0

Ülke sinemamızın önemli yönetmenlerinden Reha Erdem, A Ay’ı çektiğinde henüz 28 yaşındaydı. 1990 yılında İstanbul Film Festivali kapsamında prömiyerini yapan film, sinemamızda nevi şahsına münhasır bir yer edindi. Saatler durmadan çaldı, yeşil kayık defalarca geçti, martılar uçup gitti. A Ay’ın gerçeküstülüğüne kapılanlar, gölgelerin sindiği büyülü koridorlarında kaybolmak üzere zamansız bir bilinç yolculuğuna çıktılar.

Gözlerinizi kapadığınızda ne görüyorsunuz? Yalnızca zifiri bir karanlık mı? Yoksa daha hakiki bir gerçeklik mi? Gözler kapanır, insan yenilenmek için uykuya geçer. Göz kapakları bilinçaltının eteklerine açılır. Eğer bu coğrafyanın iklimi dengesizse bir rüzgâr gibi savurur saçlarımızı. Kimileri ceketinin bir fermuarı gibi çeker yukarıya doğru derinlerde sakladığını. Bazıları ise birer birer döker ceplerinde taşıdıklarını yere. Bir gerçekliğin yanarak çıkardığı dumanlar da güneşe ne kadar yakın olduğu ile ilgilidir. Yani, zihne ne kadar yaklaşabildiğiyle. Gerçekliğin benzeri olan bu alanda hareket etmek oldukça kolaydır. Çünkü hakikatin hüküm sürdüğü alanlarda harekete zihin izin verir. Ucu bucağı görünmez. Hisler yansıtmaz burayı. Yer ve göğün arasına sığmayanlarla oluşur. Bir baş dönmesi gibidir aslında. Ancak durduğumuzda her şey daha fazla dönmeye başlar. Eğer hiç durmamayı başarabilir ve olduğumuz yerde kalabilirsek bulabiliriz kendimizden yansıyanları. Yürürken bir su birikintisinin yanında durduğumuzda ise her şey değişir. Nedeni ise insanın kendi gözüyle göremediklerinin yarattığı çelişkidir. İnsan attığı her adımla karşılaşır kendisiyle. Yani, ufuk çizgisi ve deniz birleşir burada. Dağlar olabildiğince ıslanır. O zaman, bir birikintiye baktığımızda kendi yansımamızı mı görürüz? Yoksa sadece gökyüzü mü yansır bu dingin sudan? Belki de en doğrusu suya doğru yaklaşmaktır. Yaklaşmak ve neyin yansıdığını iyice görmek. Suya olabildiğince eğilmek. Belki de tamamen bütünleşmeyi istemek. Bunun için üzerine doğru uzanmak. İnsanın görünmez olmasını yansıdığı alana kendini bırakması sağlar. Tıpkı bir aynaya sarılarak camı karartırken olduğu gibi. Burada bu iki soru yinelenir; Yansıyan yalnızca zifiri bir karanlık mıdır? Yoksa daha hakiki bir gerçeklik mi? Yekta, evin bir odasından baktığında annesinin suyun üzerinde çektiği kayığı görür. Bir su birikintisinin yanında durduğumuzda her şey değişir. Nedeni ise insanın kendi gözüyle göremediklerinin yarattığı çelişkidir. İnsan attığı her adımda karşılaşır kendisiyle. Gözleri kapandığında görenlerin hikayesi A Ay. Hepsi rüyanda. Hepsi rüyalarımızda, ama Cosmos’un dediği gibi; “Rüyalarının tabirlerini ve anlamlarını sakın arama. Çünkü rüya, rüya içindir.”

A Ay Film İncelemesi Arakat Mag 1988 MUBI Türkiye Yeni Restorasyon Reha Erdem Yeşim Tozan Gülsen Tuncer Nurinisa Yıldırım

Hep Bu Evi Anlattı Halam Bana

Yukarıdaki cümleyi Yekta’dan duyarız ama ağzından çıkmaz hiçbir kelimesi. Sessiz bir filmdeymişiz gibi ekranda belirir yalnızca. Hemen öncesinde Yekta; “İşitilmiyor, işitilmiyor hiçbirisi.” der ve ardından “Haberiniz yok ki.” diye bağırır. Aniden merdivenleri çıkmaya başlar. Bu sekans arka arkaya üç kez tekrarlanır. Vivaldi’nin kemanları en yüksek perdeden duyulur. A Ay, hoş geldiniz der izleyiciye. Evin çarpıklığı, yoğun kontrast kullanımı, biçimsel ve metinsel sürrealizm bir mizansen içerisinde gösterilir. Bu görkemli, ürpertici köşkün içerisinde alışageldik bir düzlem yoktur. Çarpıklığın boyutunu evin içindekiler belirler.

Martılar dolaşır, kuşlar konuşur. Dalga sesleri rüzgârın uğultusuyla bir yarışa girer. Pencereden içeri girmek için kürek sesleriyle mücadele eder. Küreğin seslerinin ulaştığı oda kapatılır. Tüm sesler geçip gider ancak saatin sesi durmaz. Geçen dakikalarla birlikte silikleşir insanlar. Daima Yekta’dır görünen. Var olmanın yok olmakla aynı zamanda sığındığı bir alandır burası. Zaman bilinmez ama dakikaların sarsıcı hakimiyeti hissedilir. Buyurgan bir tavırla bazen sesini yükseltir bazen de kısık bir sesle fısıldar geçmekte olduğunu. İlerleyen dakikalar hiçsizliğe ve görünmezliğe giden bir yolun iz bırakmayan adımları olur. Ev susmadan karakterler üzerinden konuşup durur bizimle. Bizler de dinledikçe kayboluruz. Görmekte zorlandığımız derin bir hülyaya dalarız.

A Ay, ekspresyonist bir görsel dilde gösterir görmemizi istediklerini. Mekânı bize kapsayıcı bir biçimde yansıtır. İki elimizin arasına sıkıştırır adeta. Onu ana karakterlerden birisi yapar. Yekta, halası Nükhet Seza ve dedesi Sırrı Bey bu evde yaşarlar. Diğer halası Neyyir onları ziyaret etmeye gelir. Yoğun kontrastlı görseller evin döküntülüğüne ürkütücü bir boyut ekler. Yekta’nın evdeki koşuşturmaları bir tekinsizlik hissi yaratır. Çünkü duvarlar solmuştur, pencereler kırıktır, hatta yerdeki tahtalar bile çıkıktır. Çünkü “Bu şehirde her şey yarım kalır, her şey bitmeden çürür.” Evin onarılma planları Yekta’nın sorgulamaları ile paralellik taşır. Bilinçaltında bastırılanları görmek zor olsa da aşındırılan hayallerin kırıntıları sızar kadraja. Nesilden nesile aktarılan travmanın yorgunu olan mekân, barındırdığı en küçük birey ile aynı kaderi paylaşır. Neyyir’in söylediği üzere bu “mezar ev”, işitsel olarak geçmişin acılarını gömen bir mezar kadar seslidir. Koridorlardan yansıyan gölgeler nesillerin biriktirdiği izlerle dolup taşar.

A Ay Film İncelemesi Arakat Mag 1988 MUBI Türkiye Yeni Restorasyon Reha Erdem Yeşim Tozan Gülsen Tuncer Nurinisa Yıldırım

Görmeyi, Sadece Görmeyi Biliyor Musun?

Nedir görmenin diyalektiği? Bu soru A Ay, içerisinde devamlı sorgulanır. Objeler ve film kareleri bu diyalektiğin parçalarıdır. Yekta, defalarca “gördüm” der. Ne anlama geldiğini daha sonra öğreneceğimiz; “Rüyamda Sırrı Bey’e çorba yedirdiğimi gördüm.” ile başlar. Yadsınan hülyaların ve ikilemlerin tezahürü; “Rüyamda annemi gördüm.” ile devam eder. Annesini hangi gerçekliğe hapsettiğini bilmeyen bir kızın çaresiz sayıklamalarıdır bunlar. Görmek ve bakmanın rüya ile hülyanın arasındaki ayrımı vurgulanır sayısız kez. Hülyalar rüyaları temsil ederken rüyalarda kişi hayal kurduğunu bilir ve düşünür. Fransız gerçeküstücü kuramcı Andre Breton şöyle der; “Kendimi fal taşı gibi açılmış gözlerle okuyanlara teslim etmek yerine düş görenlere teslim etmek isterdim, düşüncelerimin bilinçli ritmini empoze etmeye son vermek adına.” Yekta’nın istemsizce yaptığı bunun tersidir aslında. O düşüncelerinin bilinçsiz ritmini dayatır sadece. Gerçeğin ve kaybın hakiki acısı kör edici gerçeklikten öteye uzanarak resmedilen düşlerle yaşanır. Burada gerçeküstücülük sarsmaya başlar bizi. Hercai bir düşten uyanmak için gözlerimizin kapanmasını ister.

Filmin devamında Yekta adada tanıştığı Nuran ile annesini geceleyin fotoğraflamayı planlar. Odaya çıktıklarında Nuran gördüklerine şaşırır. Hızlıca bir sürü fotoğraf çeker. Ancak günün sonunda fotoğraflarda hiçbir şey görünmez. Yekta belki de ilk kez bu denli tahammülsüzleşir. Bir kaybı kabullenmemektir bu aslında. Tahammülün olmadığı bir noktadadır. Şu sözler çıkar ağzından; “Her gördüğünü gösterebiliyor musun? Rüyalarının fotoğrafını çekebiliyor musun? Görmeyi, sadece görmeyi biliyor musun? Kendinden habersiz kaldın mı hiç? Gösterilemeyen şeyler görüyorum hep. Gör, sadece gör… Annemi görüyor musun?“ ve ekran kararır. Bu aslında yönetmen tarafından verilen kısmi bir cevaptır. Ekranın kararması cevapların tükendiğini mi gösterir? Cevap, beyazperdenin sınırları mı işaret eder yoksa? A Ay, görsel dünyanın somut biçiminden çok hakikatini sorgular. Buradaki hakikat duyularla kavranan bir sahiciliği ifade eder. Bu sahicilik bir martının sesini işiterek yüzünü o tarafa dönmek gibidir. Fark etmeyi sağlayan öğelerle gelişir. Ardındaki sahici bilgi değildir vurgulanan. Peşi sıra neler barındırdığını sual etmektir bu. Cevaplar da bunun için vardır sorulan sorular da. İçsel dünyamızdan taşan rüyalar, sabit bir olgu olan fotoğraflardan hesap sorar. İç ve dış alandan yansıyan ışıklarla temas eder. Zihnin bilinçli ve bilinçsiz alanları farkında olma üzerinden kapsar. Öyle ki, görülenler sorgulanmadıkça hakikatten emin olunabilir mi? Bir sekansta Nükhet Seza; “Bu ev göremediğimiz sınırı tahayyül edemediğimiz yüceliktedir. Göremiyoruz bunun böyle olduğunu.” der. Her bakış tanımlanamayan çeperi kadar yansır göze. Çünkü gözler ona ışıldayan unsurlar kadar kendi kör noktasını da taşır içerisinde.

A Ay Film İncelemesi Arakat Mag 1988 MUBI Türkiye Yeni Restorasyon Reha Erdem Yeşim Tozan Gülsen Tuncer Nurinisa Yıldırım

Annemdi O Benim. Şu Her Gece Gördüğüm Annem

A Ay, bir yandan Yekta’nın rüyalarında hapsettiği annesiyle ilişkisi. Bir yandan karakterin iki farklı halası arasında yaşadığı sıkışmanın bir buhranı. Buna büyüme ve bir yola doğru ilerleme de denebilir. Halalarından Nükhet Seza, daha manevi ve duygusal yaklaşan bir kimlikte iken Neyyir ise daha batılı, bilimsel ve eğitim kaygısı güden bir profilde. Her ikisi de bir sıkıştırma unsuru. Öyle ki, Yekta annesini rüyasında gördüğünü söyler. Neyyir tarafından “Hayalperest çocuk.” cevabını alır. Sonrasında da eğitim için bir karara zorlar Yekta’yı. Çünkü evin ruh halinden fazlasıyla rahatsızdır Neyyir. Ayrıca Yekta’yı kötü etkileyeceğine inanmaktadır. Hikaye içerisinde bu ikili arasında çeşitli inatlaşmalar yaşanır. Sonunda Yekta’nın annesini gördüğü odaya bir zincir vurulur. Bu hayallere, geçmişe vurulan bir kilittir aslında. Neyyir tarafından dillendirilen “Büyü artık.” diretmesidir. Büyümenin adımları bu sekanslarda hızlanır. Kilitler açıldığında ve Yekta odaya girdiğinde annesini göremez olur. Artık büyümeyi birer birer adımlamaktadır çünkü. Geçmişte tıkalı kalmayı bırakmaya başlamıştır.

Annesini görmek için bir kayıkla açılır denize. Yani onu görebildiği yüzeye doğru çeker küreğini. Ancak bulamaz yine annesini. Hayallerin ve tıkalı kalmanın hakimiyeti sonlanmak üzeredir. Dedesiyle yüzleşmek için Sırrı Bey’in odasına girer. Parmağından akan kan onu büyüme evresine geçtiğinin açık bir göstergesi olur. Hatta burada şöyle der Yekta; “Çocukların duası kabul olurmuş. Benim artık dualarım da kabul olmayacak.” Peki tam olarak nedir geride bırakılan? Çocukluğun hayalperest dünyası mıdır sadece? Yoksa büyümenin arzusunu unutmak mıdır bu? Aslında hangisinin hakim olduğundan bağımsızca bir kabulleniş halidir Yekta’nın büründüğü. Neyyir’in onun için arzuladığı büyüme planları Yekta’nın puslu düşlerini dağıtır. Karakter artık gördüklerini haykırmadan görmediklerine odaklanacaktır. Yani görünenin hangi gerçekliği ifade ettiği pek önemli değildir artık. Bu dünyanın kapsadığı alanlardır anlamı olan. Rüyaların birer rüya olduğunu anlamamızı bir “uyanış” sağlar. Ötesi yalnızca gözlerin kapanmasının ardından akla gelecektir. Rüyaların araladığı perde unutulup gidenlerle yeniden örtülecek kadar yırtılmıştır artık.

Film İncelemesi Arakat Mag 1988 MUBI Türkiye Yeni Restorasyon Reha Erdem Yeşim Tozan Gülsen Tuncer Nurinisa Yıldırım

Bir Görünüyor, Bir Kayboluyor

Kayıt altına alınan ortamdaki her şey parçalandıysa burada herhangi bir somutlaşmadan bahsedilebilir mi? A Ay‘da bilinçli kurulan belirli bir düzlem çerçevesinde bütünlüğü olmayan düşsel bir dünyadır izlediğimiz. Tanık olduklarımız savrulurken üst üste binmeye çalışan parçalardır. Yekta’da bir sekansta akrep ve yelkovanın sesini taklit eder. “Çık, çık, çık, çık… Bir görünüyor, bir kayboluyor. ” Annesini görmemeyi bir gidiş olarak algılar Yekta. Ölümü idrak edemeyen küçük bir çocuktur henüz çünkü. Geçmiş ve şimdiki zamanı görünme ve kaybolma üzerinden dile getirir. Tüm geçişlerin arasında ise zaman vardır. Görünme, görünmeme ve kaybolmayı o sağlar. Tahta çakılmış bir kapının önünde durur saat. Ağırlığını, yüceliğini sesi ve uyarıcılığıyla hissettirir. Saatin kullanımı Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü‘ndeki Mübarek adı verilen eski saati andırır. Onun gibi düzensiz, başına buyruk şekilde çalar. Bazen de susmaz.  Zaman, bilinç, yansıma imgeleri ile birlikte kullanılması usta yazarın romanlarını hatırlatır bizlere.  A Ay‘ın şahsına münhasır dilinde güzide yazarlarımızdan Sevim Burak esintileri de hissedilir. Metin içi nesnelerin birer canlı figür edasında kullanılması, evin ve saatin filmin ana karakterlerinden olması dikkat çeker. Yönetmen bir söyleşisinde her iki yazarın kitaplarını da defalarca okuduğunu söylemiştir.

Filmde martı ve kedi kullanımları da göze çarpar. Yekta’nın peşinde onu gözetler gibi dolaşır kediler. Martılar ise devamlı Yekta’yla konuşur. Çığlıkları ve bağrışları saat sesi gibi bazen en yüksekten duyulur. Bazen de cılız bir şekilde işitilir. A Ay‘ın içerisindeki çoğu etken gibi. Bu seslerde bir görünüp bir kaybolmaktadır. Manastır bekçisi Cosmos’un “Rüyanda gördüğün kuş rüyanda gördüğün kuştur.” dediği kısmın ardından Yekta bir uçurumun eteğinde durur. Ağaçta öten kuşu susturur. Kendisini aşağıya doğru bırakarak gözden kaybolur. Hemen ardından bir kuş süzülür ekranda. Yekta arzuladığı yöne doğru savrulmuştur. Kaybolma ve görme arasında kalan bir bilincin bedenini bırakarak bulma arayışıdır bu sanki. Yekta, halasından evdeki martısının öldüğünü öğrenir. Martıyı toprağa gömmesi “şimdiki zamana” geçişi yakınken gerçekleşir. Bu da artık ölümü öğrendiğinin, kabullendiğinin ve büyüdüğünün bir göstergesi olur. Filmin finalinde bir kedinin gömülü olan martıyı yemesi de bilinçaltına gömülen, üstü örtülmeyen tanıklıkların tezahürü olur.

Bilinçaltımıza gömdüklerimiz her gün, her saniye orada. Günü geldiğinde bir kedinin açtığı çukur gibi kazılacaklar. O zaman ölümü toprağın altında kalmasıyla karşılamayacağız. Üstünde bıraktıklarıyla kavramaya çalışacağız. Görmemek yalnızca gözlerin kapanmasını istemek değildir çünkü. Kendi içimize gömebildiklerimiz kadarıyla farkında olacağız hangi gerçeklikte bulunduğumuzun. Saatler çalacak, martılar uçacak, Cosmoslar bizimle konuşacak. İnsan büyüyen ve kirlenen bir bilinçle devam edecek yoluna. Eğer kelimeye dökülecekse bu rüya, her şey aşağı yukarı Yekta’nın dediği gibi olacak; “Çık, çık, çık, çık… Bir görünüyor, bir kayboluyor.”


Ahmet Duvan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Youtube, X ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.

Die My Love: Sessiz Bir Direniş

The History of Sound: Yaşam Yolculuğunu Tayin Etmek

Ahmet Duvan
Psikoloji bölümü öğrencisi. Sinema üzerine blog yazarı. Film eleştirmeni.

Keeper: Tutku ve Işığın İzinde

önceki yazı

Star Wars: Visions 3. Sezon: Güç Üçüncü Kez Bizimle!

sonraki yazı

Yorumlar

Leave a reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunlar da ilginizi çekebilir