Sanatçıları diğer insanlardan ayıran belki de en büyük özellikleri eserleriyle yaşamaya devam ediyor olmalarıdır. Herkes doğar, büyür ve nihayetinde ölür. Ancak sanatçıların yaşarken ürettiği eserler sanatçılar gibi ölmezler. En sevdiğim romancılardan birisi olan Orhan Pamuk kendisine neden roman yazdığı sorulunca “Unutulmak istemiyorum.” demiştir. Bu cevabı ilk duyduğumda çok şaşırmış ve oldukça “basit” bulmuştum. Fakat zaman içerisinde bu kaygıyı anlayabildim. Ne olursa olsun hepimiz dünyaya iz bırakmaya çalışırız. Kimimiz arkadaşlarımıza hediyeler alarak, kimimiz filmler çekerek, kimimiz kitaplar yazarak…
Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz büyük yönetmen David Lynch de eserleriyle yaşamaya devam edecek. Üstelik bunu sadece kendi filmlerini izlerken hissetmeyeceğiz. O öyle büyük bir yönetmendi ki öyle ya da böyle dünyanın her yerindeki sinemacıları az çok etkilemeyi başardı. Dolayısıyla kendisinden sonraki hemen her yönetmenin hemen her filminde onun izleri olacak. Biz bu izleri fark etsek de etmesek de.
Arakat Mag ekibi olarak David Lynch’in anısına filmografisindeki filmleri tek tek incelediğimiz bu seride bana da The Straight Story filmi düştü. Film üzerine düşünüp neler yazacağımı not etmeye başladığımda ne yalan söyleyeyim işimin biraz zor olduğunu hissettim. Çünkü bu film David Lynch’in filmografisindeki belki de en farklı filmdi. Fakat konu ne olursa olsun bu usta yönetmen üzerine söylenecek çok şeyin olduğunu fark ettim. Ayrıca 1999 yapımı olan bu film yönetmenin tıpkı diğer filmleri gibi seyirciye çok şey söylüyordu.
İnsanları Bir Şekilde Şaşırtıyor
David Lynch denince akla gelen ilk filmler genellikle Eraserhead, The Elephant Man, Blue Velvet, Mulholland Drive veya Lost Highway’dir. Bu filmler gerçekten de farklı açılardan sinema tarihinde önemli yer tutar. David Lynch bu filmlerle her zaman özgünlüğünü fark ettirmiş ve sinema seyircisini şaşırtmıştır. Aynı sinema seyircisi 1999 yılında düzenlenen Cannes Film Festivali’nde de şaşırmıştır. Şaşırdıkları isim de yine aynı isimdir. Fakat şaşkınlıkları bu kez başka bir sebeptendir. Bugüne kadar hep insanın karanlık yanına, karakterlerinin psikolojik yanına gerçeküstü ve simgesel unsurlarla yaklaşan David Lynch bambaşka bir film çekmiştir.
The Straight Story önceki David Lynch filmlerinden gerçekten taban tabana zıt bir filmdir. Üstelik bu zıtlık filmin her unsuruyla oluşturulmuştur. Ancak özellikle filmin olağanüstü basitliği, sadeliği ve çoğu sahnesinden insanın yüreğine dokunan insan sevgisi filmi diğer filmlerden ayrıştırmıştır. Bu temalar da doğal olarak insanları şaşırtmıştır. Hatta öyle ki sinema salonunda bir kadın “Bu ikinci bir David Lynch’in filmi!” diye şaşkınlığını dile getirmiştir. Bu film her açıdan içinde bulunduğu filmografiye ters bir film.
The Straight Story’nin konusuna gelecek olursak tipik bir yol filmi olduğunu görürüz ya da bize ilk başta öyle görünür. Film, kızı Rose (Sissy Spacek) ile beraber yaşayan Alvin Straight (Richard Farnsworth) adlı yaşlı bir adamın, yıllardır konuşmadığı hasta kardeşi Lyle’ı (Harry Dean Stanton) görmek için yaptığı etkileyici yolculuğu konu alır.
Alvin, sağlık sorunları nedeniyle ehliyetini kaybetmiştir ve bu yüzden kardeşine gitmek için küçük bir çim biçme traktörünü kullanır. Iowa’dan Wisconsin’a uzanan yaklaşık 630 kilometrelik bu yolculuk boyunca, Alvin farklı insanlarla tanışır ve onlara hayat hikâyesini anlatır ve onların da hikâyelerini dinler. Bu yolculuk, geçmiş pişmanlıklarını, aile bağlarını ve insanın yaşama dair basit ama derin anlamlarını keşfetmesini sağlar.
Hem eleştirmenler hem de sinema seyircisi yönetmenin özellikle Lost Highway’de yaşadığı gişe başarısızlığını kapatmak için böyle bir film çektiğini düşünür. Oysa bu gerçek değildir. Çünkü David Lynch hiçbir zaman bu kaygıyla film yapmamıştır. Her ne kadar yaptığı her filmin ana akım bir film olacağını düşünerek yapmış olsa da filmleri her zaman klasik anlatı unsurlarına ters düşmüştür.
Gerçekten “Düz” Bir Hikâye
Filmin başkarakteri Alvin’in soyadı Straight’tir. Filmin adında da bulunan bu kelime ise Türkçe’de “düz” anlamına gelir. Bu açıdan filmin adı da Türkçe’ye çoğu kaynakta “Düz Hikâye” olarak çevrilmiştir. Hem başkarakterin soyadı olan hem de gerçekten düz bir hikâyenin anlatıldığı bir filmdir The Straight Story. Hikâyenin düzlüğü ise tıpkı Alvin’in gittiği yolların düzlüğü gibidir.
The Straight Story sadece yönetmeninin filmografisinde farklı bir yerde durmaz. Aynı zamanda “yol filmleri” içinde de önemli bir yer tutar. Alvin’in yaptığı yolculuk sadece fiziksel bir yolculuk değil aynı zamanda geçmişine de yaptığı bir yolculuktur. Yolda karşılaştığı insanlarla yaptığı uzun sohbetler onu sürekli geçmişine götürür.
Film boyunca Alvin pek çok insanla karşılaşır. Bunlar bazen çim biçme makinesi bozulduğu için yenisini almaya gittiği yerdeki insanlar olur, bazen de arabasıyla bir geyiğe çarpmış bir kadın olur. Bu insanların hepsi Alvin’i tanımamıza yardımcı olan insanlardır. Onlarla yapılan her sohbette Alvin’in iç geçirerek ama her zaman bize tuhaf bir umut veren yüz ifadesiyle konuştuğunu görürüz.
The Straight Story’nin dikkat kesilmemiz gereken bir yanı da girişi ve finali diyebilirim. Filmin henüz girişinde oyuncu isimlerini yıldızlar arasında görürüz. Kısa bir süre sonra da bir zamanlar Alvin’in kardeşi Lyle ile en sevdiği şeyin yıldızları seyretmek olduğunu öğreniriz. Tüm bu yolculuk aslında sadece bu ikilinin yıldızları seyretmesi içindir. Filmin final sahnesine geldiğimizde iki kardeş bir aradadır. Lyle’ın kardeşi Alvin’in kendisi için kilometrelerce çim biçme makinesi ile geldiğini öğrenince duygulandığını görürüz. Filmin finalinde de cast ekibinin isimlerini yine yıldızlar arasında okuruz.
David’in Tüm Yanlarını Gören Biri
Sinema seyircisi 1999 yılına kadar her ne kadar David Lynch’in insanın karanlık yönüne meraklı yanını görse de onun diğer yanlarını da gören biri vardı: sevgilisi Mary Sweeney.
Mary Sweeney bu filmin özellikle yapımcılığında ve senaristliğinde görev almıştı. O David Lynch’in kimsenin bilmediği insan sevgisini görüyor ve böyle bir film yapabileceğini hissediyordu. Bu konuda belki de David Lynch’i en çok o cesaretlendirmişti. Mary, David Lynch’in böyle bir filmi çekebileceğini öngörebilen zeki bir kadındı. Fikir ortaya atılıp üzerine çalışmalara başlandığında ise artık David Lynch de bundan çok zevk alıyordu. Çünkü bu bir tür sanatçının kendine de meydan okumasıydı.
The Staight Story’nin neden farklı bir film olduğunu anlamak için belki de Mary Sweeney’in şu gözlemi yeterli olacaktır: “David, ruhunun bir bölümünde çok sınırlarda gezen bir adamdır.” Yine Mary Sweeney’e göre The Straight Story, Lost Highway ile Mulholland Drive arasında kusursuz bir tat gidericiydi.
Her Şeyiyle Bir “Kendini İyi Hisset” Filmi
The Straight Story’e dair en şaşkınlık uyandıran bilgilerden biri de Amerika Sinema Filmleri Derneği tarafından genel izleyici kategorisine dâhil edilmiş olmasıdır. Elbette izledikten sonra bunun ne kadar mümkün olduğu anlaşılıyor ama henüz filmi izlememiş birisi bir David Lynch filminin genel izleyici kategorisinde değerlendirilmesine şaşıracaktır. Hatta film yayınlandığında pek çok eleştirmen David Lynch’in “artık olgunlaştığını” ve “adi seks kasetleri ve şiddet içeren konulardan” vazgeçtiğini yazmıştı. Oysa Wild at Heart de bir David Lynch filmiydi The Straight Story de.
Yazının bu kısmında filmin nasıl bu kadar iyimser bir film olduğuna biraz da teknik açıdan bakmak gerektiğini düşünüyorum. Film konusu itibarıyla baştan sona Amerikan taşrasında geçen bir film. Bu açıdan sarı ve yeşil renklerin ağırlıklı olduğu bir görselliğe sahip. Bunun yanında sahne geçişleri bile oldukça yumuşak. Film boyunca geçiş türleri içerinde “dissolve” olarak isimlendirilen solarak geçiş kullanılıyor. Sahneler arasında tutturulan bu “yumuşak” tarz seyirciyi bir an olsun telaşa sokmuyor. Bu yavaşlık filmin temposunun düşük olduğunu gösteriyor, doğru. Fakat aynı şeyi filmin ritmi için diyemem. Filmin oldukça iyi ve istikrarlı bir ritmi var.
The Straight Story’i görece David Lynch’in son dönem filmleri içinde kabul edersek bu yıllarda hayatın iyiden iyiye hızlandığını da söyleyebiliriz. David Lynch bu hızlı hayatı adeta yavaşlatırcasına Alvin’e ulaşımını sağlaması için çim biçme makinesi vermiş. Bu filmde hayat ne kadar hızlı olursa olsun güzel olan şeyleri görmek için bazen yavaş gitmek gerektiğini hatırlıyoruz. Filmin bir sahnesinde Alvin’in yanından hızla geçen bir tırın büyük toz bulutları kaldırdığını, Alvin’in ise yol kenarında bekleyen bir kadına bile selam verebilecek kadar yavaş gittiğini görürüz. Bu açıdan da düşününce The Straight Story bize yavaş bir hayatın çok daha mutluluk verici olduğunu gösteriyor.
Tekinsiz’in Vedası
Filmlerinde işlediği temalardan dolayı çoğu zaman “tekinsiz” olarak anılan David Lynch her şeyden önce bir dâhiydi. Bunu kelimenin temel anlamıyla söylüyorum. Resim sanatında Van Gogh, fizik biliminde Einstein neyse sinema için de David Lynch oydu. Onun kaybıyla birlikte sinema dünyası yalnızca büyük bir ustayı değil, aynı zamanda bir duygu mimarını yitirdi. Onun filmleri seyirciyi bazen silici bir kafayı, bazen de fil bir adamın hikâyesini anlamaya zorladı. Her ne kadar klişe olsa da gerçek olduğu yadsınamayan bir durum artık onun için de geçerli: O eserleriyle aramızda olmaya devam edecek. Üstelik onun mirası yalnızca hikâyelerinde değil bu hikâyeleri anlatma biçiminde de yaşayacak.
David Lynch’i her zaman insan ruhunun kaotik ve karmaşık yapısına olan ilgisiyle hatırlayacağız. Ancak The Straight Story, onun bu kaosun ardında duran şefkatli ve derin bir anlayışa da sahip olduğunu gösteriyor. Bu film, basit görünüşüyle derin duygulara dokunuyor. Alvin’in her selamı, her duraklaması ve her çim biçme makinesi sesi, bir yaşam felsefesini seyircisine sessizce fısıldamıştır.
Biz sinemaseverlere düşen ise bundan sonra izleyeceğimiz filmlerde onun izlerini aramak olacaktır.
Can Ahmet Çelik‘ın diğer yazılarına bakmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar