32. Adana Altın Koza Film Festivali, hem uluslararası hem de ulusal yarışma seçkisinden dikkat çekici yapımlarla doluydu. Seyircinin karşısına çıkan filmler arasında kuşak çatışmasını yapıbozumcu bir bakışla ele alan deneysel anlatılar, toplumsal gerçekçiliği farklı coğrafyalar üzerinden işleyen yapımlar, kadınların hikâyelerine odaklanan duygusal dramlar ve politik atmosferin gölgesinde geçen tarihsel kurgular vardı.
Festival boyunca öne çıkan filmler, kimi zaman cesur tavırlarıyla niş izleyiciye seslenirken kimi zaman da klişelere yaslanan senaryolarıyla tartışma yarattı. Festivalde izlediğimiz filmler, sinemanın farklı damarlarını bir araya getirerek hem estetik hem de düşünsel açıdan renkli bir panorama sundu.
Algoritma’ya Biat Et
Algoritma’ya Biat Et; kuşaklar arası çatışmayı ve influencer kültürünü yapıbozumcu şekilde seyirciye sunan, yaratıcı olduğu kadar cringe bir film. Meriç Aral, rolünü başarılı bir şekilde üstlenmiş. Performansın da etkisiyle film, gün geçtikçe daha hipnotize edici olan tüketim toplumuna ve benmerkezcilik yarışına dair kendince bir tokat indiriyor. Filmin genel olarak oyuncu kadrosunun İngilizce olan filmde kendi dilini konuşurken daha az sırıtmasını beklersiniz ama seçilen oyuncular öylesine abartılılar ki, dikkat eksikliği olan genç neslin bile dikkat seviyesini kontrol etmeye oynayan bir film ortaya çıkmış.
Türkiye’de bu filmlere çok rastlamadığımız için sinefiller için bir cennet olduğunu belirtmek lazım. Genel izleyicinin bu filmi anlayıp yakınlık kurması çok zor. Ancak sinemanın derinlerindeki pastiş türünde ve bayağı film zevkine aşinaysanız John Waters gibi isimler ile beraber aynı saflarda yer alabilirsiniz. Ayrıca Guy Maddin ve David Lynch‘in de stilistik açıdan etkilerini film içinde görmek mümkün. Algoritma’ya Biat Et, daha niş sinema zevkleri olan kitleye hitap ediyor. Hedef kitlesi olarak geneli çok da umursamıyor, cesur tavrı takdiri hak ediyor.
Promised Sky
Toplumsal gerçekçiliği Afrika’daki kültür farklılıkları üzerinden sunan Promised Sky, zorluklarla ayakta kalmaya çalışan kadınların uyumsuzluklarla mücadeleleri, başka bir ülkede yabancı olmak konusunu ve kendi içlerindeki sürtüşmelerini mercek altına alıyor. Tek tek incelendiğinde tutkulu ve inandırıcı başarılı oyunculuklar görüyoruz. Ancak senaryonun drama klişelerine fazla sırtını dayaması ve ilgi çekicilik oranının sınırlı kalmasıyla beraber film vasatı pek aşamıyor.
Tunus’ta yaşayan Fildişi Sahili vatandaşları hakkında önlemli detaylar filmde yer alıyor. Dinin etken olduğu coğrafyalardaki yozlaşmalar, eşitsizlikler ve dayanışmak zorunda kalan insanların hikayeleri, filmin dayanak noktası oluyor. Ortaya çıkan sonuç sosyal gerçekçilik anlamında başarılı; ama yenilikçilik anlamında tatminkar bir filme dönüşemiyor.
Young Mothers
Cannes Film Festivali’nden senaryo ödülüyle dönen Young Mothers, Dardenne Kardeşler‘in alıştığımız gözlemci tavrını sürdürdüğü bir film olarak akıllarda kalıyor. Önceki filmlerinde genelde tek karakterin peşinden ilerleyen hikaye akışı, bu filmle beraber birkaç karakterin peşinden giderek çeşitlilik yaratıyor.
Her hikayede genç yaşta hamile kalan kadınların dokunaklı hikayeleri anlatılırken, yaşam şartlarının acımasız doğasından dolayı kader mahkumuna dönüşen kadınların yaşadığı zorluklar vurgulanıyor. Sevgisiz büyümek, çocuk yaşta sorumluluk bilinci kazanmak, madde bağımlılığı gibi temalardan ilerleyen film için tipik bir Dardenne yapımı denilebilir. Yine çarpıcı konulara vurucu dokunuşlar sağlanmış.
The Secret Agent
Her daim tehlikenin hüküm sürdüğü Güney Amerika kıtasında bu sefer 70’lerin sonlarındayız. Brezilya karnavalında onlarca insan ölmüş ve ülke o kadar yozlaşmış ki, insanlar birbirlerini öldürmek için kiralık katil tutuyor. The Secret Agent, bu ortamda bir adamın hayatta kalma ve gizlenme çabalarını yaratıcı bir rejiyle sunuyor.
Yönetmen Kleber Mendonça Filho, filminin her noktasında merak noktasını dorukta tutarken metaforik olgular, gelecek kehanetleri ve halk arasındaki fiskoslardan muhteşem doneler yakalayarak gösterişli bir kaotik Brezilya profili çıkarıyor. Başrol Wagner Moura sessiz ama endişeli bakışlarıyla seyirciyi finale hazırlarken, senaryo ise bir halkın kendi geçmişiyle yüzleşmesini çarpıcı bir şekilde işlemeyi başarıyor. The Secret Agent bu yılın en iyilerinden biri.
Annemin Solgun Çiçekleri
Ulusal yarışmanın genel anlamda son gösterimi yapılan filmi Ali Cabbar imzalı Annemin Solgun Çiçekleri, demode bir “köye geri dönüş” öyküsü ve sürprizsiz tavrıyla akmayan bir film olarak akıllarda yer ediniyor. Kısa filmleri anımsatan çiğlikteki kimi kadrajları, eksik aurasıyla filmi sürükleyemeyen erkek oyuncusu ve sözde iklim krizine değinen vasat altı senaryosuyla yarışmanın en zayıf halkası oluyor.
Filmin makul gözüken süresi, seyir keyfi olarak değerlendirildiğinde ömür törpüsüne dönüşüyor. Karakterlerin geneli yapmacık hissettiriyor ve inandırıcılık boyutunda sınıfta kalıyor. Erkek buhranı, yok olmaya başlayan bereketli topraklar ve çiftçinin çöküşü temalarına sahip onlarca daha iyi film izlemesek inanacağız.
Haktan Kaan İçel’in, diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, X ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
32. Adana Altın Koza Film Festivali 1. Gün | Blue Moon, Woman and Child, Miroirs No. 3 ve Ev
Yorumlar