Kült sinemanın çürük elmalarından biri olarak görülen The Toxic Avenger filminin 1984 tarihli orijinali; zamanının en arsız, en ucuz ama bir o kadar da kendine has işlerinden biriydi. Lloyd Kaufman’ın Troma Entertainment çatısı altında ürettiği film, düşük bütçesini bir gurur nişanı gibi taşıyor; aşırıya kaçan şiddet, plastik görsellik ve absürt mizahla kendine özgü bir dil yaratıyordu. Tüm bu çerçevede Macon Blair imzalı 2023 yapımı yeniden çevrim, en başından ağır bir sorumluluk yüklendi: Hem hayranların kutsal kabul ettiği bu “çöp klasiği”ne selam çakmak hem de günümüz izleyicisine anlamlı bir şey sunmak.
Peter Dinklage’in başrolünde olduğu yeni The Toxic Avenger, “çöp filmin yeniden üretimi”nden öteye geçerek aynı zamanda sağlık sistemi, çevre felaketleri ve kapitalist sömürünün insan üzerindeki baskısı hakkında da söz söylemeye çalışıyor. Ancak bu söylem, her zaman uyumlu bir bütünlük sağlayamıyor. Bir yanda kan gölüne dönüşen sahneler, kopan organlar ve abartılı gore mizahı; diğer yanda ise işsizlik, sağlık sigortası ve tek ebeveynlik üzerine dramatik dokunuşlar var. Blair’in elinde ortaya çıkan şey; şaşırtıcı derecede duygusal, absürt ve şok edici bir film.
Kökenlerine Saygı Duyan Bir Uyarlama
Orijinal The Toxic Avenger, adeta bir “nerd intikamı” hikâyesiydi. Spor salonundaki zorbalardan bıkmış bir temizlik görevlisinin kimyasal atıklara düşerek grotesk bir süper kahramana dönüşmesi, Reagan dönemi Amerika’sında toplumsal gerilimlerin ucuz bir alegorisiydi. Macon Blair ise bu hikâyeyi günümüze taşırken, 80’lerin popüler çocuk zorbalığını çok daha sistemsel bir baskıyla değiştiriyor. Artık mesele birkaç kabadayı değil; bu uyarlamada çok uluslu şirketler, sigorta sistemleri ve kurumsal yozlaşma asıl tehdit konumunda.
Winston Gooze karakteri, Peter Dinklage’in oyunculuğuyla sıradan bir “kurban” olmaktan çıkıyor. O, bir tarafta üvey oğluna bakmak zorunda olan bir baba figürü, diğer tarafta işçi sınıfının kırılgan temsilcisi, öbür tarafta ise sigorta şirketlerinin bürokratik kıskacında nefes almaya çalışan modern bir birey. Bu noktada film, orijinalin karikatürize toplumsal çatışmalarını daha evrensel ve dokunaklı bir zemine oturtma çabasına girmiş.
Yine de, bu güncellemenin her zaman işlediğini söylemek zor. Blair, düşük bütçeli ve “kendiliğinden saçma” bir estetiği yapay biçimde yeniden üretmeye çalışıyor. Bulgaristan’da çekilen setler, kasıtlı olarak “ucuz” gösterilmek isteniyor ama bu yapaylık, seyircide gerçek bir Troma deneyimi yaratmıyor. Sonuçta, bir sahte barı “yaşlandırılmış” gibi gösterme çabası izleyiciye samimiyetten çok yapaylık hissi verebilir.
Troma deneyimi dediğimiz şey; Troma Entertainment’den, yani orjinal filmin bağımsız yapım şirketinden gelmekte. Eğer gerçek bir “Z movie” yaratılmak isteniyorsa, Z movie’nin estetiğini kendi doğallığı ile kabul etmek gerekiyor. Çöp sinemayı değerli kılan da bu zaten. Yine de filmin ruhunda otantik bir bağlılık var diyebiliriz. Blair’in Troma’ya olan hayranlığı her sahnede hissediliyor. Elijah Wood’un grotesk bir yardımcı karakterle boy göstermesi, Kevin Bacon’un aşırıya kaçan CEO performansı, filmin “Biz de bu çılgınlığa dahiliz.” diyen bir yanını ortaya koyuyor.
Çaresizlikten Kahramanlığa
Filmin en büyük sürprizi, duygusal tonunu Peter Dinklage’in oyunculuğu üzerinden kurması. Winston, klasik süper kahraman anlatılarından farklı olarak en başından kaybetmiş bir adam. Eşi kanserden ölmüş, sigortasızlık nedeniyle tedavi olamıyor, iş yerinde küçümseniyor ve oğlu ile arasındaki bağ zayıf. Onun kahramanlığa uzanan yolculuğu; kahramanlık arzusundan değil, saf bir çaresizlikten doğuyor.
Bu dramatik temel, filme şaşırtıcı derecede insani bir katman eklemiş. Winston’un sigorta şirketiyle yaptığı absürt telefon görüşmesi, neredeyse kara mizahın ötesinde oldukça gerçekçi. İzleyiciler belki de bu sahnede gülemiyor; çünkü diyalog, Amerika’daki sağlık sisteminin acımasız bürokratik doğasını birebir yansıtıyor. Bu da filmin en komik sahnelerinden birini aynı zamanda en trajik olan haline getiriyor.
