RaMell Ross, Hale County, This Morning, His Evening‘te (2018) Afro-Amerikan Malick olarak ırkçılıkla ilgili stilize bir senfoniye imza atmıştı. 2010’lara damga vuran o eserin tadı damağımızda kalmışken bu kez benzersiz siyahi görüntü yönetmeni Jomo Fray‘yi transfer ediyor ve iki bestecisi Alex Somers & Scott Alario ise ekipte kalıyor. Nickel Boys ile adeta klostrobofik tınılardan beslenen bir paralel evren egzersizi izliyoruz bu kez ve imgelerin gösterisine odaklanmamak mümkün değil. Selah and The Spades (2019), Afro-Amerikan sinemasından çıkan en iyi kurmaca ilk filmken, Nickel Boys ile onu metinsel açıdan deviren bir yapıtla yüzleşiyoruz.
Zero For Conduct’ın Siyahi Erkek Ardılı
Nickel Boys, Fransız Şiirsel Gerçekçiliği ustası Vigo‘nun Zero For Conduct (1936) filminin yatılı okul filmi mucizesinin siyahi ve feminist versiyonu. Tarantino‘nun duyurduğu istismar filmi Switchblade Sisters‘ın (1975) izleriyle de nefes alıyor. Nickel Boys‘da da yine onun ardılı bir yapı var. Avustralya Yeni Dalgası ustası Peter Weir klasiği Picnic at Hanging Rock (1975) ile de kardeşlik ilişkisi kuruluyor. Bu kez bilim-kurgusal bir cevaba heyecan içinde odaklanıyoruz.
RaMell Ross, Nickel Boys ile Colson Whitehead‘in aynı adlı romanının uyarlamasına imza atarken telekinetik, taptaze ve klostrofobik bir gençlik filmiyle bizi kucaklıyor. Hikaye kurgusunu serbest vezin ile yıkarken aslında farklı formatlardan da beslenerek 1.33:1’den ilerleyen bir yaklaşımdan ve iki kafadardan kendisine başka şekiller veriyor. Nickel Boys, Jenkins‘in kariyer zirvesi The Underground Railroad ve Malick‘in The Tree of Life‘ına kardeş geliyor. RaMell Ross, Nickel Boys‘u klasiğe dönüştürmek için adımlar atıyor. Ama Lady in the Lake‘in (1946) bakış açısından gelen kara film klasiğinin yapısını Afro-Amerikan sinemasına uyarlıyor. Alario & Somers ikilisinin besteleri bu inşa sürecine sınıf atlatıyor ve aslında ırkçı tacize dair büyüleyici ve karanlık bir film izliyoruz.
Borowyczyk ve De Palma’ya da Atlayan Bir Telekinetik İllüzyon!
Afro-Amerikan sinemasından son 40 dakikada Borowcyzk‘in kült Canavar‘ına (La Bete, 1975) da uğrayıp dikkat çekici bir albeniye kapılabiliyor. Anti-iki kafadar filmine de dönüşüyor. Bu durum Carrie (1976) ve Black Panther (2018) gibi bir telekinezi süper kahraman yapıtına kayacak mı, kaymayacak mi hissi bırakıyor. Nickel Boys anılar üzerine kurulu bir siyahi paralel evren gençlik bilimkurgusuna dönüşerek nefes kesici hale geliyor. Bu eylem planıyla film The Underground Railroad‘la, ki Afro-Amerikan Malick usulü ırkçılıkla ilgili bir paralel evren bilimkurgusudur. O damara fazlaca uğrayıp melankolisini arttırıyor.
Adeta nickel çocukların akademisi olarak halet-i ruhiyesinden kurduğu model arayışıyla gençlik filmi boşluğunu dolduruyor. Nickel Boys, oyunbaz dünyasıyla bu hikaye kurgusunu yıkan modeli geliştirip kendine özgü hale sokmak için çokça çaba sarf ediyor. Reenkarnasyon temasına da fazlaca kafa yoruyor. Bu eyleme ilerlerken ise hayran bırakıyor.
School Daze’in X Kuşağı İçin Neyse, Nickel Boys Z Kuşağı İçin O
Senarist-yönetmen, hapishaneden kaçış filmi klasiği Defiant Ones (1958)-Zero For Conduct (1936) kırması yapısının da etkisiyle bizi vuruyor. Nickel Boys, Bresson‘un A Man Escape filminden Resnais‘nin Night and Fog filmine, Killer Sheep‘den (1978) Austen‘in Pride and Prejudice filmine, Carrie‘den Lady in the Lake‘e atlayıp yapısal deformasyonun öncülüğüyle büyüleyen bir filme dönüşüyor.
Ross‘un yüksek sanat eserinde Jomo Fray ve Nicholas Monsour, iz bırakan bir iş birliğine imza atıyor. Tony Curtis ve Sidney Poitier ortaklığını anımsatan saf ve yeni bir Afro-Amerikan ikili çıkması dikkat çekiyor. Kendi içsel dünyalarında mest eden özgün bir sanat eseri ortaya koyuyorlar. Ama model noktasında Whitehead‘in The Underground Railroad‘u varken ”net başyapıt mı?” dedirtiyor. Yine de Spike Lee‘nin başyapıt niyetine çektiği ikinci uzun metraj filmi School Daze (1988) X Kuşağı için neyse, bu da android kuşağı için o olarak tanımlanarak bir enerji depolaması yapıyor. 40 yaşını geçen Ross‘un alamet-i farikası Nickel Boys, kendisine hayran bırakıyor ve heyecan yaratıyor. Melez kalbine çekince asla bırakmıyor. Aksine soykırımdan ırkçılığa uzanan çok yönlü evreniyle asap bozuyor ve geriye melankolik açılımlar bırakıyor.
Afro-Amerikan Resnais-Malick’Ten Bir Model Arayışı!
Julie Dash nasıl Daughters of the Dust (1991) ile Afro-Amerikan feminist Herzog olarak ilk sinema filminde başyapıta imza attıysa Ross da kurmacada kendisinin Resnais–Malick olduğuna dikkat çeken bir Obama sonrası harikasına imza atma şansı buluyor. Bu da fazlasıyla heyecanlandırıyor.
Ross, popüler kültürde Malick olarak idrak edilebilir lakin daha ziyade Afro-Amerikan sinemasının Resnais‘i tabiriyle anılmalı. Zira Fransız Yeni Dalgası’nın bağımsız kuşaklarında onun yaptığı hatırayla ilişkili modelde Je T’aime Je T’aime (1968) ve Last Year at Marienbad (1961) filmleriyle hatırayla ilgili özgün başyapıtlara imza atılmış ve Malick‘in yeni milenyum sonrası döneminin Fransız öncülüne dönüşmüştü. Serbest ve özgün kurgusuyla dikkat çeken bir model yaratmıştı. Nickel Boys, Afro-Amerikan Resnais–Malick‘ten bir gençlik filmi modeli arayışıyla bizleri sersemletiyor.
Kerem Akça‘nın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar