0

Nükleer silahlar, insanlık tarihinin en büyük mucizelerinden biri olduğu kadar aynı zamanda en büyük kabuslarından biridir. A House of Dynamite, bu ikilemi günümüz dünyasında yeniden sahneye taşıyor. Yönetmen koltuğunda Kathryn Bigelow’un olduğu bu “kıyamet” temalı filmin senaristi ise Noah Oppenheim. Dünya prömiyerini 82. Venedik Film Festivali’nde yaptıktan sonra 24 Ekim’de Netflix’te gösterime giren A House of Dynamite daha büyük bir izleyici kitlesine ulaştı.

Film, aynı kritik zaman dilimini üç farklı bakış açısından yeniden oynatarak ilerliyor. Beyaz Saray’ın kriz odasından, stratejik komuta merkezinden ve en nihayetinde Başkan’ın bakış açısından. Bu yapı, izleyiciyi “olay zaten oldu, şimdi nasıl yorumlanacak?” sorusunun ağırlığıyla yüzleştiriyor. Ancak Bigelow’un tercihi yalnızca bir olayı anlatmak değil, sistemin kırılganlığına, karar alma mekanizmalarının sınırlarına ve belirsizlik kavramına odaklanmak.

Bu yazıda A House of Dynamite’ın kurgu, tematik derinlik, oyunculuk ve özellikle belirsizlik estetiği açısından nasıl çalıştığını incelemeye çalışacağım. Filmin elbette hem güçlü kılan yönleri hem de tartışmaya açık kararları var.

A House of Dynamite Film İncelemesi Arakat Mag Netflix Türkiye 2025 Kathryn Bigelow Idris Elba Rebecca Ferguson Gabriel Basso

Belirli Bölümler Üzerinden Kurulan Belirsizlik

Filmin hemen başında bir bölümle açıldığını görürüz. Ancak filmin kaç bölümden oluştuğunu o an elbette bilmeyiz. Sonuna geldiğimizde öğreneceğimiz bölüm sayısı üçtür. Bu üç bölüm her defasında sakin bir anlatım diliyle başlayıp genelde yüksek tempolu ilerler.

Filmin hemen başında gerilim, sıradan bir sabahın soğuk dinginliğiyle açılır. Beyaz Saray’daki görevli subaylar, rutin bir güvenlik brifingine hazırlanırken Alaska’daki radar sistemlerinden gelen anormal bir sinyalle sessizlik parçalanır. Gökyüzünde tanımlanamayan bir nesne, saniyeler içinde tüm savunma hatlarını harekete geçirir. Başlangıçta bir simülasyon ya da teknik hata sanılan olay, kısa süre sonra bir nükleer füzenin gerçekten ateşlendiğinin anlaşılmasıyla felakete dönüşür. Kathryn Bigelow, bu ânı hem karakterlerin hem de kurumların panikleyen refleksleri üzerinden gösterir. Kısa süre içinde ulusal güvenlik danışmanları, istihbarat birimleri ve ordu temsilcileri Beyaz Saray’ın dar, floresan ışıklı kriz odasında toplanır. Konuşmalar hızlı, kararlar bulanıktır. Herkes aynı soruyu sorar: “Füze nereden geldi?”

Bir yandan bu karmaşa sürerken A House of Dynamite, ikinci anlatı katmanına geçer: askeri komuta zinciri. Yeraltındaki komuta merkezinde General Anthony Brady (Tracy Letts) ve ekibi, gelen verileri analiz ederken politikacılardan çok daha soğukkanlı görünürler, ama onlar da belirsizliğin sınırında ilerlemektedir. Radarlar füzenin rotasının Chicago’ya yöneldiğini doğruladığında, soğuk profesyonellik yerini çaresizliğe bırakır.

İzleyici bu noktada savaşın mekanik yüzünü, ekranlara yansıyan kırmızı izlerin ardındaki insan korkusunu hisseder. Bigelow filmografisine hakim olanlar yönetmenin burada The Hurt Locker’daki (2008) sert gerçekçilikle Zero Dark Thirty’nin (2012) bürokratik gerilimini birleştirdiğini hisseder. Bu bölümlerde gördüğümüz şey karar almanın eyleme geçmekten çok daha zor bir iş olduğudur. Komutanlar olası karşı saldırı planlarını tartışırken, füzenin kaynağı hâlâ belirsizdir. Rusya mı, Çin mi, yoksa bir siber saldırı mı? Yanlış bir hamle, dünyayı saniyeler içinde yok edebilir.

Üçüncü düzlemde hikâye, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’nın kişisel deneyimine odaklanır. Başkan (Idris Elba), kamuoyu önünde yaptığı bir okul ziyaretinde bu haberi alır. Kalabalığın alkışları, kulaklarına ulaşan gizli bir bilginin soğukluğu karşısında yavaşça kesilir. Ardından helikoptere alınır, motor gürültüsünün içinde ülkesinin kaderini tartmak zorunda kalır. A House of Dynamite bu sahnelerde, iktidarın yalnızlığını ve insanın “yanlış karar verme korkusunu” incelikle işler. Başkan, savunma kodlarını eline alır; yanında bir asker, nükleer çantayı tutmaktadır. Dakikalar geçtikçe “karşılık verelim mi?” sorusu, sadece politik değil ahlaki bir tartışmaya dönüşür. Ekranlardaki koordinatlar, konuşmalardaki titreklik, gözlerdeki çaresizlik birleşerek adeta zamanın ağırlaştığı bir atmosfer yaratır.

A House of Dynamite Film İncelemesi Arakat Mag Netflix Türkiye 2025 Kathryn Bigelow Idris Elba Rebecca Ferguson Gabriel Basso

Yönetmen ve Senarist Başarısı

Bigelow’un ustalığı, bu üç anlatı hattını birbirine geçirirken gerilimi ve tempoyu hiç düşürmemesinde saklıdır. Beyaz Saray’daki panik, askeri disiplindeki çatlaklar ve Başkan’ın yalnızlığı, aynı zaman diliminde yankılanan farklı yankılar gibidir. Her biri aynı olayı başka bir cepheden anlatır ama hiçbirinde kesinlik yoktur. İzleyici, film boyunca kimin doğru bilgiye sahip olduğunu asla bilemez. Olayın kendisi kadar, olayın algılanışı da anlatının merkezine yerleştirilir. Film, füzenin gerçekten Chicago’ya düşüp düşmediğini ya da karşılık verilip verilmediğini göstermeden sona erer.

Tabii bir de film de anlatılanların hem bireysel hem de toplumsal bir yıkım olması yanı var. Zaman zaman ailelerini arayan üst düzey yetkililer gördüğümüz gibi üst makamdaki birine hesap vermenin zorluğunu yaşayan insanlar da görüyoruz. Zamanın daralması hali karakterlerin kriz yönetimindeki becerisini de gösteriyor. Bu da zaman zaman her karakterin gördüğü ve anlattığı şeyin diğerinin gerçekliğini sorgulatmasına sebep oluyor. Böylece izleyici, sonunda hiçbir anlatıya bütünüyle güvenemeyeceğini fark ediyor.

Yönetmen, krizin yönetildiği mekânı bir tür ruhsal ve ahlaki laboratuvar gibi kullanarak gerilimi giderek sıkıştırıyor. Özellikle ilk bölümün neredeyse bir tek mekan gerilim filmine dönüşmesinin de iyi diyaloglar sayesinde olduğu muhakkak. Bu noktada da Neil Oppenheim’ın diyalog yazmadaki becerisi öne çıkıyor. Diyaloğun bu kadar çok olduğu bir filmde de oyuncu yönetimi konusunda yönetmen Kathryn Bigelow’un başarısı var. Bu açıdan yönetmen ve senaristin farklı kişiler olması film için bir dezavantaj gibi görünse de bu filmde bu durum pek hissedilmiyor.

A House of Dynamite Film İncelemesi Arakat Mag Netflix Türkiye 2025 Kathryn Bigelow Idris Elba Rebecca Ferguson Gabriel Basso

Seyirciyi Filme Dahil Eden Teknik

Bir filmin temposunun iyi olabilmesi elbette kurgusuyla doğrudan alakalı bir durumdur. Ancak A House of Dynamite’de kurgu ile birlikte iyi çalışan bir kamera kullanımı da var. Özellikle kriz yönetimi ofisindeki kamera kullanımı neredeyse The Office dizisindeki kadar hareketli. Aniden yapılan zoom in ve zoom out hareketleri, hızlı dönüşler, yüksek titreşimler ve daha birçok kamera hareketi sahnedeki duyguya göre şekilleniyor. Örneğin sahnede titreme olduğunu bildiğimiz bir anda kameranın da oldukça şiddetli bir şekilde titremesi seyirciyi doğrudan sahnenin içine almak için yapılmış bir kamera oyunu. Her ne kadar insan gözü zoom yapamasa da kameranın zaman zaman zoom yapması ise sahnede gerilimin kimin üzerinde toplandığını anlatır türden. Yani seyirci o an orada olsa kimi izlemek isterdi diye düşünülüp kamerayı ona çeviren bir görüntü kullanımı var.

Bu kadar aktif bir kamera kullanımı için ise tercih edilen görüntü yönetmeni Barry Ackroyd olmuş. Kendisinin daha önce Captain Phillips (2013) filminin de görüntü yönetmeni olduğunu hatırlatalım. O filmde de kameranın ne kadar hareketli olduğunu filmi izleyenler hatırlayacaktır. Ayrıca yine bir Bigelow filmi olan The Hurt Locker’da (2008) da aynı kişinin görüntü yönetmeni olduğunu biliyoruz.

A House of Dynamite’in kurgu masasında ise Kirk Baxter bulunuyor. Bölümlerin kendi içinde tutturulan tempoyu şüphesiz kurgucusuna borçluyuz. Zaman zaman uzun planlar zaman zaman da hızlı geçişlerin olduğu bu filmde sahneleri birbirine bağlamak kolay değil. Bu açıdan filmin oldukça başarılı bir kurgusu var. Bunun yanında bölümlerin kendi içindeki temposunun aksine bölümler arasındaki geçişin oldukça yavaş ve biraz zaman istediğini de söylemem gerek. Yani her bölüm yeni bir film başlıyor gibi başlıyor ve yavaş yavaş ritim kazanıyor. Bunu belki de bilinçli yaptıklarını düşünerek buna takılıp kalmamayı tercih ediyorum.

Son olarak filmin zaman zaman yükselen müzikleri hakkında bir şeyler demezsem bu yazı eksik kalır. Yukarıda bahsettiğim titreyen oda ve kamera sahnesi de dahil filmin bazı sahnelerinde aniden yükselen müzikleri oldukça iyi buldum. Bu filmi bir ekranda değil de bir sinema salonunda izlesek çok daha iyi bir sinema deneyimi yaşayacağımız muhakkak diyebilirim.

Sonuç olarak tüm bu değerlendiremeler ışığında A House of Dynamite’i beğendiğimi söylemem gerek. Sinema için klasik bir konuyu dikkatli ve özenli çalışmış bir yönetmenin filmi bu. Bu açıdan hem senarist Oppenheim hem de yönetmen Bigelow filmografilerinde iyi bir film olarak hatırlanacağını düşünüyorum.


Can Ahmet Çelik‘ın diğer yazılarına bakmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Youtube, X ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.

Jay Kelly: Bir Tekrar Daha

Frankenstein: Tanrıyı Oynamanın Bedeli

Can Ahmet Çelik
Selçuk Üniversitesinde Radyo Televizyon ve Sinema bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitede aynı bölümde yüksek lisans yapıyor. Düzenli olarak okuyor, izliyor ve yazıyor.

Gilligan ve Rhea Seehorn, Dünyayı Mutluluktan Kurtarmaya Geliyor

önceki yazı

The Long Walk: Yürüyen İnsanlık Kalıntıları

sonraki yazı

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

Bunlar da ilginizi çekebilir