrandan ayrı değerlendirmek hiç de akıl karı değil. Kılıç & büyü alt türünün sinemadaki varlığı ne seviyede olursa olsun, dizi sektöründe uzunca bir süredir popüler olduğunu söylemek mümkün. Daha masalsı bir anlatı sunan Merlin’den, HBO’nun prestij draması seviyesindeki Taht Oyunları’na pek çok dizi, bu alt türün hitap ettiği kitleyi yıllardır genişletiyor.
Taht Oyunları’nın finali insanların ağzında kötü bir tat bıraktıysa da, House of the Dragon ve Güç Yüzükleri’nin yapılmış oluşu bile yapımcıların artık bu türe yatırım yapmaktan pek de çekinmediğinin kanıtı. Prime Video’da yayınlanan the Legend of Vox Machina da hem FRP kafasının hem de komedi ve drama arasındaki dengeli tonun ilgi çektiğini kanıtladı.
Dolayısıyla Zindanlar ve Ejderhalar: Hırsızlar Arasındaki Onur’un oldukça ılımlı bir iklimde izleyici karşısına çıktığını söylemek yanlış olmaz. Süper kahraman filmlerine ilginin giderek düştüğü ve ana akım sinema izleyicisinin alternatif gişe filmleri arayışında olduğu şu dönem, Zindanlar ve Ejderhalar gibi herkese hitap edebilecek bir film için biçilmiş kaftan.
Üstüne yönetmen koltuğuna Peter Jackson ya da David Benioff & D.B. Weiss ikilisi gibi epik fantastik anlatı iddiasındaki isimlerdense komedi filmleriyle tanıdığımız John Francis Dailey ve Jonathan M. Goldstein getirilince, filmin rotası tümden çizilmiş oldu. Filmin seçtiği bu eğlenceli ton, hem kendini aşırı ciddiye almaya çalışsa batacak bir çok kusurunu örtüyor hem de aksi halde yeterince çarpıcı olmayabilecek duygusal sahnelerin etkileyiciliğini arttırıyor.
Bu rüya takımının kuruluşu, 2017’ye Örümcek Adam: Eve Dönüş filmine uzanıyor aslında. İki filmin de yapımcılarından Jeremy Latcham, ikilinin senaryoya getirdiği türler arası yaklaşımı ve aynı anda hem içten hem de macera dolu tonu çok beğeniyor ve bunun olası bir D&D filmi için ideal olduğuna karar veriyor.
Gerçekten de film, Dailey ve Goldstein’in şimdiye kadar çalıştığı tüm projelerde deneyip sonunda ustalaştıkları bir tonda. Bir önceki filmleri Oyun Gecesi; komedi, aksiyon ve gerilim türleri arasında gidip gelen, aynı anda hem komik hem de duygusal olmayı başarabilen bir film. Yine adından da anlaşılacağı üzere düzenli olarak parti oyunları oynamak için bir araya gelen bir arkadaş grubu etrafında dönen film, ikilinin masaüstü oyunlarına olan ilgisine de kanıtlıyor, ki bu Zindalar ve Ejderhalar’ın özellikle FRP (Fantasy Role Play) (Masaüstü Rol Yapma Oyunu) hayranlarına ayrıca tat verecek kısımlarını aktarmada büyük bir avantaj.
Filmin yönetmenlerinden Jonathan Goldstein de Collider’a verdiği bir röportajda bu çabanın özellikle altını çiziyor:
D&D oynamanın ruhunu yakalamaya çalıştık. O da bir an ölüm kalım savaşı verirken sonrakinde kahkahalarla gülmek demek. Umuyorum ki film de tam olarak bunu başardı.
Tıkır Tıkır İşleyen Bir Plan
Filmin senaryosu, hikaye anlatımının altın kurallarından “basit hikaye, karmaşık karakterler” düsturunu benimsiyor. Temelinde bir grup hırsızın özel bir parça hazineyi çalmaya çalışmasını anlatan film, ekipteki her karakterin arka plan hikayesini parça parça anlatarak izleyici olarak karakterlerle duygusal bir bağ kurmamızı da sağlıyor.
Soygun hikayesi “O kasayı açmak için şunu almamız lazım, şunu almak için de şu kişiyi bulmamız lazım.” gibi ara adımlarla giderek uzuyorsa da, bu aslında karakterleri daha iyi tanımamız için bir zaman kazanma yöntemi. Herbiri büyük başarısızlıklara imza atmış karakterlerimizin hem ikili ilişkileri hem de ekip olarak sinerjileri bu basit olay örgüsünü izlenebilir kılıyor. Tüm bunları, Led Zepplin’in en unutulmaz şarkılarından birinin kullanıldığı harika bir fragmanla paketlediğinizde filmin herhangi birine çekici gelmemesi mümkün değil zaten.
Oyuncuların başarısından bahsetmeden önce oyuncuları bu roller için seçen Victoria Thomas’a hak ettiği övgüyü vermemiz gerekiyor. Oyuncuların olabildiğince çeşitli kökenlerden seçilmesi bir yana, herkesin oynadığı rol üstüne cuk oturuyor. Baş rol diyebileceğimiz Chris Pine’ı, klasik bir aksiyon kahramanından çok sivri dili ve kıvrak zekası dışında elinden bir şey gelmeyen bir ozan olarak konumlandırmak filmin verdiği en doğru kararlardan. Pine’ın karakteri Edgin Darvis’in kızıyla olan ilişkisinin de filmin duygusal direği olduğu düşünülürse, aktörün performansının filmin başarısındaki rolü daha net anlaşılacaktır.
Barbar Holga Kilgore karakterini canlandıran Michelle Rodriguez’in kariyeri boyunca “badass kadın karakter” oynamış olması, bu role seçilmiş olmasının önemini kesinlikle azaltmıyor. Fantastik anlatılarda çok az denk geldiğimiz, savaşçı bir kadının savaşçı bir bedeni olması durumu burada büyük bir özenle sağlanmış. Sahnede olduğu herhangi bir anda, Holga’nın rakibine fiziksel üstünlük kurabileceğinden şüphe etmiyorsunuz. Michelle Rodriguez’in karakter için bulduğu sert ama umursamaz ses tonu da, tüm performansa ayrı bir boyut katıyor.
Ekranda en çok gördüğümüz isimler Pine ve Rodriguez’se de, büyücü Simon Aumar ve druid Doric rollerine Justice Smith ve Sophia Lillis’in seçilmiş olması da en az diğerleri kadar önemli. İkili diğerlerinden hem yaşça küçük hem de aralarında duygusal bir yakınlık olan karakterleri oynadıklarından, daha olgun görünümlü oyuncuların seçilmesi ya da ikilinin kimyasının uyuşmaması bir çuval inciri berbat edebilirmiş.
Sahtekar soylu Forge Fitzwilliam rolündeki Hugh Grant, ingiliz aksanının da etkisiyle hem asilce poz kesmeyi hem de kendinden tiksindirmeyi başarırken filmin kötü karakteri Thay’li büyücü Sofina’yı canlandıran Daisy Head de uzun zamandır görmediğimiz korkutuculukta bir performans sergiliyor. Kritik bir anda ekibimizin yardımına yetişen, ve adeta masaüstü oyunlardaki DM’in ilahi müdahalesini simgeleyen paladin Xenk Yendar rolündeki Regé-Jean Page de kısa ekran süresine rağmen bulunduğu her sahnede alkışları çalarak olası bir yan filmin baş rolüne göz kırpıyor. Tüm bunlara ek olarak filmin hepinizin yüzünü güldürecek bir sürpriz oyuncu bulundurduğunu da eklemeden geçmeyelim.
Türün Hatalarından Ders Çıkarıyor
Fantastik filmlerin birçoğunun çuvalladığı görsellik tarafında da gayet başarılı bir iş çıkarılmış. Gerçek oyuncular, gerçek set parçaları ve görsel efektlerle oluşturulmuş diğer her şeyin bulunduğu sahnelerde tutarlı bir görsel dil yakalayabilmek her yiğidin harcı değil. Yine de tam da filmin benimsediği o yarı ciddi ton sayesinde, görsel efektlerdeki birçok kusuru görmezden gelebiliyoruz. Özellikle kostümler ve proplara gereken özen verildiği, kritik sahnelerdeki görsel efektler de iyi yapıldığı için aradaki ufak kusurlar istemesek de gözümüzden kaçıyor.
Görece sakin bir pazarlama kampanyası yürütmüş böyle bir filmde, biraz daha temkinli ilerlenmesini ve pek çok teknik sorunun etrafından yaratıcı çözümlerle dolanılmasını bekleyebilirsiniz, ama gösterdiği fantastik unsurlar açısından elini hiç de korkak alıştırmıyor film. Adının hakkını vermek istercesine birçok ejderha, fantastik mekan ve farklı ırklardan karakterler göstererek, o dünyaya dair daha çok şey görmek isteyecek halde bırakıyor bizi.
Kurgunun eleştirilebilecek tarafları var, özellikle Holga’nın aksiyon sahnelerinin gereğinden fazla kesilerek çok fazla planla gösterildiğini söylemek mümkün fakat madalyonun diğer ucunda Xenk Yendar’ın dövüş sahnelerinde de bir akıcılık söz konusu, dolayısıyla bunun karakterlerin dövüş stilleri arasındaki farka dikkat çekmek için alınmış bir karar olduğunu söylemek mümkün.
Filmdeki birkaç küçük montaj sahnesi de, anlatının dinamikliğini zedelemeyecek şekilde hızlı geçişlerle kurgulanmış. Filmin kamera kullanımı da gayet başarılı. Özellikle ekibin birlikte savaştığı sahnelerde kameranın aksiyonu takip edecek şekilde kullanılmasıyla enerjik bir görsel dil yakalanmış. Filmin birçok sahnede sinemada yaygın kullanılan bazı planlarla yaratıcı şekillerde dalga geçerek de mizahını arttırdığını söylüyor ve aşağıya kamera kullanımıyla set tasarımını nasıl uyum içinde ilerlettiklerini gösteren bir yapım videosu bırakıyorum.
To fit the orbiting camera in the carriage, we swung in one wall and swung out the other. #DungeonsAndDragonsMovie pic.twitter.com/iHtKr6dzCD
— John Francis Daley (@JohnFDaley) April 1, 2023
Yazının bitimine yaklaşırken bahsetmek istediğim son şey de, filmin hem D&D hayranlarını mutlu edip hem de evrenle ilk kez tanışacak izleyicilere dışlanmış hissettirmemeyi nasıl aynı anda başardığı. Zira 2016 çıkışlı Warcraft filmine getirilen en büyük eleştirilerden biri, evrene hakim olmayan izleyicilerin hikayeyi takip etmekte ne kadar zorlandığıydı. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, bu filmden zevk alabilmeniz için Zindanlar & Ejderhalar‘a, Unutulmuş Diyarlar‘a ya da rol yapma oyunlarına dair hiçbir şey bilmeniz gerekmiyor.
Film, anlatısını katmanlı bir yapıda kurmayı başarmış, dolayısıyla her aşinalık seviyesi için keyif alınabilecek şeyler var. Zindanlar & Ejderhalar evrenini tanıyan bir izleyiciyseniz, bildiğiniz mekanların adları geçtiğinde gülümsüyor, oyunda karşınıza çıkan yaratıklardan bazılarını gördüğünüzde kıkırdıyor ve karakterlerin gittiği bazı yerlerde de tanıdık simalar arıyorsunuz. Fakat filmin FRP severlere sunduğu keyif, bu kadarla da sınırlı değil. Anlatının gidişatı, tıpkı bir FRP seansının akışı gibi kurulmuş. Dolayısıyla nerede oyunun yöneticisi DM’in müdahale ettiğini, nerede hangi oyuncunun nasıl bir zar attığını da anlıyor ve filmi gösterilen bu ekstra özen sonucunda biraz daha seviyorsunuz.
Günün sonunda Zindanlar & Ejderhalar: Hırsızlar Arasındaki Onur’un Unutulmuş Diyarlar’ın kapısını olabilecek en iyi şekilde araladığı ortada. Popüler olmayan bir türde muhtemelen büyük de bir bütçeyle böylesi bir projeye girişmek kesinlikle riskli. Fakat herkesin üstüne düşeni fazlasıyla yapmasının sonucu olarak seyir zevki fazlasıyla yüksek bir film ortaya çıkmış. Özellikle türden keyif alanların tekrar tekrar izleyeceği filmin başarısı devam filmleri için bir talep de oluşturacaktır. Son olarak filmin yönetmenleri Jonathan Goldstein ve John Francis Daley’nin stüdyonun yaklaşımının filmin başarısındaki rolüyle ilgili yorumlarını paylaşıyorum. Ve hepinize iyi seyirler diliyorum.
Bir sinematik evren yaratıyor gibi düşünmemiz için baskı uygulayan kimse yoktu. Tabii ki gelişebilecek karakterler, genişleyebilecek ve devam filmleri potansiyeli olan bir dünya yaratmak istedik ama kesinlikle filme yaklaşımımızın başında bu gelmiyordu.
“Ve bu da tabii ki stüdyolara bir kanıt niteliği taşıyor. Bazen önceliklerini yanlış belirliyor ve daha ilk film çıkmadan sinematik evrenler yaratmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla sanırım daha fazlasına gitmeden önce ilk filmin iş yapması gerektiğini bilecek kadar aklı başındalardı. Tüm bunların üstüne, bence bu film pek çok potansiyel filmi için gayet iyi bir başlangıç noktası.”
Tuncer Haydarlar’ın bir önceki yazısı için;
Bu gönderiyi Instagram’da gör
Yorumlar