82 yaşındaki usta yönetmen Mike Leigh, son filmi Peterloo’dan altı yıl sonra izleyicilerin karşısına iletişimsiz ailelerin trajikomik hallerine odaklandığı Hard Truths ile çıkıyor. Diğer filmlerinde olduğu gibi Hard Truths’un da senaryosuna imzasını atan Leigh, dramla komediyi kendine özgü bir tarzda bir araya getiriyor. Secret and Lies (1996) filminde birlikte çalıştığı Marianne Jean-Baptiste ile Michele Austin’ın Hard Truths’un zıt karakterli kardeşlerine hayat vermesi, yönetmenin sinematografisine aşina izleyicilere hoş bir nostalji yaşatıyor.
Eşi Curtley (David Webber) ve 22 yaşındaki oğlu Moses (Tuwaine Barrett) ile birlikte yaşayan Pansy’nin (Marianne Jean-Baptiste) eleştirel, çevresine karşı güvensiz ve öfkeli karakteri ilk andan itibaren ekranda yer buluyor. Bu nedenle eşi ile oğlunun çıtı çıkmazken Pansy’nin nefes almadan konuştuğu anlar evin içerisinde tezatlık oluşturuyor. Diğer bir zıtlık ise saçlarındaki örgüleri düzeltmesi için evine çağırdığı kız kardeşi Chantelle (Michele Austin) ile konuşmalarında beliriyor. Kardeşi işlettiği kuaför salonunda müşterilerini dikkatle dinleyen, keyifle sohbet eden neşeli bir kadın olarak ekrana yansıyor. Moses’in sessiz yaradılışının aksine, Chantelle’in birbiriyle iyi geçinen, anneleriyle rahatça konuşan iki kızının olması zıtlığı derinleştiriyor. Chantelle’in Pansy’ye annelerinin mezarını birlikte ziyaret etmeleri yönündeki ısrarlı daveti, kız kardeşlerin ve ailelerinin bir araya gelmesini sağlıyor. Ancak filmin travmaları iyileştirmek ya da karakter gelişimini ekrana taşımak gibi bir derdinin olmadığı da bu sayede anlaşılıyor. Bununla beraber, Hard Truths’un ana sorusu aynı ebeveynler tarafından yetiştirilen kardeşlerin deneyimlerinin ne kadar değişken olabildiği etrafında şekilleniyor.
Geçersiz Gerekçelerin Kaynağı: Aile
Çoğu zaman ebeveynlerin hayatlarımız üzerindeki belirleyici rolünü görmezden gelme eğiliminde oluyoruz. Bazen bir alışkanlık ya da takıntı olarak kendini gösteren bu görünmez varlık, artık hayatta olmadıklarında bile evlatlarını hayalet gibi takip ediyor. Özellikle yargılayıcı ve öfkeli ebeveynlerin bu davranışlarını çocuklarına miras bırakmasına sıkça rastlanıyor. Araştırmalara göre, çocuklar küçük yaştan itibaren konuşmaktan yürümeye, ileriki yaşlarında onlara olağan gelen pek çok davranışı onları yetiştiren insanlardan taklit ederek öğreniyor. Gözden en kolay kaçan ise korkuların çocuklara devredilmesi oluyor. Böyle çocuklar için ebeveynlerinin yokluğunda hayatlarına devam etmek zorlaşıyor. Zira yüzleşme ihtimalinin yokluğu, ebeveynlerinin kopyasına dönüştüklerini fark etmelerinin de önüne geçiyor.
Pansy’nin uykusundan fırlayarak uyandığı sahneler, birkaç defa tekrarlanıyor. Bahçeden gelebilecek hayvanlardan korktuğu, evin içinde oluşan her türlü dağınıklık ve kire aşırı tepki verdiği de göze çarpıyor. Oğluna kurduğu emir cümleleri, işten dönen eşi söz konusu olduğunda da değişmiyor. Pansy hissettiği tüm duygularda haklı olduğuna inanan empati yoksunu sesini yükseltmekten çekinmiyor. Büyük ihtimalle eşi ile oğlunun bir süre önce dinlemekten vazgeçtiği Pansy, evden çıktığında kavgacı tutumuna karşılık veren yabancılarla karşılaşıyor. Tanımadığı insanlara öfkelenmesinin kökeninde dışlanma, sevilmeme, saygı duyulmama korkuları olduğunu anlamak için karaktere daha yakından bakmak gerekiyor. Ne yazık ki kırılganlığını öfkesinin ardına saklaması insanların ona şefkatle yaklaşmasını da imkânsız hale getiriyor.
Kız kardeşiyle bir konuşması sırasında, hastayken annesine onun baktığını öğrenmemiz Pansy’nin kime ve nasıl dönüştüğü sorularını yanıtlıyor. Diğer yandan eleştirel bir anneyle yaşamanın etkisini çevresindeki insanlara yansıtması kendi seçimi olmaktan öteye gidemiyor. Annesinin ölümünün üzerinden beş yıl geçmesine rağmen yasının aşamalarında ilerleme kaydedememesi, halinden memnun olduğunu da düşündürüyor. Yardım isteyemeyecek kadar küstah, iletişimi yüksek sesle iğneleyici cümleler kurmaktan ibaret zanneden bu kadının nefret edildiğini zannettiği aile ortamında sus pus kesilmesi onu anlamaya yardımcı olmuyor. Chantelle’in kızı Kayla’nın (Ani Nelson) annesine “Pansy teyze belki de sadece kaba biridir,” demesi, gerekçelerin geçersiz kılınarak, sadece öyle bir insan olmayı seçmenin mümkün olduğunu hatırlatıyor.
Herkesin Biraz Yalnız Olduğu Yer: Toplum
Hard Truths, ana karakteri Pansy’e gereğinden fazla söz hakkı tanıyor. Karakter, ekranda yer aldığı neredeyse her anda sessini seyirciye duyuruyor. Oysa karakterleri suskunluklarından tanımak da mümkün. Özellikle erkek karakterlere verilen sessiz kalma rolü, hanenin dışındayken de değişmiyor. Curtley, iş arkadaşı Virgil’in (Jonathan Livingstone) anlattıklarını sükunetle dinleyip işine odaklanıyor. Moses ise çıktığı yürüyüşlerde kulaklığındaki müzikle baş başa olmayı seçiyor. Pansy’nin aksine, toplumsal yaşamda var olma ve hayata karşı kendilerini savunma biçimleri suya sabuna dokunmamayı içeriyor. Chantelle’in kuaför salonundaki kadın grubuna gelince, Pansy’i aratmayan bir gürültü karşımıza çıkıyor. Herkesin hakkında konuşacağı bir eşi ya da çocuğu varmış gibi gözüken bu ortam, kamusal alanda görünürlük sıkıntısı çeken kadınların sığınağına dönüşüyor.
Chantelle’in neşeli kızları Kayla ile Aleisha (Sophia Brown) da toplumsal hayatın kaosundan azade değil. Kayla’nın çalıştığı kurumsal şirket için ortaya attığı ürün fikri başta takdir ediliyormuş gibi görünüyor. Hemen ardından, nazik sayılabilecek biçimde reddedildiğinde Kayla’nın hayal kırıklığına uğradığı görülüyor. Ailesha’nın durumu da kardeşininkinden farklı değil. Staj yaptığı hukuk bürosunda başkalarının hatasını telafi etmesi için bir ton angarya iş üzerine yıkıldığında yaptığı işi sorguluyor. İş yaşamının onları maruz bıraktığı zorbalığı birbirlerine anlatmaktan kaçınmaları da boşuna değil. Her ikisinin de bazı şeyleri tek başlarına göğüslemeye, kendi savaşlarını vermeye çalıştıkları çok açık. Bütün bunlar aile yaşamının huzurlu olmasının yetmediğinin, toplum içinde de yalnızlaştırılabildiğimizin bir hatırlatıcısı. Dolayısıyla herkes biraz rol yapıyor ve herkesin yalnızlığını saklamak için yüzünün şeklini alacak maskelere ihtiyacı var.
Gitmek ile Kalmak Arasında
Hard Truths, Black ailesinin süregiden düzenini seçili bir zaman diliminde ekrana taşımayı seçiyor. Son yarım saatindeki durgun akış, gitmek ile kalmak, kabullenmek ile reddetmek, değişmek ile olduğu gibi kalmak arasında bir seçim yapılacağı gerilimini yaratıyor. “Acaba” kelimesinin etrafında şekillenen merak unsuru, seyircinin modern ve gerçekçi bir ailenin yaşamına nedensiz biçimde dahil olduğu izlenimini uyandırıyor. Umutlandıran her an, değişim ihtimalinin azalmasıyla yerini şefkat duymanın olanaksızlığına bırakıyor. Sahici diyalogları ve nokta atışı oyuncu seçimleri sayesinde Hard Truths’un büyük bölümünde bağıran, itici ana karakter Pansy ile bile ölçüde empati kurmak mümkün oluyor. Ancak acıma içeren bir şefkati reddedecek kadar inatçı olan Pansy’e sempati duymak pek de mümkün görünmüyor.
Mike Leigh’in aydınlık görsel dünyasına Gary Yershon’un her an gülümsemelerin yarım kalabileceği duygusunu uyandıran müzikleri eşlik ediyor. Daha önce de birlikte çalışan ikilinin sağladığı uyum Hard Truths’un atmosferini yansıtmak konusunda başarılı görünüyor. Ödül sezonu boyunca BAFTA’nın da aralarında olduğu pek çok alanda Hard Truths filminin de merak uyandırdığı biliniyor. Bunda Leigh’in yıllara yayılan yönetmenlik deneyiminin yanı sıra, Martin McDonagh’ın son filmi The Banshees of Inisherin’de yaptığı gibi daha önce çalıştığı oyuncularla yeniden bir hikâye kurmasının da etkisi var. Dolayısıyla Marianne Jean-Baptiste‘nin bir stereotip olarak da tanımlanabilecek Pansy karakterini geliştirip ulaştırdığı yer ayrı bir takdiri hak ediyor.
Burcu Demirer‘in diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar