Sinema, tarihi boyunca yazılı ve sözlü pek çok eserden ilhamla kendini tekrar tekrar üretmiştir. Zaman zaman hikâyeler aldığı eserler arasında Homeros’un İlyada ve Odysseia eserleri de vardır. Öyle ki yakın zamanda Christopher Nolan’ın yeni film projesinin de bir Odysseia uyarlaması olacağı duyuruldu. Bu uyarlamalar arasında 2024 yılında bir yenisi daha eklendi: The Return.
Film Uberto Pasolini yönetmenliğinde çekilmiş modern bir Odysseia hikâyesi. Senaryosunu Uberto Pasolini ile beraber John Collee ve Edward Bond yazmış. The Return doğal olarak epik bir film. Epik filmleri her ne kadar sevsem de The Return’de bazı sorunlar da yok değil.
İsmi ile Müsemma
The Return savaştan yorulmuş ve tanınmaz halde evine dönen Odysseus’un (Ralph Fiennes) hikayesini anlatıyor. Odyssesus, Truva Savaşı’ndan 20 yıl sonra yurdu Ithaca’ya varınca krallığının tanınmayacak kadar değiştiğini görür. Bundan sonraki hayatında eşi Penelope (Juliette Binoche) ve oğlu Telemachus’un (Charlie Plummer) desteğiyle eski düzenini kurması gerekir. Filmin tüm anlatısı bu üç karakter üzerine kuruludur ve anlatacağı her şeyi bu üç karakter üzerinden anlatmaya çalışır. Gerçekten bir “dönüşü” anlatan film bu açıdan ismiyle de örtüşür.
The Return savaşın bireyler ve aileler üzerindeki yıpratıcı etkisini anlatan bir film. Alışılmış epik filmlerden ayrılan yanı ise uzun uzun dövüş sahneleri yerine diyalogların olması. Çünkü filmde savaşın kendisi değil sonrası anlatılıyor. Savaştan sonra yeniden kurulmaya çalışılan bir krallık ne kadar heyecanlı anlatılabilirse o kadar heyecanlı bir film The Return.
Uberto Pasolini bu klasik Homeros hikâyesini yalın ve derin bir duygusal tonla anlatmaya çalışıyor. Yer yer başarılı da oluyor. Alışık olduğumuz antik metinlerdeki tanrılar ve mitolojik unsurları bu filmde çok görmüyoruz. Onun yerine daha modern bir anlatımla daha çok insan odaklı bir hikâye izliyoruz. Filmde Odysseus’un kazandığı veya kaybettiği savaşlara değil de daha çok içsel yolculuğuna tanıklık ediyoruz.
Bunlara ek olarak The Return aile, sadakat, aidiyet ve zamanın getirdiği kaçınılmaz zorluklar gibi çok daha evrensel temaları da ele alışıyla dikkat çekiyor. Eşi Penelope’nin bekleyişi ve oğlu Telemachus’un babasıyla bağlarını eskisi gibi kurma çabası da hikâyeyi derinleştiriyor. Tüm bunlar da daha çok diyaloglar üzerinden kurulmaya çalışılıyor. Bu açıdan da film biraz ağır işleyen bir tempoya sahip. Bu da onu yer yer izlemesi sabır isteyen bir işe çeviriyor.
Oyunculuklar Kurtarıyor
The Return büyük prodüksiyonlu bir film olabilecekken ele aldığı konuyu çok daha steril bir yerden anlatıyor. Bu da onun görsellikten ve prodüksiyondan çok senaryo ve oyunculukları ile öne çıkmasına sebep oluyor. Özellikle senaryosunu daha çok diyalog üzerine kuran bir film olması da oyunculuklara dikkat kesilmemizi gerektiriyor.
Bu açıdan oyunculuklara baktığımız zaman Ralph Fiennes, Odysseus’un hüzün ve öfke dolu bakışlarıyla minimalist oyunculuğun iyi örneklerinden birini ortaya koyuyor. Yıllar sonra yurduna dönmüş bir karakter olarak kaybolan yılların acısını ve ailesini geri kazanma arzusunu diyaloglarında rahatlıkla görüyoruz. Penelope karakterine hayat veren Juliette Binoche ise başta sadakat ve fedakarlık olmak üzere pek çok duyguyu oldukça iyi ve yerinde gösteriyor. Anlatının üçüncü merkez oyuncusu olan Telemachus rolündeki Charlie Plummer ise gayet yeterli bir oyunculuk gösteriyor.
Filmde bu üç merkezi oyuncunun dışındaki Claudio Santamaria, Ángela Molina, Marwan Kenzari ve Roberto Serpi gibi oyuncular da ana hikâyeye hizmet eden oyunculukları ile üzerine düşeni yapıyorlar.
Ralph Fiennes ve Juliette Binoche’nin En İyi Film Oscarı kazanan The English Patient (Anthony Minghella, 1996) filminden sonra tekrar bir araya geldiklerini de hatırlatalım.
İzlemesi Zor Film
Ortalama bir filmi izlenilebilir kılmanın en iyi yolu çoğu zaman iyi bir ritme sahip olmasıyla ilgilidir. Yani vasat bir senaryo, vasat bir kamera kullanımı ve hatta vasat oyunculukların olduğu bir filmin eğer ritmi iyiyse rahatlıkla izlenilebilir olabilir. The Return de ortalama bir senaryo ve teknik yapıya sahip. İyi olduğu belki de tek konu oyunculuklar. Yine de çok daha rahat izlenebilir bir film olabilecekken oldukça ağır bir film olmuş. Bunun da en temel sebebi kurgusundaki aksaklıklar diyebilirim. Bazen yükselen bazen düşen ritim filmi izlemesi zor bir işe çeviriyor. Bu açıdan filmin iyi bir kurgusu olduğunu söyleyemem.
Buna karşın filmin iyi bir kamera kullanımı var. Görüntü yönetmeni Marius Panduru kamerasını özellikle merkezdeki üç karaktere oldukça yakında konumlandırıyor. Bu da kaçınılmaz olarak bu karakterlerle özdeşleşmemizi sağlıyor. Buna karşın Antik Yunan’ın epik atmosferi de mesafeli bir kamerayla gösteriliyor. Geniş açılı çekimler, karakterlerin çaresizliğini ve küçüklüklerini vurgularken, odak noktasına insanı koyuyor. Çevresel detaylarla bezeli bu sinematografik tercih, izleyiciyi hikâyenin ruhuna taşıyor.
Uberto Pasolini görsel açıdan minimalist bit tarzı benimsiyor. Antik Yunan atmosferi, gösterişten uzak sade bir şekilde canlandırılmış. Deniz manzaraları, ıssız dağlar ve ahşap yapıların görsel dokusu hemen her sahnede sade bir şekilde ortaya konuyor.
Epik de Olsa Vasat Bir Uyarlama
The Return, Homeros anlatılarını sevmenin yetmediği aynı zamanda ağır ilerleyen filmleri de sevmenin gerektiği bir film. Savaşın birey ve aile üzerindeki sonuçlarını yalın bir dille anlatarak alışılmış epik filmlerden ayrışıyor. Görsel açıdan zengin savaş sahneleri yerine insanların savaş sonrası yaşanan psikolojik ve sosyolojik gerilimlerine odaklanıyor.
Tüm bunları düşününce The Return çok kısıtlı bir sinema seyircisi tarafından sevileceğini tahmin ettiğim de bir film. Yine de tarihi kurgulara meraklı olan herkese de tavsiye edebileceğim bir yapım.
Can Ahmet Çelik‘ın diğer yazılarına bakmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar