0

One Battle After Another; sinemada çığır açmış devrimci bir düşünürün yeni bir kırılma noktasına kapı araladığı, insanlığın genel kodlarına yönelik hicivli bir politik alegori. Beyazperdenin eski şaşaalı günlerini kaybediyor olması hakkında tartışmaların yapıldığı bu zamanlarda, perdede beliren sarsıcı bir yardım ışığı gibi üzerimize siniyor. Paul Thomas Anderson, şiddetin her yönüne insani zaafların mayhoş tadını damağımızda bırakarak değiniyor. Rehin tutulan göçmenleri kurtarmaya çalışan French 75 adlı solcu devrimcilerin, faşist ve neo-nazi ajanların beyaz üstün egemenlik arzusuyla iç içe geçerek oluşturduğu bir oyun alanı burası. Thomas Pynchon’un Vineland adlı romanından esinlenilen One Battle After Another, Paul Thomas Anderson’un The Master ve Inherent Vice’ın ardından ilham aldığı üçüncü Pynchon eseri.

One Battle After Another, insanlık tarihi boyunca süregelen etnik ve ideolojik çatışmaların amansız kovalamalarla resmedildiği, kendine has temposunun solunum hızına indirgendiği bir yönetmenlik mucizesi. Bu hikâyede patlayan bombaların ve öfkeyle boşaltılan şarjörlerin yanında, namlunun ucunda patlamaya hazır olan bir diğer mermi ise cinsellik. Görünür kılınma çabasındaki erkekliğin psikoseksüel temelli cinsel bir takıntıya mağlup olduğu bir “zafiyet” hikayesi. Bu kabullenme ile kabullenmeme halinin yaşadığı çözümleme; yaşanan tüm çatışmalara, kayıplara ve acıya yönelik fazla insani bir bakış değil mi? Paul Thomas Anderson, devrimci grup French 75 üzerinden politik gerilimi ve aksiyonu yüksek bir iktidar mücadelesi yaratıyor.

Bulunduğumuz zaman dilimi ve konum neredeyse muğlak. Nerede olduğumuzu bilmekten öte, nereye benzediğini sorguladığımız bir resmedilişin içindeyiz. Zira insanlık var oldukça sürmeye devam eden hararetli bir “alev topunun” içerisine dahil oluyoruz. Egemen olmanın sınırları politik çekişmelerden cinsel yönelimlere, beyaz üstünlükçü tarikat gruplarından baba-kız ilişkisine kadar uzanıyor. Bu, sinema ve onu beslemeye devam eden yakın bir dostunun kavuşması aslında. Dolayısıyla perdede tanık olduklarımız, bu ikilin yıllar sonra yaşadığı buluşmanın gerektirdiği kadar etkileyici.

Bu yazı, One Battle After Another filmi hakkında spoiler içerebilir.

One Battle After Another Film İnceleme Arakat Mag 2025 Savaş Üstüne Savaş Warner Bros TME Films PPR Medya Paul Thomas Anderson Leonardo DiCaprio Sean Penn Benicio Del Toro

Gerçek Olan

26 yaşında çektiği ilk filmi Hard Eight’in ardından “sinemanın dahi çocuğu” olarak lanse edilen Paul Thomas Anderson‘un yeni filminde, yedinci sanat literatüründe önemli bir yer edinen filmografisinden izler bulmak elbette mümkün. Ancak burada daha farklı bir ritim ve reji dinamiği söz konusu. Post-modern unsurlar içeren bir konuyu daha geniş yelpazede ele almasıyla Inherent Vice, The Master ve Magnolia’nın kısmen soyut çağrışımlarını barındıran bir tavırdan söz edilebilir. Ya da Phantom Thread ve There Will Be Blood gibi daha dönemsel olarak ayrışan farklı bir zemin göze çarpabilir. Keza Punch Drunk Love, Boogie Nights ve Licorice Pizza’nın sahip olduğu dramatik yapı kullanımları da yine akla gelebilir. Bu ögeler, usta yönetmenin sinemasını oluşturan bütüncül dünyasının ayrılmaz parçaları. Ancak One Battle After Another, bazı hususlarla farklı bir deneyime göz kırpıyor. Filmin içerisinde daha çok yönetmenin bir söyleşisinde dile getirdiği şu sahici arzu yer alıyor:

Elbette siyasi ve harika olan birçok film vardır. Fakat şu an görmek istediğim, kendimle ilişkilendirebildiğim bir hikâye. Önemli olan tek şey ise duygusallık. Duygusal olan, bir ailenin hikâyesinden gelir. Sevme ve nefret etme biçimimizden gelir. Filmler vaaz vermeye başladığında, dinlemeyi bırakırım. Dünyanın hâliyle aynı hızda ilerlemek imkânsızdır. İşte bu yüzden, modası hiç geçmeyen şeylere odaklanmak en iyisidir. Bir hikâyede modası geçmeyen şeyin ne olduğunu, seyircinin gerçekten önemseyeceği şeyi fark ederek anlayabilirsiniz.

Paul Thomas Anderson, kendi dünyasını oluşturan bu unsurları sert bir politik düzlemin içerisine taşıyor. Anlatısını fazlasıyla sarsıcı manevralarda şekillendiriyor. Tanık olduğumuz reji, son sürat ilerleyen arabaların yoldaki tümsekler tarafından savrulmasına benziyor. Ekran başında biz de bu tökezlemelerin hikayeyle olan eşsiz uyumu kadar var oluyoruz. Kadrajın nereye yol alacağını ya da nereye çarpacağını benliklerden dışa vuran kimlikler belirliyor. Sonuçta bir o kadar evrensel, bir o kadar aksiyonun sükse yaptığı bir PTA filmi izliyoruz. Dolayısıyla burada “gerçek olan”, hikâyenin hangi tarafıyla duygusal bağ kurabildiğimiz. Her bir sekans, yönetmenliğin sınırlarının zorlandığı ve seyircinin sürekli içinde kaldığı adeta bir odaklanma zorunluluğu oluşturuyor.

One Battle After Another Film İnceleme Arakat Mag 2025 Savaş Üstüne Savaş Warner Bros TME Films PPR Medya Paul Thomas Anderson Leonardo DiCaprio Sean Penn Benicio Del Toro

Bir Aşk Üçgeninin Doğurdukları

One Battle After Another‘ın ilk yarısı; dünyayı sol bir bakış açısıyla değiştirmek isteyen ancak yaşlandıkça huysuz ve içine kapanık bir baba olan Bob, iktidara karşı muhbirlik yapan ve Bob’u terk eden Perfidia ile ona karşı konulmaz bir ilgi besleyen, beyaz egemenliğinin ve faşizmin destekçisi Steven J. Lockjaw arasında şekilleniyor. Film, uzun planlar ve hızlı montaj sekanslar ile açılışını yapıyor. “Roket Adam” takma lakaplı Bob Ferguson’un (ilk ismi Pat Calhoun) hazırladığı bombalar eşliğinde düzenlenen yıldırıcı saldırıları izliyoruz. “French 75” adlı devrimcilerden oluşan grup, faşist otoriter polis gücüne karşı düzenledikleri saldırılar ve banka soygunları ile statükonun dengesini bozmaya çalışıyor.

Perdeden salona ulaşan büyük bir kıvılcım hissediyoruz. Paul Thomas Anderson, politik gerilimi didaktik olmaktan öte bir dil üzerinden kurguluyor. Sahnelenen aksiyon ögeleri eşliğinde dahil olabildiğimiz bir politik dil yaratıyor. Perfidia’nın tutuklanması ve ardından Steven J. Lockjaw ile muhbirlik konusunda anlaşması ile 16 yıllık bir zaman atlaması yaşanıyor. Bu aşamadan sonra film, inzivaya çekilmiş uyuşturucu bağımlısı olan eski solcu Bob’un ergenlik çağındaki kızı Willa ile ilişkisine odaklanıyor.

Devrim arzusunun yerini sönümlenmiş bir mağlubiyete bıraktığı ikinci yarı, aile ilişkilerini biraz daha derinleştirmeye çalışıyor. Yönetmenin yarattığı tempo, kendisine has molalar veriyor. Albay Steven J. Lockjaw’ın peşinde olduğu emeller doğrultusunda ilerleyen bir hikaye gelişimine tanık oluyoruz. Bu emellerden ilki; Willa’nın Perfidia’dan olan öz kızı olup olmadığını öğrenmek, ikincisi ise üyelerine ayrıcalıklar tanıyan beyaz egemenliğine dayalı örgüt Noel Maceracıları Kulübü’ne girebilmek. Bu örgütün konumu ve yer alan karakterlerin fizyolojisi, günümüze dair hicivli bir perspektif niteliğinde.

PTA‘nın, Kubrick‘in Eyes Wide Shut‘ındaki tarikat gösterimiyle benzer bir yansıtma motivasyonu var. Ancak Kubrick kadar doğrudan, rahatsız edici ve provokatif olmak istemiyor. Daha genel geçer kullanımlara başvuruyor. Tarikata mensup bireylerin ekranda beliren küstah tekinsizliğini hissediyoruz. Onların etnik kökenlere karşı olan üstün bakışı temsil etmesi, buradaki rahatsız edici ana unsur. Bu yapı, Lockjaw’dan bir “gönüllü zafiyet araştırması” istiyor. Bu doğrultuda ana soru ise şu: “Hiç farklı bir ırktan biriyle birlikte oldun mu ?” Paul Thomas Anderson, kendisine has mizahi ögelerle birlikte insani yozlaşmanın ve ayrışmaların ne şekilde gerçekleştiğine dair bir bakış açısı sunuyor.

One Battle After Another Film İnceleme Arakat Mag 2025 Savaş Üstüne Savaş Warner Bros TME Films PPR Medya Paul Thomas Anderson Leonardo DiCaprio Sean Penn Benicio Del Toro

Politik Bakışın Özelinde

“Bir yönetmen neden politik bir film çekmek ister?” sorusu, sinemada yıllardır klişeleşmiş bir sorudur. Bir diğer klişe gerçek, her filmin politik olduğu argümanından gelir. Bazı yönetmenler, izleyicilerin siyasal olarak bilinçlenmesini ön planda tutar. Bazı yönetmenler ise bunu yalnızca bir motif olarak uygular ve gerisine karışmaz. Burada şu nokta önemlidir: Eğer siyasetten kaçışın olmadığı bir düzlem içerisinde yer alıyorsak, sinemanın siyasetle hangi düzeyde ilişki kuracağı politik unsurları belirler.

One Battle After Another bu bağlamda siyaseti şekil değiştiren, hikayesinde birtakım sonuçlarla mesaj taşıyan boyutta içli dışlı bir doğrultuda ele alıyor. Irk üstünlüğüne dem vuran örgütün dile getirdiği mesaj, kapitalist bir ilişki dinamiği gibi şekilleniyor. Genellikle “politik iktidara” yönelik eleştiri bağlamında ele alınan sermaye grupları, zenginler ve kapitalist kazancın sürekliliği adına, bu yapının gün gelip de bireylerini yutabilme tehlikesi One Battle After Another‘da beyaz egemenliği içerisinde gerçekleşiyor. Bu bakış açısında bireyler, sistemin devamlılığı için kendilerini feda etmeye hazır olmalıdırlar. Albay Steven J. Lockjaw’ın yok edilmesi, aslında tam da bu noktaya çıkıyor. O kendisini feda etmiyor ama sistem onun feda edilmesine hüküm veriyor. Nazi toplama kamplarına atıfla resmedilen gaz odası ve yakılma unsurları bu ortadan kaldırma halinin tezahürü.

Aslında sistemin devamı için yok olmaya varan bu tanımlama “reel politika” olarak adlandırılır. Bu anlayışa göre, modern iktidarın görünmez ağları üzerinden toplumun gerçekleri belirlenir. Filmde bu anlayış, Noel Maceracıları Kulübü üzerinden ele alınıyor. Gerçek politikanın kendisi; ülke başkanının, senato üyelerinin çerçevesinde değil, daha görünmez kurumlar tarafından belirleniyor. Dr. İpek Elif Atayman, Costa Gavras ve Politik Gerilim Sineması adlı kitabında bu durumdan şu sözlerle bahseder: “Politikanın özü, aslında doğal ve değiştirilmez evrensel hakikatler değil, insanlar arasında kabul edilmiş değerler, imgeler ve araçlardır.” Dolayısıyla filmin ele aldığı beyaz egemenliğini isteyen üstün taraf, mevcut güç hiyerarşilerini gizleyen bir unsur konumunda. Paul Thomas Anderson ise bu egemen gücü yıkma provokatifliğini göstermiyor. Yalnızca Willa karakteri üzerinden “melez” olarak ifade edilen bir bireyin bu çıkmaz içerisinde nasıl güçlü durabileceğini ifade ediyor.

One Battle After Another Film İnceleme Arakat Mag 2025 Savaş Üstüne Savaş Warner Bros TME Films PPR Medya Paul Thomas Anderson Leonardo DiCaprio Sean Penn Benicio Del Toro

Otoriteryen Kişiliğin Görünümü ve Kayboluşu

One Battle After Another, politik ilişkilerin içerisinde bir otoriteryen ana karakter barındırıyor. Filozof Max Horkheimer ve psikanalist Erich Fromm, bu çerçevede belirli tanımlamalara sahip. Otoriteryen kişiliklerde genellikle muhafazakarlık, gericilik, otoriteye boyun eğme, milliyetçilik, kurallara bağlılık, sevgi yerine kuvvete yer verme ve ego-sentrizm gibi özellikler yer alır. Bu özelliklere sahip kişilerde ayrıca otoriteryen saldırganlık, iktidardan ve kaba güçten yana olmak, cinsel olaylara aşırı ilgi gösterme hali de otoriteryen kişilik örüntüsünde yer almaktadır.

Filme dönersek, bu tanımlamanın Albay Steven J. Lockjaw’ın gözle görülür bir karşılığı olduğunu söyleyebiliriz. Keza, ilk olarak Perfidia’ya olan takıntılı cinsel arzusu bu çerçevede açıklanabilir. Noel Maceracıları Kulübü’ne girmek için gösterdiği çaba; onun otoriteye boyun eğme, milliyetçilik ve ego-sentrizm gibi özelliklerinin dışa vurumu olarak ifade edilebilir. Filmin son düzlüğündeki amansız kovalamacada yaşadığı sert kazanın ardından kanlar içerisinde dik durarak, hala güçlü bir asker gibi yürümeye devam etmesi bu çerçevede bu zihniyetin yok olmayacak olmasının bir sembolü. Zira sistemin doğal bir çarkı olan bu kişi, ancak üst aklın emelleri doğrultusunda yok olabilir.

Filmin otoriteryen bir karakterin karşısına çekim arzusu olarak yerleştirdiği Perfidia ise tam tersi bir temsil barındırıyor. Özgürlükçü, anarşik ve özgüvenli bir karakter olan Perfidia, Lockjaw ile iki ayrı kutup noktasını oluşturuyor. Bir sahnede Lockjaw’a silah doğrulturken French 75’in emellerini şu cümleyle açıklıyor: “Özgür sınırlar, özgür bedenler, özgür seçimler ve lanet olası korkudan özgür olan.” Bu tanımlama, Lockjaw’ın temsil ettiği değerlerin tamamen karşısında yer alarak onu rencide edecek bir söz olarak söyleniyor. Filmde bu vurgu bir kere de Benicio del Toro‘nun canlandırdığı Sensei Sergio St. Carlos tarafından dile getiriliyor: “Size özgürlüğün ne olduğunu söyleyeyim. Korkunun olmaması. İşte bu.” Paul Thomas Anderson‘un bir söyleşisinde dile getirdiği üzere, bu cümle Nina Simone‘un bir röportajında “Sizin için özgürlük nedir?” sorusuna verdiği bir yanıttan alıntı. Bu iki zıt kutbun bir parçası olan Lockjaw, Perfidia’yı bu gibi nedenlerle bir arzu nesnesi olarak görüyor. 

Son olarak, bu iki ayrı zıt kutbun dünyaya getirdiği bir karakter olan Willa’dan da bahsetmek gerekiyor. Karakter, kendi kökenini oluşturan melez kimliğinin yanı sıra, felsefi açıdan da bu iki ayrı zıt kimliğin melez bir sembolü haline dönüşüyor. Sanki dünyaya dair siyasi tutumları yeni şekillenmeye başlayan bir birey edasında hayata sıfırıncı noktadan başlıyor. Annesi Perfidia, özgürlükçü ve sola yakın taraf. Fizyolojik babası Lockjaw’ın tarafı ise sağa yakın otoriter tarafı yansıtıyor. Anne ve babasının seçimi konusunda doğrudan siyasi bir bağlamın ortasında kalan melez bir karaktere tanık oluyoruz. Tıpkı dünyaya dair bakış açısı sıfırdan oluşan saf bir beyin gibi. Bu durumun ergenlik döneminde yaşanması ile birlikte Freud‘un ambivalans (ikircilik) hakkında söylediği; bir nesneye hem sevgi hem de nefret besleme durumunun bir örneği olduğunu gösteriyor. Willa’nın son sahnede Bob’a doğrultmakta ısrar ettiği silah, aslında bu durumun bir dışa vurumu niteliğinde. Onu bugünlere getiren benimsediği babası Bob; ancak Willa’nın fizyolojik annesi ve babasına duyduğu nefreti ikircilik kavramıyla açıklayabiliriz.

Savaş Üstüne Savaş Film İnceleme Arakat Mag 2025 Savaş Üstüne Savaş Warner Bros TME Films PPR Medya Paul Thomas Anderson Leonardo DiCaprio Sean Penn Benicio Del Toro

Zamanın Ötesine Ulaşan Yönetmenlik

Sinema salonunda ışıklar söner. Perdeden yayılan ışığın ardından görüntüler akmaya başlar. Yazgının görüntüye dönüştüğü alanın sahibi olan yönetmen, izleyene anlatmak istediğine yönelik sözünü söyleyecektir. Biz izleyiciler de bu keşfetme alanının içerisine dahil olmakla yükümlü oluruz. Bu noktada, izleyicilerin gözünde bazı yönetmenlerin sinemasına göz ucuyla bakmak bile birçok şey ifade eder. Zira yükümlülük gözle başlar. Göz ve kamera birlikteliği ise bağlantılı olduğu kadar ayrı iki unsuru temsil eder. Ancak uyumlu bir birliktelik, izleyici yükümlülüğün devamını sağlar.

One Battle After Another ile Paul Thomas Anderson‘ın rejisi, aktarımın zor olan göz ve kamera kesişiminden ibaret olmadığını söylüyor. İnsanın keşfedebileceği alanların ötesinde süregelen çatışmayı hissedebildiğimiz efektif bir kullanımdan söz ediyoruz. Takip ve aksiyon sahneleri, yalnızca hareket etme halinden fazlası. Süratin ve manevraların içerisine metin olarak belirli bir derinlik ekleyecek kalibrede. Öyle ki Anderson, bunu yalnızca kamera melekeleriyle başarmıyor. Müzik kullanımı, ses tasarımı, oyuncu yönetimi ve kurgu tercihleri, filmin son düzlüğünde yer alan takip sahnesini yalnızca bir aksiyon sahnesi olmaktan öteye taşıyor. Yönetmen, film boyunca türler arası anlatısının içerisine sığdırabildiklerini rahatlıkla ve büyük bir özgüvenle gerçekleştiriyor. Kariyerinde ilk kez 130 milyon dolar gibi yüksek bir bütçe ile çalışıyor olmanın keyfini çıkarıyor adeta. VistaVision 35mm film kullanımı, hararetin ve zamanın etkisini artırmakta yardımcı oluyor. Ünlü besteci Jonny Greenwood‘un ritmik tekrarlarla katmanlaşan müzikleri ise gerilimin ve şiddetin etkisini bir üst noktaya taşıyor.

Yönetmenin en önemli dokunuşlarından birisi olan oyuncu yönetimi, keza yine sinemada bir süredir görmediğimiz keskinlikte. Yönetmen; Daniel Day Lewis, Philip Seymour Hoffmann ve Joaquin Phoenix gibi sinemasının yapı taşı olan isimlerden sonra Licorice Pizza ile farklı bir yol tercih etmişti. Bu doğrultuda yeniden büyük bir isim tercih eden PTA, Leonardo DiCaprio ile oldukça iyi birliktelik çıkarıyor. DiCaprio, hikayenin ikinci yarısı ile birlikte The Wolf of Wall Street‘ten esintiler içeren bir performans sergiliyor. Uyuşturucu etkisindeki Jordan Belfort sanki ufaktan bir el sallıyor bizlere. Filmde bolca esinlenmenin yer aldığı The Battle of Algiers‘ı izleyen Bob’un seyrini paranoya ve kaygı bölüyor. Karakter, Benicio del Toro‘nun dingin haliyle absürt bir kimya yakalıyor. Sean Penn ve Teyana Taylor ise muazzam bir etki yaratıyor. Sean Penn, zaaflarını örtbas etmeye çalışan kasıntı bir albay profilini doğrudan bize yansıtıyor. Yer aldığı sekanslar otomatik olarak keskinleşiyor. Teyana Taylor ise anlatının ilk yarısını taşıyan en önemli unsur. Etkileyici bir sertlik ve güç eşliğinde bedensel olarak hakimiyetini her sahnede hissettiriyor.

Savaş Üstüne Savaş Film İnceleme Arakat Mag 2025 Savaş Üstüne Savaş Warner Bros TME Films PPR Medya Paul Thomas Anderson Leonardo DiCaprio Sean Penn Benicio Del Toro

Yolun Sonunda Bulunan Özgürlük

Paul Thomas Anderson; binlerce yıldır devam eden kültürel, ideolojik ve sınıfsal kovalamacanın temsili bir son düzlüğüne One Battle After Another‘ın finali ile perde aralıyor. Baştan sona yoğun bir adrenalin patlamasına tanık oluyoruz. Gaz pedallarının ardına kadar zorlandığı, harlanmış motorların son sürat ilerlediği bir yaşam mücadelesi izliyoruz. Kovalamaca içerisinde akıllara Steven Spielberg‘in 92 dakikalık kaygı verici araba kovalamacası 1971 yapımı Duel geliyor. Kaçmasına fırsat tanımak için kendisini feda eden, toprakların eski sahibi olan bir Kızılderili’nin arabasını kullanan Willa, Noel Maceracıları Kulübü’ne girmek için kızının peşine düşen Lockjaw ve ikisini kovalayan örgüt üyesi Tim Smith, nefes kesen bir yarışa dahil oluyor.

Aracın yeni sahibi olan Willa’nın arabayı kullanmaya başlaması, sahibinin ölmesi üzerine atı ele geçirerek sürmeye başlayan bir western karakterini andırıyor. Bu kullanım, arazinin yer aldığı topografya ile birlikte daha da anlam buluyor. Son model arabaların yarattığı bir “araba western’i” oluşuyor adeta. Engebeli arazinin kadraja kattığı özel derinlik ile arabaların gizlendiği bir halüsinasyon halinde ilerliyoruz. Sanki bir Alejandro Jodorowsky filminde gibiyiz. Devam eden yol, engebeli arazi ve arabaların engebe içerisindeki çekimlerinin sürekli değişen, insanı afallatan kurgusu muazzam işliyor. Yolun üzerindeki sarı çizgilerin, siyah asfaltın ve beyaz şeritlerin tekrarlayan kompozisyonları adeta başımızı döndürüyor. Birbiri ardına son hızla ilerleyen arabaların Mad Max: Fury Road dünyasını hatırlattığı ölümcül bir kedi-fare kovalamacısı izliyoruz.

Jonny Greenwood‘un River of Hills adlı bestesinin hızlı çalınan yaylıları, gerilimi zirveye çıkarıyor. Willa, Lockjaw’dan kurtulduğunu sanarak dikiz aynasına bakıyor. Arazinin engebeli yapısında saklanan Lockjaw, yeniden karşısına çıkıyor. PTA, sahneye araba kovalamacasının yanı sıra ses frekansını andıran engebeli yolların yanıltmacasını ekliyor. Karakterler, sanki bu engebeli yolların ses dalgasına benzer hali üzerinden iletişim kuruyor gibi. Arabalar eşliğinde resmen çölün ortasında sörf yapıyorlar. Arazinin engebeleri içerisinde çaresizce kaçmaya çalışan Willa, yol üzerinde keşfettiği savunma içgüdüsüyle sinemasal anlamda büyüyor.

Lockjaw’ın sürprizli vurulma anından sonra Willa’nın peşine düşen ana karakter ise Smith oluyor. Smith, zamanla arabayı daha hızlı kullanıyor. Yine atını tecrübesiz olandan daha hızlı kullanan bir western karakteri gibi ona yaklaşıyor. Bu noktada bu engebeli arazi, Willa’nın kurtuluşunu sağlıyor. Kanlar içerisinde sarsılarak çıkan Smith, pusuya yatmış Willa tarafından öldürülüyor. Bu durum, Willa’nın varoluşunu annesi ve babasından bağımsız olarak kendi başına sağladığının göstergesi oluyor. Karakter, artık güçlü bir birey olduğunu ve gerekirse tehlike anında herkese karşı gelebileceğini gösteriyor. Bob’a bir süre tuttuğu silah, zamanla gelişimini tamamladığı güvensiz ve tekinsiz ortamla bir iz düşümü yaşıyor. Kanlar içerisinde yürüyen Lockjaw ise ahlaki çöküntüsünü ve yüzüne etki eden cezasını fiziksel deformasyonla yaşıyor.

Savaş Üstüne Savaş Film İnceleme Arakat Mag 2025 Savaş Üstüne Savaş Warner Bros TME Films PPR Medya Paul Thomas Anderson Leonardo DiCaprio Sean Penn Benicio Del Toro

Metnin Yansıttıkları

Paul Thomas Anderson‘un belki de ilk kez böylesine yüksek bir bütçe ile çalışıyor olması teknik olarak inanılmaz becerilere gebe olsa da, metin anlamında da farklı bir bakış açısına yol açıyor. Öncelikle daha erişilebilir, gişe sinemasına ait kullanımlara rastlıyoruz. Filmi oluşturan etkenleri düşününce bu fazlasıyla normal bir tercih. Bunun yanı sıra, alışageldiğimiz üzere bir kez daha muazzam bir diyalog yazımına şahit oluyoruz. Senaryo ise temponun dalgalanmalarıyla uyumlu bir bütünlük gösteriyor. Zaman atlamaları ve çatışmalar vesilesiyle görsel unsurlar ön planda kalmasına rağmen senaryo, kalibresini uyumlu bir şekilde korumayı başarıyor.

Burada değineceğimiz ana husus, metnin iyi bir şekilde kotarılmasına rağmen görsel dille aynı seviyeye ulaşmaması oluyor. Yazılı metnin kendisi, görsel olanı daima peşinden kovalamak zorunda gibi sanki. Zira, yönetmenlik olarak sıra dışı bir deliliğe tanık oluyoruz. Bu duruma eklenen bir diğer unsur, final sahnesinde sinemada benzer kullanımlarını gördüğümüz “dönüşüm” hali. Bu kullanım, politik açıdan fazla çiğ bir referans olarak kalıyor. Bir neo-nazinin önce ahlaki yoksunluğunun fiziksel deformasyonla resmedilmesi, sonrasında Nazi işkenceleri ile dünyadan silinmesinin filmle anlamlı bir bütünlüğü var. Ancak Paul Thomas Anderson‘un yenilikçi vizyonu içerisinde biraz fazla sırıtıyor.

One Battle After Another boyunca absürt olanın politik olanla iç içe geçtiği harika ve fazlasıyla komik anlara şahit oluyoruz. Ancak bazı kırılma anlarında bu tavır, resmedilen durumun mizahi havasının ciddileşirken homojen bir form yakalayamamasına neden olabiliyor. Çölün ortasında sinema tarihine geçecek yönetmenlik becerisiyle bir “araba western’i” yaratmak, teknik olarak sinemanın en üst noktasında yer alıyorken, yaşananlar metin olarak o dünyanın gerçekçiliğini ne kadar yansıtabiliyor? Orası ayrı bir soru işareti. Paul Thomas Anderson, bunu göze alıyor. Karakter gelişimleri ve ilişkileri genelde iyi bir konumda yer alsa da, bazı ilişki anlatımları sınırlamalara takılıyor.

Mesela, filmin zirvesinin son anlarını oluşturan Willa ve Bob’un baş başa kaldığı sahnede Bob’un endişeleri dışında oluşmuş bir kimyaya rastlamıyoruz. PTA‘nın bu gelişimle de ilgilenmediği her halinden belli. Karakterler, ağırlıklı olarak temsil ettikleri konumu yansıtıyor. Yönetmen de başlı başına sürreal bir aksiyonun içerisinde bu ilişkiyi keşfetmemizi istiyor. Ancak bu çerçevede finalin etkisi görsel açıdan akıl dışı olsa da, ikilinin ilişki dinamiği açısından bir üst seviyeye çıkamıyor.

One Battle After Another‘ın ödül sezonunda özellikle teknik ve bireysel kategorilerde ses getireceği kesin. Sinemanın en fazla beslendiği isimlerden olan Paul Thomas Anderson, kendi sinema diline dair yeni bir manifesto yazıyor. Devrim peşinde koşan grupların arkasında, kendisinin en büyük sinema devrimcilerinden birisi olduğu gerçeği yatıyor.


Ahmet Duvan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Youtube, X ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.

A Big Bold Beautiful Journey: Romantizm İçin Yaşlandık

The Life of Chuck: Fantastik Bir Olmamışlık

Ahmet Duvan
Psikoloji bölümü öğrencisi. Sinema üzerine blog yazarı. Film eleştirmeni.

The Secret Agent: Kaç, Kaçabilirsen!

önceki yazı

Yorumlar

Leave a reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunlar da ilginizi çekebilir