Winston’un toksik dönüşümünden sonra Dinklage’in varlığı farklı bir noktaya taşınıyor. Kostüm ve protez makyaj oyuncunun bedenini kısıtlasa da, ses tonundaki sakinlik ve alttan alta hissedilen yorgunluk, karakterin “insan” tarafını koruyor. Bu da filmin en büyük başarısı olabilir. Çünkü tüm “gore” şakaları arasında, seyirciler olarak bir an için bile Winston’un derdini unutamıyoruz.
Toxie’nin, yani “zehirli kahraman”ın şiddeti bile basit bir intikam fantezisi olmaktan ötede. Onun düşmanları artık lise kabadayıları değil; yozlaşmış CEO’lar, paralı çeteler ve sistemin bizzat kendisi. Bu açıdan bakıldığında, film bir tür “proleter süper kahramanlık” hikâyesi sunuyor. Fakat şunu unutmamak gerek: Karşımızda tam anlamıyla bir proleter devrim manifestosu yok; bu temaları popüler kültür çerçevesinde eğlence, gore ve mizah ile harmanlamış bir tür süper kahraman/ıstırap hikayesi var.
Şiddet, Mizah ve Ton Arayışları
Blair’in filmi, gore sinemaya duyduğu sevgiyi sonuna kadar yansıtmış. Kopan kollar, anüsten çıkarılan bağırsaklar, kanlı paspas darbeleri… Tüm bunlar, 80’lerde ucuz makyaj efektleriyle yaratılan grotesk mizahın modern bir versiyonu olarak karşımıza çıkıyor. Ancak burada dikkat çekici bir fark var: Artık CGI kan, pratik efektlerin yerini almış durumda. Bu da filme bazen bir video oyunu hissi katıyor.
Ton olarak ise film sürekli zikzak çizmekte. Bir sahnede Winston’un oğluyla duygusal bir anına tanık oluyoruz, hemen ardından saçma sapan bir punk grubuyla kavgasına geçiyoruz. “Nasty Lads” gibi gruplar, Proud Boys benzeri sağcı gruplara yapılan göndermelerle güncel politik dokunuşlar içeriyor. Ancak bu sahneler; filmin tonunu sürekli bozan, bazen de samimiyetini baltalayan bir parodi bütünlüğüne dönüşmüş.
Yine de Blair, Troma geleneğini en azından ruhen devam ettirmeyi başarmış. Orijinalin “Hiçbir şey kutsal değildir.” tavrı, burada da kendini hissettiriyor. Elijah Wood’un absürt kostümü ve Kevin Bacon’un abartılı performansı, filmin “Her şey bir şaka olabilir.” mottosunu destekler nitelikte. Ancak sorun şu: Artık günümüz seyircisi için bu şakalar çok da şok edici değil. Çünkü artık “çöp estetiği” ana akım haline geldi.
Dolayısıyla filmdeki şiddet ve mizah dozu, hayranlar için tatmin edici olabilir ama yeni izleyiciler için fazla dağınık. Bir yanıyla “gerçekten kötü olmak isteyen” bir film, diğer yanıyla ise “iyi görünmek zorunda olan” bir stüdyo yapımı. Bu sıkışmışlık, filmin tepe noktalara ulaşmasını engelleyen bir etmen.
Kültün Yükü ve Yeni Nesile Miras
Bir yeniden çevrim olarak The Toxic Avenger’ın en zor görevi, hem eski hayranlara sadık kalmak hem de yeni izleyiciyi yakalayabilmekti. Film, bu dengeyi kurmakta zorlanıyor. Eski hayranlar için fazla cilalı, yeni seyirciler için ise fazla niş kalıyor. Yine de Blair’in niyeti çok net: Kendisi, Troma’nın mirasını yaşatmak isteyen gerçek bir hayran.
Lloyd Kaufman’ın filmde yaptığı cameo, bu durumu tam anlamıyla simgeliyor. Kaufman’ın suratsız, huysuz hali, bir tür “Bu iş artık eskisi gibi değil.” ifadesi taşıyor. Onun yer aldığı sahne, filmin aslında kendi içinde verdiği bir itiraf gibi: “Artık Troma bile değişti.” Yani bu durumu kabul et ya da etme, gerçekler bundan ibaret.
Uzun lafın kısası, filmin yalnızca bir nostalji egzersizi olmaması en büyük artısı. Sağlık sistemi eleştirisi, çevresel felaketlere dair göndermeler ve kapitalist yozlaşmaya yönelik vurgular, 80’lerdeki politik alt metinleri günümüze en sağlıklı şekilde taşıyor. Bu bağlamda The Toxic Avenger, geçmişle bugünü birleştiren ilginç bir köprü görevinde.
Söz konusu yeniden çevrim mükemmel değil, ama kendi sınırları içinde cesur. Tüm dağınıklığına rağmen, duygusal bir merkez sunması ve grotesk mizahı güncel meselelerle harmanlamasıyla “çöp” sinemanın hâlâ günümüz dünyasında karşılık bulabileceğini kanıtlıyor. Sadece bu yanlarıyla bile, orjinal filmin üstüne koyabilen, başarılı bir yeniden çevrim olduğunu söylemek mümkün. Yazıyı bitirmeden önce, bu vesile ile yönetmenin bir önceki ve aynı zamanda ilk filmi olan I Don’t Feel at Home in This World Anymore’u da tavsiye etmiş olalım.
Ferit Doğan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, X ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar