Daha önce televizyonda çeşitli yönetmenlikler yapan Drew Hancock, ilk uzun metraj filmi Companion ile karşımıza çıkıyor. Ülkemizde 31 Ocak’ta vizyona girecek olan film, günümüzün popüler konularından yapay zeka ve insan ilişkisini irdeliyor. Filmin oyuncu kadrosunda ise; Sophie Thatcher, Harvey Guillen, Jack Quaid, Lukas Gage, Rupert Friend ve Megan Suri gibi isimler yer alıyor.
Metropolis (1927) ile sinemadaki ilk insan türevi robot karakterlerden olan Maria, The Creation of the Humanoids‘de insanlığı yok eden bir nükleer savaşın sonrası oluşan “clickers” topluluğu (1962), The Stepford Wives (1975) ile Joanna ve komşularının erkek egemen hayat farkındalığı, Blade Runner 2049 ile Ana De Armas‘ın canlandırdığı hafızalara kazınan Joi ve Her (2013) filminde bir ses yazılımı olan Samantha ile ruhsal bir bağ kuran Theodore karakteri gibi örnekler, sinemada yapay zekanın insanlıkla beraber kullanıldığı tipik örneklerden. Drew Hancock ise Companion ile yapay zekayı sevgi odağında, mental ve fiziksel özelliklerinin insanlar tarafından belirlenebileceği bir tasarımla ele alıyor. Ancak bu kez yönetmen, insanlığın her avantajında olduğu gibi yine bunu da kötü emellerle kullanacağı bir çeşit “Frankenstein kompleksi” içeren bir anlatımın peşinde.
Bu yazı Companion filmi hakkında spoiler içerebilir.
Yeni Nesil Bir Aşk Hikayesi
2022 yapımı Barbarian‘ın yapımcılarının yapımını üstlendiği Companion kendisini “yeni nesil bir aşk hikayesi” olarak tanımlıyor. Filmin konusuna gelirsek; Josh ve Iris, arkadaşlarının göl kıyısındaki tenha evine giderler. Iris, Josh’a saplantılı bir şekilde aşıktır ayrıca onun için en iyisini dilemekte ve yapmaktadır. Mülkün sahibi Sergey ve kız arkadaşı Kat’in tavırları Iris’i işkillendirir. Bu göl kaçamağının gidişatı süre ilerledikçe kaosun artmasına neden olacaktır.
Companion, adını yapay zeka asistanlarında yaygın kullanılan bir isim olan Iris’den alan ana karakterinin kaderiyle alakalı bir atıfla başlıyor. Iris hayatının en önemli iki günün birincisinin “Josh ile tanıştığı gün.” ikincisinin ise “Josh’ı öldürdüğü gün.” olduğunu söylüyor. Hikaye, bu iki uç durumun belirtilmesiyle girişini ve finalini belirginleştiriyor. Ardından, bu süreci irdelemeye başlıyor. Filmin başında Iris’i, kendisini sosyal olarak yetersiz gören, kaygılı birisi olarak görüyoruz. Buna, Kat’in Iris’e olan kötü davranışlarının eklendiğine tanık oluyoruz. Tam tersi şekilde ise Kat’in, Josh ile ilgilendiğini görüyoruz. Hikayenin gidişatını bu üçgen içerisinde göreceğimizi düşünürken, Sergey’in Kat’e olan tacizi hikayeyi bambaşka bir sürece götürüyor.
İnsanlığın Zaafları ve Koşulsuz İtaat İsteği
İnsanlar, itaat etme ve itaat edilme olgularını yaratılışları gereği bir güdü olarak içlerinde beslerler. Binlerce yıldır oluşan insanlık döngüsü insanı bu kabullenişe iter. Bu evrimsel olarak insanların hayatta kalma içgüdüsü ile izdüşümü içerisindedir. Kimi insanlar bunu sorumluluktan kaçma olarak kullanır. Kendisine itaat edilmesini isteyen ise yönlendirilmelerle kendi düşüncelerini empoze etmek ister. Öte yandan, bu isteklerin başında güç ve kontrol isteği başroldedir. Kişisel hırslar burada ön planda tutulur. Hissedilen eksiklikler bu doğrultuda kapatılır. Kişi sahip olmadığı çoğu özelliği otoriter bir tavırla kapamaya çalışır. Bu noktada, bu güdünün beslenmesi eğitimle birliktedir. Özgür olarak yetişmeyen insanlar eğitim aldığı çevresine göre kendilerine benzer koşullar yaratırlar. Companion içerisinde Iris ve Josh’ın ilişkisi de itaat eden ve itaat ettiren üzerinden ilerliyor. Iris’in soyut ve somut olarak insani niteliklere sahip olması, kendisini insan olarak görmesi, Josh açısından sevginin aslında itaat etme kavramına hizmet etmesiyle birleşiyor.
Bu noktada determinist bir sorgulama olan özgür irade paradoksuna benzer bir şekillenme gerçekleşiyor. Iris’in ona sevgisi kendi yaratılış görevlerini yerine getirme üzerinden sağladığı bir hazza yönelik mi? Eğer durum bundan ibaret değilse programlanmasına rağmen Iris aşkı kendisi seçme yetisine sahip mi? Ki değil. Ya da, bu programlanma sahiden var olan bir duyguyu yansıtabilir mi? Ayrıca işlenen ilişki dinamikleri Hegel‘in güç dengesizliği sonucu, bir kişinin yalnızca başkası üzerinden üstünlük kurarak kimlik kazandığı iddia ettiği, “Efendi-köle diyalektiği” üzerinden tartışılabilir. Josh’ın filmin sonunda Iris’e hala bir şeyleri söyletmeye çalıştığını izliyoruz. Bu kabullendirme isteği, Josh’ın kendisini tatmin ediyor. Bu tatmin, sahne içerisinde Josh’ın kendisini güçlü hissetmesine yol açıyor. Bu durum Hegel‘in diyalektiğine göre Josh’ın, Iris’e olan bağımlılığının bir göstergesi. Aslında, kölenin sahibi de bir çeşit köledir, insanın var oluş arayışı başkasının var oluşuna kendisini bağlayabilir.
Kontrolsüz Güç ve Faydacılık
Filmin işleyişine dönecek olursak, Iris’in yaşadığı taciz sonrasında Sergey’i öldürmesi, kendi kodlarının dışına çıktığının ve itaat dengesizliğinin sonuna geldiğimizi gösterir. Bu esnada, Josh’ın, Iris üzerinden Sergey’i öldürmesi için bir çeşit kodlama yaptığını öğrenmemiz, hikayenin olay akışına bir katman daha ekler. Ana amaç, topluca Sergey’in kasasında duran parayı almaktır. Irish’in kendisinin yapay zeka içeren bir robot olduğunu öğrenmesinin ardından Josh’ın planları tutmaz ve Iris’in kontrolünü kaybeder. Iris’in insani özelliklere sahip olması buradaki karanlık komplodan çıkışına ve kaçışına hizmet eder. Josh’ın bu planları ise insanın kız arkadaşı olarak içselleştirdiği bir varlığı bile kendi yaratımı olduğu için yine bir şekilde kendi emelleri için programlayabileceğine hizmet eder. Kontrolsüz güç, bu noktada insanlığın temeline indirgenir. Bu kez kötülüğün karşısında duran ise insanın yarattığı insani özelliklere sahip bir yapay zekadır.
Filmin içerisinde Eli ve ilişkileri üzerinden sevgi odaklı bir karakterle tasvir edilen aslında Irish gibi bir yapay zeka olan Patrick’in kontrolü, bu kötülük ve kontrolsüz güç üzerinden birçok kez değişim yaşar. Patrick’in, Eli ile yapay zeka olmasını önceden bilmesine rağmen sevgilerine sahip çıkan tavrı, Josh’ın Patrick’i sıfırladıktan sonra agresiflik seviyesini son seviyeye çıkarmasıyla, insanın en içten duyguları bile yalnızca faydacı ve normatif tutumla nasıl değiştirebildiğinin sembolü olur. Finale doğru, karakter bir dönüşüm daha geçirir. Eli’i hatırlayarak kendi benliğinin sonunu kendisi belirler.
Fikir ve Senaryo Matematiği
Companion, düşündürücü bir fikrin etrafında kurgulanıyor. Günümüzde hayatımıza entegre olmaya başlayan yapay zekanın sınırlarını kişiselleştirilmiş bir sahibiyet üzerinden belirliyor. Filmin izleyici de fikir fırtınası yaratma gayesine sahip olduğu ve mantık hatalarını kurgusal hikayesiyle göz ardı etmemizi arzuladığı aşikar. Ancak fikrin polemik yaratımı dışında, geri kalan yaratıcılığı ve fikrin etrafının nasıl şekillendiği konusunda bir takım problemler var. Hikayenin senaryo matematiği, karakterlerin motivasyon eksikliği ve yüzeysellik açısından belirli sınırlamalar göze çarpıyor. Film, çeşitli açıklamalardan sonra, ana fikri işliyor ve fikrin görevi bu noktadan sonra tamamlanıyor. Ele alınan fikrin izleyiciye olan etkisi bittikten sonra, hikayenin çevresi çoğunlukla izleyiciye oynanan oyunlar ve twistler üzerinden şekilleniyor. Bu tutumun içerisinde, işlenen sürprizlerin ve oyunların aslında akla ilk gelen şeylerden ibaret olması filmin istenilen eşiği atlamasına yardımcı olmuyor.
Companion‘ın temel fikriyle işi bittikten sonra etrafını çevrelerken yaşadığı eksilerden birisi de; karakterlerin motivasyonlarının sınırlılığı oluyor. Filmin daha çok “kötü” olarak gördüğümüz karakterlerinden Josh’ın diyalogları ve kendisini açıkladığı sahneler fazlasıyla basit duruyor. Josh, insanlığa dair bir temsiliyet barındırsa da karakterin motivasyonuna dair temelli bir altyapıya sahip olamıyoruz. Neden bu paraya sahip olmak istiyor? Paraya ulaşma planları dışında başka bir cevaba, finaldeki bir sahnede Iris’in ağzından kendi ezikliği gibi sebeplerden Josh’ın parayı istediğini duyuyoruz. Ancak aktarılan cümleler, böylesine ölümler ve ciddi suçlarla sonuçlanan bir hırsızlık planı için derinliği bulunmayan sebepler olarak duruyor. Bu noktada insanlığın en kötü felaketlere sebep olurken bile bir mantığa sahip olmadığını düşünebiliriz. Ancak, katmanlı ve kaotik bir anlatımın içerisinde karakterlere dair olan boşluklar bizim soruların cevapları için gereğinden fazla kendi cevaplarımızı vermemize neden oluyor. Bunun yanı sıra, karakterlerin yaşadığı hikaye için önemli kırılmalara neden olan olaylar temellenmeden bir anda sonuçlanıyor. Film, yola çıktığı fikrin peşinden gereğince ilerleyemiyor. Bir noktadan sonra yarattığı kaosun içerisinde final düğümünü nasıl çözeceğine odaklanıyor.
Yönetmenlik
Drew Hancock, ilk uzun metrajında düşündürücü bir fikirle yola çıksa da, filmin senaryo olarak göz ardı edilecek unsurlarını daha ön plana çıkaran odağın, filme eşlik etmeyen yönetmenlik olduğunu düşünüyorum. Filmin seyir açısından keyifli bir 1 saat 37 dakika vadettiğini söyleyebiliriz. Düşündürücü bir fikir, merak duygusunun ön planda olduğu yapay zeka üzerinden bir hikaye anlatımı, ve iyi bir atmosfere tanık oluyoruz. Ancak, bu prensipler harici hikayeyi derinleştirecek bir anlatıma tanık olamıyoruz. Hancock, hikayeyi nasıl keyifli ve sürprizli yapacağına bir noktadan sonra daha fazla odaklanıyor ve filmi bir üst seviyeye çıkaracak etkenlerle uğraşmıyor. Bu elbette bir tercih, ancak filmin çıtasını belirleyen bir unsur oluyor. Anlatının içerisinde yönetmene dair herhangi bir imza sahne izlemiyoruz. Planlanan her şey atmosferin ne kadar keyifli tasarlanacağı ile ilgili.
Hancock, yalnızca kurguladığı şeyi anlatmak istiyor bunu da fikri hariç özgün yan unsurlarla yapamayınca birkaç sorgulama hariç oldukça düz bir anlatım ortaya çıkıyor. Hikayenin mizahi yönü anlatımın gelişimiyle ağır basıyor ve bu yönden iyi sahneler izliyoruz. Fakat, hemen sonrasında bu sahnelerin birbirini tekrar ettiğini görüyoruz. Örneğin, Stalin ve Sergey üzerinden yapılan espriler, kendini bir kaç kere tekrarlıyor. Film, düşündürücü ana fikri hariç etrafını çevrelediği unsurlarını etkili bir dille kurgulamadığından işe yarayacağı düşündüğü diğer fikirleri birden fazla tekrarlamak istiyor. Ana fikir hariç aynı etkide ekstra bir fikre sahip olmadığının bir hayli farkında gözüküyor.
Cinsellik, Objeleşme ve Hiçsizleşme Üzerine
Film, kadınların arzu nesnesi görülmesine yönelik belirli göstergelere sahip. Bu objeleştirme bu sefer şekil değiştirerek, yapay zekaya sahip bir robotun üzerinden yansıtılıyor. Companion, kadınlara dair “özerkliğin yoksun kaldığı” bakış açısını, bir alt metin olarak değil daha çok tutumlar odağında direkt sunulan bir gösterge olarak ele alıyor. Josh ve Irish’in cinsel birliktelikleri sonrasında Irish yalnızca onun mutlu etmek istediğini dile getirir ve Josh, Irish ile hiç ilgilenmeden direkt uykuya dalar. Uykuya dalması için ona bir robot olarak kapanma talimatı olan “Iris, Uyu.” der. Bu sahne dahil olmak üzere Josh’ın, Iris’i komuta ettiği sekanslar, Sergey’in sapkın karakterinin Iris’e yaklaşımı; hiper-maskülenlik, “hak görme” ve kadını cinsel olarak nesneleştirme gibi oldukça hastalıklı bir güç algısının temsiline hizmet eder. Iris’in Sergey’i öldürmesi sonucu dönüşümünü başlatması ve kendi benliğinin farkına varması bu noktada önemlidir.
Irish’in, Josh’ın onu komuta ettiği telefonunu ele geçirdikten sonra, zeka seviyesinin %40 olarak ayarladığını görmesi aslında bu narsist ve erkek egemen ilişki sürecini sürdürmek istemesine hizmet eder. Daha sonrasında Iris’in %100 olarak ayarlaması bir karşıtlık yaratsa da, filmin keyifli atmosferi için bir anlam oluşturur. Sinemasal olarak fazla etkili bir sahne olmasa da, yapay zekaya sahip bir robotun hikayesinde Josh’ın temsil ettiği erkek egemen kitlenin tasviri için basit ve anlamlı bir bütünlüktedir.
Companion‘ın müzikleri hikayesinin düşle karışık kaotik yapısı için uyumlu bir boyutta. Filmin müziklerini Hrishikesh Hirway besteliyor ve başrol Sophie Thatcher‘ın vokalde yer aldığı “Iris Theme” filmin ana müziği olarak duyuluyor. Thatcher’ın oyunculuğu ise hikayeyle uyumlu bir seviyede. Rolünün gerektirdiklerini başarıyla yansıtıyor. Jack Quaid, The Boys dizisinde aşina olduğumuz çaresiz ve kaosun ortasında kalmış karakterini standart bir şekilde canlandırıyor. What We Do in the Shadows dizisinden tanıdığımız Harvey Guillen ise hikayeye enerjisi yüksek bir ton sağlıyor.
Companion, düşündürücü ve keyifli bir süre vadetse de yola çıktığı ana fikrinin etrafını istenilen boyutta geliştiremiyor. Temel fikrini çevrelerken yan unsurlarını gereğince temellendiremiyor ve yalnızca fikrin etki süresi kadar başarılı olabiliyor.
Ahmet Duvan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar