Türkiye’nin en köklü ve prestijli sinema etkinliği olan İstanbul Film Festivali, bu yıl 44. kez sinemaseverlerle buluşuyor. 11-22 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek festival, dünya sinemasının en seçkin örneklerini, usta yönetmenlerin son yapıtlarını ve genç yeteneklerin dikkat çeken filmlerini İstanbul’a getiriyor.
139 uzun metrajlı ve 15 kısa filmden oluşan festival programı, Altın Lale Yarışması’ndan N Kolay Galaları’na, Genç Ustalar’dan Belgesel Kuşağı’na kadar geniş bir seçki sunuyor. Ayrıca, yıldız oyuncular ve yönetmenlerle gerçekleştirilecek söyleşiler, özel gösterimler ve etkinlikler, festivali yalnızca bir film maratonu olmaktan çıkarıp unutulmaz bir sinema deneyimine dönüştürüyor.
Bu kapsamlı program içinden seçim yapmak zor olabilir. İşte sizin için hazırladığımız, festivalde mutlaka görmeniz gereken 20 filmden oluşan öneri listesi!
Psycho Therapy: The Shallow Tale of a Writer Who Decided to Write About a Serial Killer
Yeni kitabını yazarken zorlanan Keane, bir yandan da sarsılan evliliğinin derdine düşmüştür. Bolca içtiği bir gece, onun en büyük hayranı ve emekli bir seri katil olduğunu iddia eden Kollmick adında tuhaf bir adamla tanışır. Kollmick çok sarhoş olan Keane’i kendisi hakkında yazmaya ikna etmeye çalışır ve tesadüfen Keane’in karısı Suzie ile tanıştığında da işleri bozmamaya çalışır. Kollmick sabahları evde evlilik danışmanlığı, akşamları yeni kitap için seri katil danışmanlığı yapmaya başlar. Tolga Karaçelik’in yazıp yönettiği, yıldız oyuncu kadrosuna sahip Psycho Therapy: The Shallow Tale of a Writer Who Decided to Write About a Serial Killer (Saykoterapi: Bir Seri Katil Hakkında Yazmaya Karar Veren Yazarın Sığ Hikayesi), dünya prömiyerini Tribeca Film Festivali’nin Spotlight Anlatı Bölümü’nde yaptı.
The Ice Tower
Andersen’in buzlarla kaplı ünlü masalının yeni uyarlaması The Ice Tower (Buzlar Kraliçesi), Berlinale’de ödülle taçlandırıldı. 1970’lerdeyiz. Evden kaçan 16 yaşındaki Jeanne, bir stüdyoya sığınmıştır. Jeanne burada çekilmekte olan Karlar Kraliçesi filminin esrarengiz yıldızı Cristina’nın tuhaf çekiciliğine kendini kaptırır. Set ile perde, film ile gerçeklik birbirine karışırken, oyuncu ile kız arasında karşılıklı bir hayranlık gelişir. Marion Cotillard’ın da rol aldığı Innocence (Masumiyet) ile 2005’te İstanbul Film Festivali’nde Halk Ödülü’nü kazanan Lucile Hadžihalilović’in bu yeni filmi, Gaspar Noé’nin de aralarında bulunduğu yıldız bir oyuncu kadrosunu bir araya getiriyor.
The Blue Trail
Gabriel Mascaro’nun Amazon’un insanı kucaklayan derinliklerinde geçen yarı distopik masalı The Blue Trail (Mavi İz), bizi özgürlükle direncin yan yana yürüdüğü şiirsel bir yolculuğa çıkarıyor. Brezilya Hükümeti, 80 yaşın üzerindeki herkesi “kendi iyilikleri” için özel kolonilere göndermektedir. Amazon kıyısındaki bir kasabada yaşayan 77 yaşındaki Teresa, durup dururken resmi bir tahliye emri aldığında şaşırır: Yaş sınırı 75’e indirilmiştir. Teresa kendisine dayatılan bu kaderi kabullenmeyi reddeder ve Amazon boyunca, kaçak da olsa özgürlük hayalini gerçekleştirdiği bir yolculuğa çıkar. Brezilyalı yönetmen Gabriel Mascaro’nun Divine Love (İlahi Aşk) ve Neon Bull (Neon Boğa) filmleri daha önceki yıllarda festivalde gösterilmişti.
The Message
Hayvanlarla iletişim kuran küçük bir kız, kızın söylediklerini fal için danışanlara ileten bir kadın, para işlerini halleden bir adam… Bu tuhaf üçlü, Arjantin’de tozlu köy yollarında durmaksızın ilerler. Büyülü gerçekçiliğin her anına sindiği, nefes kesen siyah-beyaz görüntüleriyle tuhaf bir tanıdıklık hissi veren The Message (Mesaj), hem duygusal hem manevi hem de gerçek bir yolculuk anlatıyor. “Başlangıçta çocukluk hayallerle doludur, ama sonunda bu hayaller paramparça olur. Yetişkinler sihir yapamaz” diyor The Message’ın senaryosunu yazan ve yöneten Iván Fund.
Kontinental’25
Romanyalı auteur Radu Jude’un dünyamız ve meseleleri hakkında söyleyecek çok sözü var ve Berlin’de en iyi senaryo ödülü kazanan son filmi de, önceki filmleri Do Not Expect Too Much from the End of the World (Dünyanın Sonundan Çok Da Bir Şey Beklemeyin) ve Bad Luck Banging or Loony Porn (Kaçık Porno) kadar radikal ve beklenmedik sürprizlerle dolu. Bu absürt komedi-dramda, Transilvanya’nın en büyük şehri Cluj’da icra memuru olarak çalışan Orsolya’yı izliyoruz. Orsolya’nın bir gün, bir binanın bodrum katında yaşayan evsiz bir adamı tahliye etmesi gerekir. Ancak beklenmedik bir olay Orsolya’yı önce suçluluk duygusuna boğar, ardından da kendince çözmeye çalıştığı ahlaki bir kriz yaratır. Kontinental ’25, Radu Jude’un alametifarikası olduğu üzere siyaset, ekonomi, ırkçılık, kapitalizm, savaş ve sosyal adalet üzerine şahane diyaloglarla dolu.
Ghostlight
Birbirimizle kurduğumuz ilişkilerin dokunaklı hikâyelerini ince bir gülümsemeyle aktaran Ghostlight (Hayalet Işık), sanat aracılığıyla hayata tutunarak kederin üstesinden gelen bir aileyi mercek altına alıyor. Derdini hep içine atan inşaat işçisi Dan, eşiyle kızı arasına mesafe koyduğunu fark eder. Yerel bir tiyatro grubunun Romeo ve Juliet oyununa katıldığında da kendini ait hissedebileceği bir topluluk ve içindeki bulutları dağıtacak bir amaç bulur. Sonra öyle bir an gelir ki, sahnedeki dram kendi hayatını yansıtmaya başlar. Saint Frances’in yaratıcı ekibinin senaryosunu yazıp yönettiği Ghostlight, ABD Ulusal Eleştiri Kurulu tarafından 2024’ün en iyi 10 bağımsız filminden biri olarak gösterildi. Filmde, Dan ve ailesini Keith Kupferer ile gerçek hayattaki eşi ve kızı canlandırıyor.
İDEA
Yerli sinemamızın önemli yönetmenlerinden olan Tayfun Pirselimoğlu, Kerr filminden dört sene sonra İDEA ile geri dönüyor. Kemal şehirden uzak ıssızlıkta, karanlık bir iş adamına ait boş bir villada bekçi olarak çalışmaktadır. Zaman zaman gittiği şehirden bir gece geç saatte dönerken, tek başına yolculuk yaptığı otobüse tuhaf bir adam biner, Kemal’in yakınına oturur. Adam bir süre sonra indiğinde Kemal adamın boşalttığı koltukta küçük bir kitap görür. Kapağında İDEA yazısı olan kitabı amaçsızca karıştırıp geri bırakır. Kemal’in hayatı o andan itibaren tam bir cehenneme döner. Açıklanmayan bir suçla itham edilir. Sonrasında gizli bir örgütün lideri muamelesi görerek tutuklanır. Kemal artık bir başkasıdır.
Yeni Şafak Solarken
Son birkaç yılını hastanelerde geçiren Akın, bu son taburcu oluşundan sonra eski hayatına dönmenin artık mümkün olmadığını anlamaya başlar. Aile evine geri döner ve dışarı çıktığı nadir zamanlarda İstanbul’daki anıtsal dini yapıları gezer, âlimlerin mezarlarında vakit geçirir. Başın gelenleri anlamaya çalışırken ilahi bir güce sığınmak ister ama tüm bu ilahi anıtlar zihninde tekinsiz bir vecd halini tetikler. O gerçek benliğiyle temasını kaybettikçe, zihni başka bir gerçekliğin istilası altında kalır. Gürcan Keltek‘in yönettiği Yeni Şafak Solarken dünya prömiyerini Locarno Film Festivali’nde yaptı.
Dreams
Michel Franco‘nun New Order (Yeni Düzen), Sundown (Günbatımı) ve Jessica Chastain‘in de rol aldığı Memory‘nin (Hatır) ardından çektiği bu yeni film, dünya prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yaptı. Dreams (İlişki), uluslararası alanda tanınarak ABD’de yeni bir hayat sürmeyi hayal eden Meksikalı genç balet Fernando’yu izliyor. Fernando, sosyete camiasında ve hayır işlerinde tanınmış sevgilisi Jennifer’ın kendisine destek sözü vermesi üzerine her şeyini ardında bırakıp neredeyse ölümü göze alarak Meksika’dan yasadığı bir şekilde sınırı geçerek San Francisco’ya gider. Ne var ki gelişi, Jennifer’ın üzerine titrediği, özenle kurduğu dünyasını altüst eder. Filmde Fernando rolünü Meksikalı süperstar balet Isaac Hernández üstleniyor.
O da Bir Şey mi
Söke film festivalinin konuklarından İstanbullu ünlü yönetmen Levent, kaldığı otelde kat görevlisi olarak çalışan yirmilerindeki Aliye’den bütünüyle habersizdir. Oysa kendine yeni bir hayat hikâyesi edinmeye çalışan Aliye, Levent’i ve filmlerini çok iyi tanımaktadır. Aliye’nin çetrefilli hikâyesi, birbirinden tamamen farklı hayatlara sahip bu iki uzak insanı bir araya getirir. Şimdi gerçek ile kurgu arasında bir seçim yapmak zorundadırlar. Pelin Esmer‘in yönettiği O da Bir Şey mi dünya prömiyerini Rotterdam Film Festivali’nde yaptı.
Caught by the Tides
Yirmi iki yıl süren kırık bir aşk hikâyesi… Eskiyle yeniyi ustaca bir araya getiren öncü bir şiir… Zamanın akışını iç görüyle yansıtan destansı bir anlatı: hem geçen zamanın çağdaş Çin’i dönüştürüşü hem de yönetmen Jia Zhang-ke’nin filmlerinin zamanla değişimi… Caught by the Tides‘ın (Gelgitler İçinde) konusu, Qiao Qiao ile Guao Bin’in 2000’lerin başından günümüze, vuslata ermeyen aşkı olsa da filmi oluşturan, yönetmen Jia’nın önceki filmlerinden görüntüler. Çekilmiş görüntülerin 22 yıla yayılması nedeniyle film boyunca tüm oyuncular zamanla, doğal olarak yaşlanıyorlar. Still Life (Durgun Yaşam), A Touch of Sin (Günahın Dokunuşu) ve Ash Is Purest White (Kül En Saf Beyazdır) filmlerinin ödüllü yönetmeni Jia Zhang-ke’nin prömiyerini Cannes’da yapan bu son filmi, Çin’in köklü dönüşümüne yeni bir perspektiften bakıyor ama bunun da ötesinde gençlikten orta yaşa uzanan sağlam bir kadın portresi çiziyor.
The Sparrow in the Chimney
Aile dinamiklerinin ne kadar karmaşık, aile içi huzurun da ne kadar kırılgan olduğunu inceleyen bu sürükleyici ve huzursuz edici dramda bir aile kutlaması, sözler savaşına dönüşüyor. Karen ve Jule adlı iki kız kardeş babalarının doğum gününü, çocukluklarını geçirdiği cennet gibi evde tüm aileyi çağırdıkları bir eğlencede kutluyor. Ev akrabalarla dolup taşarken, uzun süredir devam eden kırgınlıklar su yüzüne çıkıyor, gizli arzular ve sırlar bir yangını alevlendiriyor ve çırpınan bir kuş bacaya hapsoluyor. Yönetmen Ramon Zürcher, prömiyerini Locarno’da yapan The Sparrow in the Chimney (Bacadaki Serçe) için, “Karen adlı bir kadının kendi geçmişinin yükünden kurtulduğu, alışılmadık bir özgürleşme öyküsü” diyor. Ramon Zürcher ve ikiz kardeşi Silvan, 2021’de yönettikleri The Girl and the Spider (Örümcek ve Kız) ile dünya çapında büyük başarı kazanmışlardı.
Misericordia
Cannes Premiere kapsamında gösterilen bu sürükleyici komedi-dram, Fransa’nın Ardèche bölgesinde tablo gibi güzel bir köyde geçiyor. Film, bir cenaze için memleketine dönünce kendini gizemli olaylar ve entrikalarla örülü bir ağın içinde bulan Jérémie’yi izliyor. Köylülerden birinin kaybolması, tehditkâr bir komşu ve niyetini açık etmeyen bir rahip yüzünden, Jérémie’nin güya kısa ziyareti sürprizlerle dolu bir maceraya dönüşüyor. Yapıtlarında arzuları, dile getirilmemiş gerçekleri ve insan doğasının karmaşıklığını deşmeyi tercih eden Guiraudie’nin önceki filmleri Staying Vertical (Dimdik Ayakta) ve Stranger by the Lake (Göldeki Yabancı), geçmiş yıllarda festivalde gösterilmişti. Yapımcıları arasında yönetmen Albert Serra’nın da bulunduğu Misericordia (Merhamet) için Guiraudie şöyle diyor: “Bu filme ilk gençlik duygularımın çoğunu kattım. Bu benim kendi hikâyemi evrenselleştirmenin bir yolu.”
The Ugly Stepsister
Kasvet dolu boğucu hayatından uzaklaşıp Prens Julian’ın kalbini kazanmak için tükenmez bir arzuyla yanıp tutuşan Elvira, güzelleşme yolunda riskli olduğunca rahatsız edici bir yola girer. Tenyalar, çürüyen cesetler, 19. yüzyılın imkânlarıyla ameliyatlar ve bolca kara mizah mesela… Sonuçta, çirkin üvey kardeş olmak hiç de kolay bir şey değil. Körü körüne âşıkken toplumsal baskıları göğüslemek için ne kadar ileri gidebileceğimizi keşfe çıkan film, herkesin bildiği Grimm Kardeşler‘in klasik Külkedisi masalını huzursuz edici, grotesk bir kara komedi olarak yeniden beyazperdeye getiriyor. The Ugly Stepsister (Çirkin Üvey Kardeş), prömiyerini 2025 Sundance Film Festivali’nde Gece Yarısı Bölümü’nün açılışında yaptı.
Dìdi
2008, sosyal medyanın yeni doğduğu yıllar. On üç yaşındaki Tayvan asıllı Amerikalı bir çocuk, yazın bitmesine ve okulun başlangıcına bir ay kala, ailesinin ona öğretmeyeceği ve asla aklından çıkmayacak şeyleri öğrenecektir; kaykay kaymak, flört etmek ve annesini çok sevmek gibi. Sean Wang’ın ilk yönetmenlik denemesinde senaryosunu yazdığı, yönettiği ve yapımcılığını üstlendiği Dìdi hem Wang’ın büyüdüğü kasabada geçiyor hem de orada çekildi. Dìdi büyümeye, aidiyet hissin, şaka videolarına, havalı patencilere ve muhteşem müziğe yazılmış komik, dokunaklı ve şahsi bir mektup gibi. Film ABD Ulusal İnceleme Kurulu tarafından 2024’ün en iyi on bağımsız filminden biri olarak kaydedildi.
Super Happy Forever
Super Happy Forever, sevmek ve kaybetmek üzerine dokunaklı bir keşif; geçmişle bugün arasında gidip gelen narin, duygu yüklü bir dram. Japonya’da küçük bir sahil beldesinde geçen film, karısı Nagi ile beş yıl önce ilk kez tanıştıkları yere dönen Sano’yu izliyor. Şimdi Nagi’nin ölümünün acısıyla boğuşan Sano’nun yolculuğu, kederle hafızanın buluştuğu içten bir arayış hâline geliyor. Japon auteur yönetmenler Kore-eda ve Ozu’nun yapıtlarını çağrıştıran film sıradan anların güzelliğini insancıl bir yaklaşım ve minimalist bir görsel üslupla vurguluyor. Yönetmen Igarashi’nin dediği gibi, “sonsuz mutluluk diye bir şey yoktur, ama yine de hepimiz onun arayışındayız.”
Gündüz Apollon Gece Athena
Ramin Matin imzalı Kusursuzlar filminin senaristi olan Emine Yıldırım, yönetmenliğini yaptığı ilk uzun metraj film olan Gündüz Apollon Gece Athena ile geri dönüyor. Yetimhanede büyüyen Defne yetişkinliğinde hayaletler görmeye başlamıştır. Defne bu yeni yeteneğini annesinin hayaletini bulmak için kullanmaya karar verir ve kendini Side antik kentinde bulur. Bu fantastik yolculukta Defne’ye radikal solcu Hüseyin, pavyon şarkıcısı Nazife ve Antik Dönemden bir rahibe eşlik edecektir.
The Things You Kill
Hasta annesinin ölümü ile sarsılan Ali, babasından intikam almak üzere gizemli bahçıvanıyla kafa kafaya verir. Ancak ailesi ve yetkililer yaşlı adamın ortadan kayboluşunu araştırdıkça Ali eylemlerinin haklılığından şüphe etmeye başlar. İranlı sinemacı Alireza Khatami’nin senaryosunu yazıp yönettiği ve ortak yapımcısı olduğu The Things You Kill (Öldürdüğün Şeyler), dünya prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yaptı.
Escape
Martin Scorsese’nin yürütücü yapımcılığını üstlendiği Escape (Kaçış), özgürlüğünden vazgeçip hapishanede yaşamak isteyen ve bu amacına erişmek için her şeyi yapmaya hazır olan bir adamın olağanüstü, sürükleyici, tuhaf, inanılmaz, saçma, acıklı hikâyesini anlatıyor. N. çökkün bir adamdır, içinde hatalı bir şeyler vardır. N. hayatta tek bir karar bile alabilecek durumda değildir kendince. Onun için en iyisi, tüm seçeneklerin elinden ve hayatından çekilip alınmasıdır. Tüm sorunlarının hapse girerse çözüleceğine karar verdiğinde, bunu gerçekleştirmek için elinden geleni ardına koymaz. Prömiyerini San Sebastian’da yapan Escape’ın yönetmeni Rodrigo Cortés önceki filmleri Buried ve Red Lights ile büyük ilgi toplamıştı.
Dreams (Sex Love)
Haugerud’ün “Seks, Aşk, Hayaller” üçlemesinin şubat ayında Berlin Film Festivali’nde prömiyerini yapan bu son bölümü, öğretmenine sırılsıklam âşık olup bu ilk aşkını derin sarsıntılarla yaşayan Johanne’yi izliyor. Duyguları silikleşmeden onları bir şekilde kayda almak isteyen Johanne’nin bu amaçla yazdığı açık yürekli metinleri gören ailesi başlangıçta ortalığı ayağa kaldırıyor. Fakat yazıların edebi niteliği öyle yüksek ki, Johanne’nin annesiyle büyükannesi kendi gerçekliklerine ve hayallerine dönüp bakmayı tercih ediyor. Üçlemenin diğer filmlerine kıyasla görsel biçimi daha serbest ve yakın olan Dreams (Sex Love) (Hayaller); aşk, ilişkiler, cinsellik ve kendini bulmaya dair üç kuşaktan, zengin bir kadın bakış açısı sunuyor.
İstanbul Film Festivali, bu yıl yine sinemaseverlere unutulmaz bir deneyim sunmayı vadediyor. Her biri kendine has hikayesi, anlatım tarzı ve yönetmenlik yaklaşımıyla festivaldeki filmler, izleyicilere farklı bakış açıları kazandırıyor. Dünya sinemasının en seçkin örneklerini ve genç yeteneklerin cesur yapıtlarını keşfetmek için 11-22 Nisan tarihleri arasında İstanbul’u bir sinema cennetine dönüştüren bu festivalde, her türden izleyiciye hitap eden yapımlar bulmak mümkün. Gerek yerli gerekse uluslararası alanda önemli yönetmenlerin eserlerine ev sahipliği yapan bu etkinlik, sinemanın gücünü ve büyüsünü bir kez daha gözler önüne seriyor. Sinemaseverler için kaçırılmaması gereken bu festival, her bir filmiyle duygu yüklü anlar ve derin düşüncelerle izleyicilerini sarhoş edecek.
Blog kategorisindeki diğer yazılarımıza ulaşmak için buraya tıklayın.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar