Geçtiğimiz yıl Netflix‘te yayınlanan El Conde hakkında yazdığımda Pablo Larrain için ”Biyografilere olan kendine has zıt yorumları, onu herkesten farklı bir yönetmen mertebesine yerleştiriyor.” demiştim. Bu durum hala geçerli ve kariyeri boyunca da gündemde tutacağımızdan eminim. Son yıllarda Jackie, Ema, Spencer ve El Conde ile devam ettirdiği filmografisinde Larrain, belki de ”Kadınlar” diye adlandırabileceğimiz üçlemesini Maria ile sonlandırıyor. Duyurulduğundan bu yana merakla beklediğimiz filmin başrollerinde Angelina Jolie bulunurken ona Haluk Bilginer eşlik ediyor.
Maria Callas ve Maria
Maria Callas, 20. yüzyılın en ünlü ve en etkili opera sanatçılarından biriydi. Repertuarı Donizetti , Bellini ve Rossini‘nin bel canto operalarından Verdi ve Puccini‘nin eserlerine kadar uzanıyordu. Hatta müzikal ve dramatik yetenekleri kendisine La Divina (“İlahi Olan”) unvanını kazandırmıştı. Kariyeri boyunca skandallarla boğuşan Maria; huysuz davranışları, Tebaldi‘yle olan rekabeti ve Aristotle Onassis‘le ilişkisi sebebiyle magazin tarafından çok seviliyordu.
Pablo Larrain, Maria‘yı 1970’lerin Paris’inde, kimliğiyle ve hayatıyla yüzleştiği hayatının son günlerinde ziyaret ediyor. Natalie Portman‘ın başrolde bulunduğu Jackie‘de, Jacqueline Kennedy‘in John F. Kennedy Suikastı’ndan sonraki hayatını anlatan yönetmen, Kristen Stewart‘ın başrolde bulunduğu Spencer‘da ise Prenses Diana‘nın 1991 Noel’inde Prens Charles‘tan boşanmayı ve İngiliz kraliyet ailesinden ayrılmayı düşünürken yaşadığı varoluşsal krize odaklanıyordu.
Natalie Portman, Kristen Stewart, Angelina Jolie. 3 kadın aktris, tarihte 3 farklı tarafta yer edinmiş 3 büyük kadını canlandırdı. Siyaset, kraliyet ve sanat. Bu sebeple kendi aralarında bir değerlendirme yapabilmemiz de çok mümkün. Natalie Portman‘ın taklit bir performans sergilediği hususunda eleştiriler vardı. Angelina Jolie‘nin de Maria‘da bir taklit gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz. Lakin kendisinin kötü performansı sadece bundan kaynaklanmıyor. Filmde rol alan diğer oyuncular bile kendisinden çok daha iyi bir performans sergiliyor. Kristen Stewart ise Spencer‘da Lady Diana olarak harikalar yaratmıştı. İşin içine buhranlar, travmalar girince bambaşka bir film izlemiştik. Bu sebeple Pablo Larrain‘in son yıllardaki en iyi filmi diyebiliriz Spencer için.
Larrain’in Mekan Tasviri ile Kurabildiği Anlatı
Maria, yönetmenin son filmlerinde özellikle kullandığı imza ile öne çıkmakta. Pablo Larrain, mekanlara ruh kazandırmada ustaca bir iş sergilemeye devam ediyor. Maria‘nın kimliği ve hayatıyla yüzleştiği dönemleri onu çokça evinin odalarına hapsederek yansıtmayı tercih ediyor. Kurulan mekanlar, görsel anlatıyı güçlendiriyor. Bir ruh kazanıyor film. Odaları, Maria‘nın sesiyle yankılanıyor.
Pablo Larrain, Maria‘nın son günlerinde onu ziyaret ederken geçmişe döndüğü sahnelerde ise siyah beyaz görüntü tercihinde bulunuyor. Lakin Angelina Jolie‘nin performansı da filmin hikayesini anlatış biçimi de izleyiciyi içerisine dahil etmekte büyük zorluk çekiyor. Bu sebeple Maria, bana kalırsa sevilen yönetmenin kariyerindeki en zayıf filmlerden biri. Karakterin derinliğinin bir türlü olamaması (tarihte var olan birisi olmasına rağmen) filmi hızla önümüzden geçen karelerden ibaret bir anlatıya dönüşüyor. Duyguların bize geçmesi ısrarla zorlaşıyor.
Angelina Jolie, Maria Callas rolünde fazlaca zorluk çekiyor. Göz teması, jestler ya da sahne hakimiyeti açısından seyirciyi içine çekemiyor. Son günleri derken olabildiğince donuk bir kadın portresi izliyoruz. Filmin açılış sekansında müzikal performans verirken bile duygular yapay olarak geçiyor bizlere. Film, bu bağlamda hiçbir anda zirveye çıkamıyor. Duygusal yoğunluk hiçbir anda yakalanamıyor.
Tüm bunlara rağmen Haluk Bilginer, Aristotle Onassis performansında harikalar yaratıyor. Kendisinde var olan karizma ve deneyim, naifliği ile buluştuğunda her zaman ortaya harika işler çıkartıyor. Eşsiz ses tonu, mimikleri ve performansındaki doğallığı net olarak gözlemleyebiliyoruz. Lakin tek başına Haluk Bilginer bile kurtaramıyor filmi. Yan rollerde yer alan oyuncular bile Angelina Jolie‘nin performansının üstüne çıkmayı başarıyor kısacık sahneleriyle.
İkonik Figürün Sessizliği
Maria Callas, opera konusunda yalnızca sesiyle değil, sahnedeki varlığı ve güçlü duruşuyla tanınan bir sanatçıydı. Larrain‘in Maria‘sında ise bu güçlü ses ve varoluş ne yazık ki yankılanmaktan çok uzak bir his yaratıyor. Jolie‘nin performansı bütün filmi baltalarken Callas‘ın müzikal mirasının büyüsü perdeye taşınmakta başarısızlıkla sonuçlanıyor. Müzik ve Maria, filmin kalbi olması gerekirken, mekanlardaki dekordan ibaret hissettiriyor. Filme bir dekorlar bütünü diyebiliriz bu sebeple.
Larrain‘in görsel estetiği ne kadar etkileyici olsa da müziğin ve Maria‘nın duygusal derinliğinin eksikliği filmi sıradanlaştırıyor. Callas’ın müziği, hayatındaki çatışmaların ve tutkularının en saf yansımasıydı; o, sesiyle yaşadığı acıyı, aşkı ve hırsı anlatan bir sanatçıydı. Ancak film, bu tutkuyu yalnızca yüzeysel bir şekilde ele alarak onu seyircinin kalbine dokunamayan bir anlatı haline getiriyor.
Maria’nın sahnedeki varlığı ve müzikal dehası, onun karmaşık iç dünyasını anlatmak için en önemli araç olabilecekken, Pablo Larrain bu fırsatı yeterince değerlendiremiyor.
Geçmişin Siyah Beyaz, Son Günlerin Sonbahar
Larrain‘in geçmişe döndüğü sahnelerde siyah beyazı tercih etmesi etkili bir tercih olmuş. Son günlerine tanıklık ettiğimiz Maria‘yı anılarında yolculuğa çıkartan yönetmenimiz, bunu direkt karakter üzerinden yapıyor. Zira bir hikaye anlatıcılığında son zamanlarda gördüğümüz güzel bir durum bu. Bir film izliyorsunuz ve yönetmen bunları size direkt görmeniz gerektiği için değil, karakteri öyle hatırladığı için perdeye yansıtıyor.
Geçmişin siyah beyaz tonları, Maria‘nın anılarını daha melankolik bir havaya büründürüyor. Bugünün sonbahar renkleri ise onun bitmiş bir hayatı kabullenişini yansıtıyor diyebiliriz bu noktada.
Pablo Larrain, Maria Callas‘ın hayatının son günlerine bir saygı duruşu sunmak istese de hikaye anlatımındaki eksiklikler ve Angelina Jolie‘nin performansındaki zayıflıklar filmi bir biyografi yerine etkisiz bir hatıra kolajına dönüştürüyor. Yine de Haluk Bilginer gibi güçlü oyunculuklar ve Larrain‘in estetik tercihleri, Maria‘yı hayal kırıklığı olmaktan kurtarıyor.
Umut Tiryaki‘nin diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar