0

62.  Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali kapsamında izlediğim Ensar Altay’ın Kanto filmi, suçluluk, fedakârlık ve vicdan temalarını bir ailenin çatlaklarından süzülerek anlatıyor. Yönetmen, bu duyguları sırlar ve boşlukta kalma hissi etrafında örerek incelikli bir sinema dili kurmayı başarmış.

Kanto, ilk anlarından itibaren duyguyu bağırmadan anlatmayı bilen bir film. Yavaş yavaş dağılmaya başlayan bir çekirdek ailenin değişim sürecine tanıklık ediyoruz. Bu tanıklığın merkezinde ise suçluluk duygusu ve vicdan yatıyor. Yönetmen, tüm bu yıkımı romantize etmeden, gündelik bir sıradanlığın parçasıymış gibi sade bir biçimde sunarken, doğru sinematik aktarım bilinciyle de hikâyenin taşlarını yerli yerine oturtabiliyor. Bu sadelik filmin en büyük cesareti; zira Türkiye sinemasında acıyı süslemek kolaydır, asıl zor olan o acının sıradanlığını yüzümüze vurmaktır bence.Kanto Film İncelemesi Arakat Mag 2025 Antalya Altın Portakal Film Festivali Ensar Altay Didem Inselel Sinan Albayrak Yıldız Kültür Ece Bağcı

Suçluluk, Bekleyiş ve Erkekliğin Kökleri

İlyas karakteri, o sıradanlığın merkezinde duran bir adam. Normalde uyumlu, duygularını içe dönük yaşayan bir baba figürü… ta ki annesi, hastalığı sebebiyle eve gelene kadar. O geliş, bir tür hayaletin geri gelişi gibi. Anne, oğlunun bilincinde yalnızca bir anne değildir; aynı zamanda cezalandırıcı bir tanrıça, suçluluğu hatırlatan bir gölge gibidir. Onun varlığıyla birlikte İlyas’ın yıllarca bastırdığı erkeklik güdüleri yüzeye çıkar. Gücü, hâkimiyeti, sahiplenmeye çalışır. Ne var ki bu erkeklik gösterisinin karşısına dikilen kişi, kendi eşi olur. Kadının “kendine gel” tokadı, filmin kırılma anını oluştururken (bir tokattan çok daha fazlası) kendisinin yıllardır birikmiş suskunluğunu yeniden tetikler. Film bundan sonra boşluk, suçluluk duygusu ve vicdan üzerinden bir iletişim kurmaya çalışır…

İlyas, anneden gelen cezalandırma biçimlerine öyle alışmıştır ki, onun yokluğunu kabullenemez; çünkü varlığı kadar yokluğu da bir denetim biçimidir. Bu reddediş, Godot’yu Beklerken’in varoluşsal bekleyişini çağrıştırdı bana. Godot gelmez; tıpkı İlyas’ın annesi gibi. Ama beklemek, yine de vazgeçemediğimiz bir ihtiyaçtır. Filmdeki “anne = Godot” bağı, insanın sevgiyle cezayı, güvenle korkuyu birbirinden ayıramadığı anları temsil eder.

Kanto’nun asıl gücü, toplumsal olanı kişisel olanda eritmesinde yatıyor. Türkiye’de erkekliğin şekillenişi, sanılanın aksine babadan değil, anneden başlar. Otoriteyle sevgi iç içe geçer; şefkatin dili bile kimi zaman tehditkâr bir tona bürünür. Çünkü erkeğin çocukluktan itibaren “erkekleşme” serüveni, görünürde babanın gölgesinde ilerlese de, onu asıl biçimlendiren anne figürüdür. Ancak bu “anne” kavramı, anaerkil bir kültürün simgesi olmaktan ziyade ataerkil sistemin içinde erkleşmiş bir biçimde var olur.

Bu nedenle, erkek çocuklar annenin gözünde babadan sonra evin ve ailenin koruyucusu konumuna yükselir; ya da yavaş yavaş o role hazırlanır. Böylece anne, hem sevginin kaynağı hem de otoritenin yeniden üreticisi hâline gelir. Erkekliğin kökleri, işte bu aşılması çok güç olan sistemin (erk zihniyetine dönüşmek zorunda kalan kadın) karmaşık ve tartışmaya açık annelik figüründe gizlidir.Kanto Film İncelemesi Arakat Mag 2025 Antalya Altın Portakal Film Festivali Ensar Altay Didem Inselel Sinan Albayrak Yıldız Kültür Ece Bağcı

Vicdanın Peşinde Bir Sinema Dili

Filmdeki kamera hareketleri ve planlar, karakterlerin içsel daralmalarını seyirciye hissettirebiliyor. Bu sinematik estetiğin bilincinde olmak, yönetmenlik açısından önemli bir mesele. Filmin ucu açık, gizemli finaline yaklaşırken orman, ağaç ve doğa yani “tabiat ana” yavaş yavaş “anne”ye dönüşüyor. Bu dönüşüm, Kanto‘nun metaforik evreninde hem ruhsal hem de görsel bir yankı yaratıyor. Böylece Kanto, spiritüel dokunuşlarıyla büyülü gerçekçiliğin sularında süzülmeye başlıyor; gerçek ile simgesel olan, aynı atmosferin içinde iç içe geçiyor.

Nihayetinde Kanto, seyirciye oynamayı hedefleyen klasik bir aile dramasından çok daha fazlasını sunuyor. Film, karı–koca ve seküler–muhafazakâr ikiliklerini yüzeyin ötesine taşıyarak; suçluluk duygusu, vicdan ve içsel boşluk kavramları üzerinden bir tartışma alanı açıyor. Bu yönüyle, metaforlarını karakterlerin ruh hâlini ve toplumsal çatışmaları görünür kılan bir dil olarak kullanabiliyor. Burada haklı olan yok, haklı ya da haksız olanın olaylar karşısındaki vicdani sorgulamaları var.


Güney Birtek‘in diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.

62. Antalya Altın Portakal Film Festivali Değerlendirmesi

A Ay: Rüya Rüya İçindir

Güney Birtek
Cinema = mc²

62. Antalya Altın Portakal Film Festivali Değerlendirmesi

önceki yazı

Orphan: Bizi Biz Yapan İnançlar

sonraki yazı

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

Bunlar da ilginizi çekebilir