0

K. Erkan Yazıcı’nın Doğudan Fragmanlar ile kurduğu sinema evreni, yönetmenin kendi sözleriyle “hikâye anlatmaktan çok zaman–mekân birlikteliğiyle bir varoluş alanı yaratma” arzusuna yaslanıyor. Gerçek mekanlarda, karın ve yükseklik hissinin fiziksel ağırlığı altında çekilmiş bir film; doğa, coğrafya, mevsim ve insan bedeninin sınırlarıyla hesaplaşarak kendi sinemasal hakikatini kurmaya çalışıyor. Yazıcı’nın uzun planlara, minimal müdahaleye, sessizliğe ve atmosfer odaklı bir deneyime dayanan bu yaklaşımı, onun gözünde sinemayı bir anlatı değil bir “hissetme alanı” hâline getiriyor.

Ne var ki film, bu estetik niyet ile ortaya çıkan sonuç arasında sıkışıp kalıyor. Yönetmenin sadelik ve gerçeklik dediği yerde, film çoğu zaman hareketsizliğe, ritim kaybına ve duygusal mesafeye teslim oluyor. Benzer şekilde, Yazıcı’nın “zamansal deneyim” olarak tanımladığı yapı, perdede kimi anlarda yalnızca donmuş bir tabloya dönüşüyor. Röportajında savunduğu metafizik sinema hissi, eleştirmenlerin gözünde biçimin içeriği ezdiği, atmosferin hikâyeyi yuttuğu bir estetik takıntıya dönüşüyor.

Doğudan Fragmanlar, bir yanda yönetmenin kendi sinema manifestosu; diğer yanda festival sineması klişelerine sıkıştığı düşünülen bir çalışma olarak iki uç arasında gidip geliyor. Bu giriş, tam da bu gerilimin ortasına yerleşiyor: Yönetmenin neyi amaçladığını, filmin neyi başardığını ve hangi noktalarda kendi iddiasının altında kaldığını aynı anda görünür kılmaya çalışıyor. Çünkü film, anlatmak istediği kadar —hatta belki ondan daha fazla— anlatamadıklarıyla konuşuluyor.Erkan Yazıcı ile Doğudan Fragmanlar Filmi Üzerine Röportaj Antalya Uzun Metraj Yönetmenler Arakat Mag 2025

Gerçek Mekânlarda Çekilen Bir Filmin Bedensel ve Estetik Mücadelesi

Filmi gerçek mekânlarda, oldukça zorlu şartlarda, karın ve kışın ortasında çektiğiniz baz alındığında, çekimlerde sizi en çok hangi etmen zorladı?

Erkan Yazıcı: Gerçek mekânlarda, kışın, karla, yüksek rakımda çalışmak; insanı hem teknik hem de fiziksel olarak zorlayan bir sınavdı. Değişen ışık ve hava koşulları, gündüz-gece ritmi, rüzgâr, kar, soğuk, ekipmanın hassasiyeti ve insan bedeninin direnç sınırı… Bunların hiçbiri bir stüdyonun kontrollü atmosferine benzemiyordu. Bu, sadece film yapmak değil; doğayla, coğrafyayla, mevsimle, zamanla hesaplaşmaktı. Her şey gerçek; dekor değil, doğanın kendisi…

Bu zorluk, sinemayı kontrollü bir illüzyon olmaktan çıkarıp yaşayan, nefes alan, zaman-mekân varlığına dönüştürdü. Aynı zamanda bu benim için bir estetik tavır ve etik duruştu. “Gerçek mekân, gerçek koşul, gerçek zaman” ile film yapmak… Bu sadakat, yapaylığa, dekorasyona ve dramaturjik vurgulara karşı bir duruştur, sinemamın gerçeklik iddiasını gösteriş ya da sahne arkasının konforu yerine maddi hakikatle, coğrafyayla, iklimle ve zamanın akışıyla yeniden kurmanın yolu oldu. O zorluk, sinema anlayışımın temelini oluşturan ‘sinema duygusunun’ kendisi idi.

“Ben bir hikâye anlatmadım, zaman-mekân birlikteliğinden bir sinema duygusu yarattım” demiştiniz. Bu sinema duygusunu sizin için oluşturan temel bileşenler nelerdi?

Erkan Yazıcı: Ben, bu filmde hikâye anlatmaktan çok, bir durum, varoluş, zaman mekân birlikteliği ile bir kader alanı, hakikat alanı yaratmayı istedim. O yüzden kamera, kurgu, ses gibi araçları müdahale, vurgulama, dramatik oyunlar için değil tanıklık, sadelik ve minimalizm için kullandım. Set yok, dekor yok; sadece doğa, coğrafya, mevsim, yükseklik, soğuk.. Filmim “bir şey anlatmak” üzerine değil; “zamanı hissettirmek” ve “yaşatmak” ‘‘önce tedirgin edip sonra görmeye zorlamak’’ üzerine kuruldu. Zamanı somut, ağır, bazen rahatsız edici biçimde hissettirmek istedim. Zira bana göre zaman sonsuz bulunma halidir ve bu yönüyle de bir öte dünya varlığıdır. Onu varlıklar dünyasına indiren şey mekandır ve film sanatı zamanı mekanla birleştirerek onu varlık aleminde görünür kılar. Ve bunun yolu da zamansal sıçramalar ya da hızlı kurgusal oyunlar yerine mevsimin, doğanın, gündüz-gece ritminin; karın, rüzgârın, coğrafyanın yavaş, sabır gerektiren görünürlüğüne odaklandım. Bunu filmimde görünür hale getirmenin yolu olarak da görüntü ve ses tasarımında, diyaloglar ya da tiyatral dramatizm yerine, doğanın sesi, sessizlik, nefes, bedenin mekâna tepkisi, ayak sesleri, rüzgârın uğultusu gibi unsurları ön planda tuttum.

Uzun planlar, plan-sekanslar, sabit ya da minimal kamera hareketleriyle; izleyiciyi acele ettirmeyen, onu mekâna, doğaya ve zamana bırakacak bir tempo kurdum. Bu biçim, sinemayı sadece izlenen bir hikâye değil; yaşanan bir deneyim ve varoluş alanı hâline getirdi. Benim bakışımda sinema; olay örgüsünün, karakter çatışmasının ve dramatik düzenin ötesinde; zamanın, mekânın ve insanın, gerçekliğin birlikte var olduğu bir metafizik alan. Filmim izleyiciyi bu alana davet etti. Ne bir hikâye vaad ettim ne hızlı bir anlam… Sadece hissetmek… Gittikçe ağırlaşan zaman ve ona eklenen mekanın bir süre sonra zaman dediğimiz metafizik varlığı adeta öte dünyadan çekip seyircinin önüne bırakan, mekânın kendi gerçekliğinin ötesine geçip bir kader alanı olarak bir süre sonra kadrajın ötesine geçip, insanın kendi içinden kendine bakmaya zorlayan saf sinema hissi… İşte benim için sinema duygusu buydu.

Filmi izlerken klasik anlatıya alışkın seyircide kafa karışıklığı olabiliyor. Peki sizin sinema anlayışınızda anlatı nereye oturuyor? Hikâyesizlik nasıl bir özgürlük sağlıyor?

Erkan Yazıcı: Klasik dramatik yapının olay, çatışma, karakter motivasyonu ve dramatik arkın zorunlu olmadığını, hatta çoğu zaman bir engel olduğunu düşünüyorum. Çünkü amacım hikâye anlatmak değil; zaman ve mekân birlikteliğinden oluşan hakikatle insanın temas edebileceği varoluşsal bir alan yaratmaktı. Bu filmde anlatı benim için yan araçtı; zorunlu değildi. Bu bahsettiğiniz türden hikâyesizlik, hem filme hem izleyiciye büyük bir özgürlük alanı tanıdı.

Karakterler, belirlenmiş hedefleri, psikolojik motivasyonları veya net dönüşümleri olmayan varlıklar oldular. Ama film bu “amaçsızlığıyla” mekâna, coğrafyaya, doğaya, soğuğa, dağ koşullarına dair; nefesin, bedenin, varoluşun o coğrafyada nasıl şekillendiğini gösteriyordu. İzleyici “Ne olacak?” ya da “Kim ne yaptı?” demedi. Onun yerine “Burada mıyım?”, “neden tedirgin oluyorum?”, “Zaman ne kadar ağır?”, “Neden böyle hissediyorum?” gibi sorularla baş başa kaldı. Bu his ve soru alanı benim sinemada savunduğum özgürlük. Sinema sanatı salt hikâye anlatma sanatı değil; duygunun, atmosferin, mekânın, zamanın, insanın anlam bulduğu bir zemin.Erkan Yazıcı ile Doğudan Fragmanlar Filmi Üzerine Röportaj Antalya Uzun Metraj Yönetmenler Arakat Mag 2025

Seyirciyi Pasif İzleyiciden Varoluşsal Bir Tanığa Dönüştürmek

Filminiz sinema dili için yeni bir “deneyim” gibi tanımlanabilir mi? Bu deneyimi tasarlarken seyircinin rolünü nasıl düşündünüz?

Erkan Yazıcı: Evet benim bu filmim bir deneyimdi. Bu deneyimde izleyici, pasif bir izleyici değildir; duygularla, zamanla, mekânla, doğayla, coğrafyayla, belki huzurla, belki rahatsızlıkla yüzleşmeye açık bir katılımcıydı. Ben ondan klasik film izleme konforu ya da net bir çözüm beklemesini değil; mekâna, doğaya, zamana, sessizliğe, soğuğa, karanlığa, yükseklik hissine dair bir bilinç, bir duyumsama bekledim. Önce film evreninin gerçekliğini kavrayıp, bu gerçeklik onu yeterince rahatsız ettikten sonra gözlerinin kendi içine bakmaya başlamasını istedim. Uçuruma yeterince bakarsanız uçurum da size bakmaya başlar. Bu film izleyiciye aktarılmış bir hikaye yerine bir gözlem, varoluş, algı, his ve zaman denemesiydi. Seyirci bu denemede benimleydi. Kimi ürktü gitti, kimi benimle kaldı. Benim filmimde seyirci pasif bir izleyici değil; zamana, mekâna, doğaya, insanlığa dair bir tanık, bir katılımcı idi.

Zaman ve mekân ilişkisini kurarken özellikle hangi görsel-işitsel tercihleri belirleyici gördünüz? (Kamera kullanımı, çerçeve, ses, ritim, tekrarlar vb.)

Erkan Yazıcı: Kamerayı, kurgusal denemeler, dramatik manipülasyonlar için değil; sabit ya da minimal hareketlerle uzun plan sekanslarda kullandım. Çünkü sinema benim için mekân ve zamanın birlikte ancak var olabildiği bir hakikat sahasıdır. Bana göre sinemada zaman, olay geçişlerini sağlayan krolonojik bir araç değil metafizik bir varlıktır. Ki zamanın hakikati de budur, mekan, karakterlerin içinde oluşları yaşadığı sınırlandırılmış bir alan değil bir kader alanı, insanın hakikatle bağ kurabildiği varoluş sahasıdır. Bu ancak zamanı idrak etmekle mümkün olabilen bir bağdır. Filmimde abartılı sinematografi değil; doğanın, coğrafyanın, mevsimin, yükseklik ve soğuğun gerçekliği önemliydi. Bu teknik ve estetik tercih biçimin, yapının, zamanın, mekânın kendisi filmimin içeriğidir.

Burada insanlar bir yanılgıya düşüyor, sanki ben içeriği biçimimle boğmuşum gibi. Değil, tam olarak bu benim içeriğim idi. Ses tasarımını yaparken doğanın, iklimin, çevrenin, nefesin, bedenin, adımların, rüzgârın, uğultuların ve hatta sessizliğin gerçek seslerine yöneldim. Bu, izleyiciyi mekâna, doğaya, zamana getirmek; onu atmosferin içine bırakmak içindi. Ritim ve süre açısından klasik filmlerin kurgusunun tam tersini seçtim. Uzun, sabırlı, yavaş, durağan plan-sekanslar, bekleme, doğal ışığın değişimi, mevsimin ve gündüz -gece döngüsünün hissedilmesine izin verdim. Böylece film; dramatik bir patlama ya da katarsis değil, yavaş ama derin, sessiz ama etkili, zamanın ve mekânın içinden geçen, varoluşun, doğanın, insanın iç içe geçişinin hissedildiği bir sinema duygusu hâline geldi.

Filmin ritmi ve uzun sekansları oldukça belirgin. Bu ritmi nasıl kurdunuz ve seyircinin algısına nasıl etki etmesini amaçladınız?

Erkan Yazıcı: Kısaca söylemem gerekirse sabırlı bekleyişler, Uzun plan sekanslar, kameraya ve oyunculara minimal müdahale ve zamanın doğal akışına dokunmayan kurgu yöntemiyle… Filmin izleyiciyi bir anlık heyecan ya da dramatik çözüm beklemekten alıkoymasını istedim. Bunun yerine onları mekânın, doğanın, karın, soğuğun, sessizliğin, zamanın ağır akan gerçekliğinin içine bıraktım. Bu ritmin, izleyiciyi başta tedirgin etmesini, onu konforlu alanından çıkarıp alışageldiği edilgenliğin dışına çıkmasını ve bir süre sonra gerçekten görmeye başlamasını bekledim.Erkan Yazıcı ile Doğudan Fragmanlar Filmi Üzerine Röportaj Antalya Uzun Metraj Yönetmenler Arakat Mag 2025

Beden, Nefes ve Mekân: Oyunculuğu Varoluşa Teslim Etmek

Oyuncu yönetiminde hikâye odaklı değil duygu odaklı bir yaklaşım seziliyor. Oyunculara nasıl bir yönlendirme yaptınız?

Erkan Yazıcı: Oyunculara dedim ki bedeniniz, nefesiniz soğuğun, karın, coğrafyanın içinde nasıl yaşıyorsa öyle davranın ve öyle konuşun. Bu filmde birer karakter değilsiniz. Bu kışta, bu yükseklikte kendisiyle ve mekânla var olan insanlarsınız. Diyaloglara duygu vermek ya da dramatik eylem yok, duruş, sessizlik, mekânla kurulan ilişki var. Mekan ve zaman size istediğimi yaptıracak. Siz sadece var olun ve kendinizi bu varoluşa teslim edin. Azalan oksijen nedeniyle daralan nefesleriniz, kamerayla aranızdaki mesafeden kaynaklı hissedeceğiniz yalnızlık, yorulan ayaklarınız, üşüyen bedenleriniz doğanın ve coğrafyanın içinden geçen bir varoluşa dönüşecek. Bu; yaklaşımım oyuncuları doğal ortamın, coğrafyanın, mevsimin ve zamanın içinde nefes alan varlıklar hâline getirdi.

Bu filmdeki yaklaşımınız bir devam projesinde değişir mi? Yoksa bu sizin sinema yolculuğunuzda kalıcı bir yönelim mi? Daha doğrusu bundan sonra yine deneysel bir dil mi arıyorsunuz, yoksa farklı bir estetik denemeyi düşünüyor musunuz?

Erkan Yazıcı: Her film; mekânı, teması, bağlamı ve içeriğiyle birlikte kendi formunu, kendi ruhunu yaratır. Yeni formlar, değişen anlatım biçimi her zaman mümkün. Yine de, sinemaya dair sahip olduğum bu özgürlük ve sadelik anlayışı şekil değiştirerek olsa da benimle kalacak. Çünkü sinema benim için sadece hikâye, olay ve dramatik çıkarım değil. Sinema; zamanın, mekânın, insanın; varoluşun hepsinin birlikte hissedildiği, yaşandığı bir alan. Özünde, sinemaya, zamana, mekâna, varoluşa dair sorular soran; izleyiciye düşünme, hissetme, yaşama alanı açan; hakikati, insanın hakikatle kurduğu ilişkiyi anlamaya çalışan estetik arayışım sürecek.


Ferit Doğan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Youtube, X ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.

Doğudan Fragmanlar: Karlı Dağların Ardında

Ragıp Ergün ile Noir Filmi Üzerine Röportaj

Ferit Doğan
Yüksek Lisans öğrencisi (Radyo, Televizyon ve Sinema). Film eleştirmeni. Senaryo yazarı. Yönetmen.

Zootopia 2: Sevimli Bir Sıradanlık

önceki yazı

Emre Sert ve Gözde Yetişkin ile Sahibinden Rahmet Filmi Üzerine Röportaj

sonraki yazı

Yorumlar

Leave a reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunlar da ilginizi çekebilir