0

Sinemanın kendine has dünyası birçok boyutun ortak bir çerçevede buluştuğu bir konumda yer alır. Sinemasal uzamın içindeymişiz gibi bir algı yaratır. Bu sinemasal uzamın estetik gücü izleyene tam anlamıyla geçtiğinde alınan haz eşsizdir. İnsan doğası gereği kendini haz alma eğilimiyle aynı doğrultuda konumlandırır. Alınan haz ne kadar yüksekse yönelimi de o doğrultuda olacaktır. Benim için ise 7. sanatın yarattığı bu eşsiz etkinin ilk yapı taşlarından birisi; Jeffrey Beaumont’un, Lumberton kasabasında bulduğu kesik kulağın ardından Blue Velvet filminde yaşananlarla başladı.

Postmodern anlatımı, tekinsizliği, sadomazoşist karakterleri, psikolojik altyapısı, oedipal üçgene benzer ilişki kurulumu ile bize yalnızca izlediklerimizi sorgulatan Lynch’in, sinema külliyatındaki “psikolojik gerilimin” zirve yaptığı anlardan bir tanesi şu şekilde gerçekleşmektedir;

Kötü adam olarak tanıdığımız “Frank Booth” aşık olduğu Dorothy Vallens ve Jeffrey Beaumont ile dairelerinden çıkarken karşılaşır. Jeffrey ve Dorothy’i hızlı bir şekilde apartmandan çıkararak arabaya bindirir. Frank ve arkadaşları ikiliyi bir geneleve sokar. Frank’in saldırgan bağırışları ve dönen uyuşturucu muhabbeti ortamın tekinsizliğini artırır. Dorothy’nin bir odaya girmesine izin verilir. Dorothy içeri girdikten sonra “Annen seni seviyor.” cümlesi duyulur. Yaşanılan tüm kaotik atmosferin içerisinde genelevin eşcinsel sahibi Ben, Roy Orbison‘un “In Dreams” şarkısını söylemeye başlar. Bu noktada irrasyonelliğin sınırlarının zorlandığı bir sekans başlar. Frank’in şarkıya öfkeli ve duygusal katılımı, Ben’in teatral bir şekilde şarkıya playback yaparak söylemesi, Jeffrey’in etrafında dans eden ekibe anlam vermeye çalışması sahnenin hipnotik ve tekinsiz atmosferini eşsiz bir boyuta çıkarır. Şarkının ve performansın bir süre devam etmesi rüya ile gerçeğin sınırını iyice bulanıklaştırır. Lynch’in filmin başından beri kurduğu tehditkar ve tekinsiz hava karakterlerin üzerinden bir kırılma yaşar. Sahneyi ilk izlediğim anki hissettiğim eşsiz duyguları ve yaşadığım tarifsiz hayranlığı hala her izlediğimde hissediyorum.  Bu yazıda ise sinemanın tüm boyutlarına nüfus eden bu kült eserin “her tekrarımdaki” zamansızlığından ve gerçeküstülüğünden bahsedeceğim.

Blue Velvet Film İncelemesi Arakat Mag David Lynch Isabella Rossellini 1986 Mavi Kadife Kyle MacLachlan

Kadifeden Mavi Bir Gece

David Lynch’in Blue Velvet filmi Amerikan kültürüne yönelik çeşitli saptamalara sahiptir. Kültürü, daha çok toplum ve bireysel bilinçaltı çerçevesinde kurgulamıştır. İyi ve kötünün ayrımı keskindir. Toplumun en önemli gruplarından aileyi de meselesine dahil eder. Sadomazoşizm ve cinsel sapkınlıklar, “anne” ve “baba” temsiliyle yansıtılır. Sinema için postmodern anlatının önemli örneklerinden birisi durumundadır. Senaryodaki imgeler yerini renklere, ışıklara, şarkılara ve dekora bırakır. Lynch’in yarattığı gösteri, toplumun en soyut taraflarından en somut alanına uzamsal olarak yayılan bir formdadır.

Filmin açılış sahnesi de yaratılan imgelere ve Amerikan kültürüne yöneliktir. Blue Velvet ilk sahnesiyle gökyüzünün kadrajda olduğu beyaz çitlerin önündeki serpilmiş kırmızı güllerle açılır. Ardından kamera hareketlenir ve el sallayarak ilerleyen bir görevlinin üzerinde durduğu itfaiye arabası bizi selamlar. Okula giden çocuklar ise yaya geçidinden okula doğru ilerlemektedir. Sahnelerin geçişi ve renk paleti bizi bir düşün içerisindeymiş gibi hissettirir. Arkada “Bobby Vinton – Blue Velvet” şarkısı çalmaktadır. Gördüğümüz her şey huzurlu bir Amerikan kasabası imajına yöneliktir. Ancak sahnedeki düş vurgusu aslında Amerikan toplumumun bir rüyanın içerisinde olduğunu belirtmeye çalışır. Jeffrey’in babasının hortumla bahçeyi suladığını görürüz. Eşinin izlediği filmde ise televizyonda yalnızca bir silahın tutuşu gösterilir. Silahın görünümünden paralel olarak Jeffrey’nin babası aniden fenalaşır ve yere yığılır. “Baba” figürü düşmüştür.

Lynch, bu sahne ile aslında Amerika’nın içinde bulunduğu halüsinasyonun perde arkasını görmemizi ister. Kamera yerin altındaki böceklere odaklanır ve bizi şehrin kirli ve karanlık yoluna doğru götürür. Jeffrey’nin bulduğu kesik kulaktan sonra kameranın kulağa doğru bir girdaba girme edasında sürüklendiğini izlediğimiz süperpoze sahnesi, artık Amerikan bilinçaltına ve karanlığına girdiğimizin göstergesidir. Kulağın kullanımı sayesinde huzurlu bir Amerikan kasabasından kapkaranlık bir dehşete doğru geçiş yaparız. Sadece hikayenin girişi için kurgulanan bu katmanlı derinlik, filmin metinsel başarısının ne boyutta olduğunu bir kere daha hatırlatıyor.

Mavi Kadife Film İncelemesi Arakat Mag David Lynch Isabella Rossellini 1986 Dennis Hopper

Tekinsizlik ve Oedipus Kompleksi Tasviri

Bilinçaltına yolculuğumuz başladığında hikayenin karmaşası fazlalaşır. Tekinsizliğin boyutu gözle görülür bir seviyeye çıkar. Sahnelerin her bir sekansında somut bir varlıkmış gibi algılarız bu tekinsizlik duygusunu. Jeffrey’nin, Dorothy’nin apartmanına girmeye çalışırken apartmandaki uğultulu ses bize bu konuda yardımcı olur. Jeffrey, evin anahtarını bulduktan sonra eve gizlice girdiği sahnede dolaba saklanır. Dolap sahnesinden sonra psikolojik gerilimin, röntgenciliğin, sapkınlık dolu cinselliğin ve şiddetin iç içe geçtiği bir sekansın içine gireriz. Jeffrey saklandığı dolapta; önce Dorothy’nin iç dünyasına, sonra da Frank’in Dorothy ile sadist ve psikopat ilişkisine tanık olur. Bu tanık olma aslında insanlığın bilinçaltının nasıl oluştuğunun da göstergesidir.

Frank’in şiddet dolu cinsel sahnelerinde Frank’in Dorothy’ye “anne” ve “baba” diye seslenmesi. Karakterin sadomazoşist tavrının nasıl oluştuğunu gösterir. Freud’un çeşitli tartışmalara yol açan Oedipus kompleksi bu noktada devreye girer. Oedipus kompleksi bu sahnede erkek gözünden sunulur. Erkek çocuğun babasını evde rakip olarak görmesi ve annesine yönelik bir ilgi duyması anlamında gelen bu kavram, çocuğun aynı zamanda babası gibi olma arzusunu taşır. Frank, Dorothy’e şiddet uygularken bana bakma diye bağırır. Dorothy’i annesi gibi ve cezbedici olarak görür. Frank’in bu noktada başvurduğu şiddet, onun toplumca bastırılmış bir yönü yansıtması yüzünden utanç duyması anlamına gelmektedir. Dorothy’nin, Jeffrey’i dolapta fark etmesi üzerine ona bıçak doğrultması, ortamdaki iktidara sahip olması için bir nesneye sahip olma arzusundan kaynaklanmaktadır. Dorothy yaşadığı korku dünyası içerisinde geçici bir iktidar kazanmak ister. Freud’un psikanaliz kuramında bu durum yine Oedipus kompleksini anlatmaktadır. Lynch, psikolojinin kuramlarını yarattığı karanlık Amerika rüyasında birbiriyle çarpıştırarak gizem duygusunun ön planda olduğu harika bir sekans yaratır.

Blue Velvet Film İncelemesi Arakat Mag David Lynch Kyle MacLachlan 1986 Mavi Kadife

İyi ve Kötü

Blue Velvet’in en önemli unsurlardan birisi bu sadistçe tasarlanan dünyanın içerisindeki “iyi ve kötü” ayrımıdır. Ayrım, karakterler üzerinde Sandy ve Frank üzerinden gösterilir. Sandy’nin saf ve yalnızca sevdiğinin peşinden şekillenen masum bakış açısı ile Frank’in koşulsuz korkutuculuğu zıt kutupları oluşturur. Jeffrey ise kahraman rolünde yer alsa da çoğu noktada izleyicinin film hakkındaki düşüncelerini yansıtır. Jeffrey’nin evde yaşadıklarını anlattığı bir sahnede Sandy, “Dünya ne garip bir yer.” tepkisini verir. Sandy’nin kasabanın kötü sırlarını öğrendiği sahnedeki bu tepkisi onun yaşanılanlara karşı algısal sınırlamasını belli eder. Jeffrey ise “Neden dünyada bu kadar sorun var?” diyerek bir ekleme yapar. İki karakterin masumiyet ve izleyici perspektifiyle birleşimi sahne içerisinde belirginleşir. Sandy filmde bolca kullanılan cümlelerden birisi olan “Bir rüya gördüm.” cümlesi ile anlattığı rüyayı şu sözlerle anlatır; “Rüyada dünya bizimdi ve dünya karanlıktı çünkü hiç ardıç kuşu yoktu. Çünkü ardıç kuşu aşkı temsil eder. Ve çok uzun bir zaman yalnızca karanlık vardı. Sonunda binlerce ardıç kuşu serbest kaldı. Sonra aşağı doğru uçtular ve göz kamaştırıcı aşk ışığını geri getirdiler. Ve aşkın fark yaratacak tek şey olduğu görüldü.”

Bu sahne Sandy’nin bilinçaltına ve insanlığın tüm kötü durumlarda kendisine empoze edilen dünyanın iyileştirici gücüne olan inanma yatkınlığını ele alıyor. Ardıç kuşu ise kötülükleri bitirecek şey olarak sembol ediliyor. Filmin sonuna Jeffrey’in kulağının içinden geçerek gireriz. Lynch, her şeyi aynı filmin başında olduğu gibi yine bir düş edasında ve huzurlu bir toplum imajıyla çizer. Sahnedeki renklerin açıklığı ve güneşin etkisi, önceki sahnelerin karanlığından farklılaşır. Artık her şey tıpkı ilk sahne gibi Amerikan rüyasına hitap etmektedir. Masumiyetin sembolü olan Sandy, Jeffrey’i affeder ve ikili mutlu bir hayata sahip gibi gözükmektedir. Jeffrey’i yemek için çağırır, mutfak penceresine konan ardıç kuşunu gösterir. Kuşun ağzında bir böcek durmaktadır. Sandy’nin rüyasında gördüğü kötülükleri bitirecek kuşun temsili gösterimi yapılır. Ancak kuşun ağzındaki böcek, kötülüğün her zaman devam edeceğine yönelik bir mesaj taşımaktadır.

Blue Velvet Film İncelemesi Arakat Mag David Lynch Kyle MacLachlan 1986 Mavi Kadife Isabella Rossellini

Son Söz

David Lynch’in eşsiz eseri Blue Velvet, postmodernizm kavramının sinemadaki temsili için önemli bir örnektir. Ele anılan konunun zamansızlığı ve süreklilikle anlatılması ile cinsel şiddet ve vahşilik kavramları, postmodern dönemin korkunç getirilerini yansıtmaktadır. Şiddetin ve argonun doğrudan sunulması topluma dair direkt bir eleştiri formundadır. Eserin psikolojik ve sosyolojik bağlantıları oldukça geniş bir kılavuz niteliğindedir. Lynch’in sinemaya kattığı benzersiz vizyonunun en büyük örneklerinden olan Blue Velvet, yönetmenin 1981 yılında The Elephant Man ile kazandığı ilk Oscar adaylığından sonra ikinci adaylığını kazanmasına yol açmıştır.

David Lynch sinemasını ilk olarak Blue Velvet ile tanıdım. Hemen ardından izlediğim The Elephant Man sayesinde insanlığın en karanlık sınırlarını keşfettim. Eraserhead ile sürrealist sinemanın doruklarına, Mulholland Drive ile rüya ve gerçeğin bulanıklığında dolaştım ve Wild at Heart ile Amerikan rüyasının tüm yanılsamalarını nefis bir yol filmiyle deneyimledim. Tüm parçalarıyla ve paylaştığım her vaktimle sinemanın büyüsüne dair daha fazlasını arzuladım sayesinde. Eserleriyle beraber geçirdiğim büyülü süreyi ve tarifsiz anları hafızamın en güzel yerinde saklayacağım.


Ahmet Duvan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.

The Elephant Man: İnsan Olmak Üzerine

Eraserhead: Cennette Her Şey Güzeldir

Ahmet Duvan
Psikoloji bölümü öğrencisi. Sinema üzerine blog yazarı. Film eleştirmeni.

The Return: Sakin Bir Homeros Hikâyesi

önceki yazı

Twin Peaks: Kasabanın Karanlık Doğası

sonraki yazı

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

Bunlar da ilginizi çekebilir

daha fazla David Lynch