0

Dönem filmlerinin ve hafıza sinemasının önemli yönetmenlerinden Kirill Serebrennikov, yeni filmi The Disappearance of Josef Mengele ile karşımıza çıkıyor. Dünya prömiyerini 78. Cannes Film Festivali kapsamında gerçekleştiren yapım, Olivier Guez’in aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanıyor. Nazi soykırımcısı Josef Mengele’nin hayatına mercek tutarak Güney Amerika’ya uzanan kaçışını konu alan filmin oyuncu kadrosunda ise August Diehl, Max Bretschneider, Dana Herfurth, Friederike Becht, Mirco Kreibich ve David Ruland gibi isimler yer alıyor.

Beslenme, nefes alma, uyku, barınma ve hayata devam etme. Tüm bunlar, insanlığın yaşamını sürdürmesi için belki de akla gelen ilk ihtiyaçlar. Dünyaya yeni gelen bir canlı, bu saydıklarımızın hepsine ihtiyaç duyar. Önce nefes alır, ardından da ağlar. Henüz ilk ve son nefesi kadar korunaksızdır çünkü. İnsan büyür, büyüdükçe seçimleri onu diğer insanlardan ayırır. Ölümün bir öncesine dek nasıl ilerlediğimiz hayatı oluşturur. Herkes bir gün bu ihtiyaçlardan eksilerek yaşamını sonlandırır. Hayat basitçe bu döngüden ibarettir aslında. Milyonlarca insanın ölümünden yalnızca tek bir kişi sorumluysa ne yapılmalı peki? Ölü bedenlerin üzerinde sayısız deney yapan bir varlık, saydığımız ihtiyaçlara sahip “bir insan gibi” nasıl devam edebilir yaşamına? Kirill Serebrennikov, The Disappearance of Josef Mengele ile “Auschwitz Kasabı” olarak tanınan soykırımcı Josef Mengele’nin hayatına mercek tutuyor. Almanların ari ırk olduğuna inanan Mengele, dünyadan soyutlanan yaşamına alışırken bizler de insan suretine bürünmüş bir soykırım failinin yeni yaşamına geçmişten uzanan çığlıklarla konuk oluyoruz.

The Disappearance of Josef Mengele Film İncelemesi Arakat Mag 2025 Filmekimi Kirill Serebrennikov August Diehl Maximilian Meyer-Bretschneider Dana Herfurth

Bir Soykırımcının Bitmeyen Otoriterliği

Kirill SerebrennikovViktor Tsoi ve Mike Naumenko gibi Sovyet rock müziğinin önemli figürlerinden bahsettiği Leto (2018), Çaykovski’nin eşi Antonina Milyukova’nın gözünden bir perspektif sunduğu Tchaikovsky’s Wife (2022) ve Eduard Limonov’u anlattığı Limonov: The Ballad of Eddie‘nin (2024) ardından şimdi de Josef Mengele’nin hayatına odaklanıyor. Yönetmen, Mengele’nin hayatına belirli bir düzlem içerisinde yaklaşmıyor. Oğlu Rolf’un onu ziyaret etmeye gelmesi anlatının bir bölümünü oluştururken, diğer bölümde geçmişe yönelik gösterimler yer alıyor. Siyah-beyaz kontrastlarla sinematografisini oluşturan yapımda Serebrennikov’un aşina olduğumuz uzun plan kullanımı dikkat çekiyor.

The Disappearance of Josef Mengele bir soykırım failinin hayata olan bakış açısını bize aktarmayı planlıyor. Mengele’nin tavırları ve her cümlesi, bizi tam anlamıyla irite ediyor. Gizli bir şekilde yaşamını sürdüren Mengele, İsrail Ulusal İstihbaratı (Mossad) ve yerel yetkililer tarafından aranıyor. Ev ve kimlik değişimleri içerisinde yaşamını sürdürüyor. Hala her şeye derin bir nefret duyuyor. Soykırımın baş üyelerinden olan Mengele, özgürce yaşayamama durumuna ve onu gizli yaşamaya itenlere karşı kin ve öfke besliyor. Aynı evi paylaştığı ailenin hanımıyla birlikte olduktan sonra bile ona yapması gerekenleri tembihliyor. Onu görmek için yalvararak mektup yazdığı oğlunun uzun saçlarına bile tahammülü olmayan korkunç bir otoriterden bahsediyoruz.

Bir soykırımcının hayatı nasıl resmedilir ki? Serebrennikov’un bu doğrultuda Olivier Guez’in romanından faydalanmasının bir sebebi var elbette. Özel yaşamında Rusya’dan Almanya’ya göçen Serebrennikov’un bir Nazi’nin hayatına odaklanmasının kendi ülkesinde geçirdiği son dönemle bir bağı olduğu da söylenebilir belki. The Disappearance of Josef Mengele, iskeletlerin masaya yığıldığı günümüz Brezilya’sında bir tıp okulunda açılıyor. Öğrencilerin incelenen kemiklerin sahibi olarak duyduğu isim olan Josef Mengele’yi tanımıyorlar. Onu kemiklerini kuruma bağışlayan bir kişi olarak biliyorlar. İlk kez korkuyla anılmıyor olmasını masaya serilmiş kemikleri sağlıyor. Zira Mengele, ancak kemiğe dönüştüğü zaman korkulmayacak bir fail. Öğrenciler onun, ırk üstünlüğünü gözetmek için aynı şekilde milyonlarca insanın vücudu ve kemiklerini masaya yatırarak deneyler yaptığını bilmiyorlar. Serebrennikov, anlatısını oluşturmaya başlarken bizler de artık bir kemik yığınından ibaret olan Mengele’nin yok ettiği sayısız hayata tanık oluyoruz.

The Disappearance of Josef Mengele Film İncelemesi Arakat Mag 2025 Filmekimi Kirill Serebrennikov August Diehl Maximilian Meyer-Bretschneider Dana Herfurth

Korkunun Gözle Görünür Sembolü

Mengele’nin sekansları içerisinde bir soykırımcının bakış açısından dünyaya yaklaşmanın zorluğu yaşanıyor. Serebrennikov, geçmişin acı dolu anılarını görselleştirirken daha o dönemi yansıtacak doğrudan bir bakış içerisinde. Nitekim hikâye özelinde bolca zaman atlaması var. Mengele’nin kaçışı, tekrar ülkeye dönüşü ve çiftlik yaşamına yönelik sahneler izliyoruz. Serebrennikov bu sekansların içerisine bir temel duyguyu saklamayı başarıyor; o da korku. Mengele’nin öfkesini hissettiğimiz kadar, etrafındakilerin ona karşı kayıtsız kalamadıkları korkularını gözlemliyoruz. Eşiyle evlenirlerken düğün pastasına yerleştirilen Nazi bayrağının doğru konumu hakkında edilen tereddüt, bu durumun en basit örneklerinden. Bazı sahnelerde korku, karakterlere yansıdığı kadar bize de sirayet ediyor.

Anlatının sonuna doğru Mengele, eve gelen genç temizlikçiyi gözetlerken ona olan bakışlarından tedirginlik duyuyoruz. Temizlikçiye vereceği potansiyel bir zarardan ötürü geriliyoruz. Mengele, bir insanla baş başa kaldığında ve ona doğru baktığında aklımıza ilk gelen bu oluyor. Zira genç kızın Mengele’nin asıl kimliğinden bir haberi olmadığını anlıyoruz. Bunların hepsi, karakterlerin ve bizim soykırım faili bir insana karşı barındırdığımız bakış açısını oluşturuyor. Onun kim olduğunu bilmeden deniz kenarında seslenenler ise insanlığa yönelik bir başka yaklaşıma perde aralıyor.

The Disappearance of Josef Mengele Film İncelemesi Arakat Mag 2025 Filmekimi Kirill Serebrennikov August Diehl Maximilian Meyer-Bretschneider Dana Herfurth

Uzun Planlar, Yetersiz Diyaloglar

Serebrennikov’un anlatmak istedikleri, çeşitli teknik ögeler eşliğinde sunuluyor. Ancak bu sunumların bir kitabı uyarlamanın ötesinde büyük oranda kişisel bir imza içermediğini belirtmemiz gerekiyor. Yönetmenin bu ölçüde bir dokunuşta bulunmaması, yaklaşımın sığlığı ile birlikte düz bir uyarlamanın ortaya çıkmasına neden oluyor. Çeşitli uzun planların seyri her ne kadar keyifli olsa da, bu sahnelerden çıkarılacak sonuçlar oldukça kısıtlı. Üstelik bazı uzun planların hikâye içerisinde gereksiz kaldığını söyleyebiliriz.

Efektif olduğu kadar tam aksi şekilde uzatılan kısımların da bulunduğu bir kullanım söz konusu. Mengele’nin yalnızca sağa sola ağzından köpükler saçan sinemada bolca izlediğimiz tipik bir Nazi figürü olarak resmedilişi, karaktere derinlik katmaktan epey uzak kalıyor. Yönetmenin bu doğrultuda yaşadığı en büyük sorun, uzun planların orantılı olmayan niteliğinde olduğu gibi kararsızlıklarının esiri olması. Zira The Disappearance of Josef Mengele, anlaşılır bir film diline sahip olmakla olmama arzusu arasında bir denge kuramıyor. Bazı sahnelerde deneysele kayabilecek bir tavır içerisindeyken, tam tersine diyaloglar ölçüsünde oldukça sığ bir bakış yansıtıyor. Aynı durumu görsel fikirlerinde de dengeleyemiyor. Filmin metin kalibresinin, görsel olarak tasarlanan uzun planlar ve fikirlere yaklaşamadığını söylemeliyiz. Nazi fikirleri ve diğer topluluklar üzerine konuşulan konular, ortaokul bilgisi çerçevesinde söyleniyor gibi. Burada çıkan cümleler, Nazi otoriterliğinin en önemli parçalarından birisinin ağzından çıktığı için oldukça uyumsuz gözüküyor.

Ek olarak, Mengele’nin oğlu ile arasındaki durumlar oldukça yüzeysel hissettiriyor. Hikâyenin geçmişe yönelik gösterimlerde bulunması, yeri geldiğinde anlatının baba-oğul arkını geri plana itebiliyor. Filmin tamamına baktığımızda iki bölümden birisini oluşturan bu konu epey sorunlu işliyor. Oğlunun babasına değineceği ve iletişimde bulunacağı onlarca konu ve soru varken Serebrennikov, karakteri yalnızca ölüm üzerine sorular sordurarak kısıtlı bir perspektife sıkıştırıyor. Bu doğrultuda bu bölümün Mengele’nin üstün arı ırk olma hayallerini açıklamak haricinde başka bir aktarıma hizmet ettiğini söyleyemeyiz.

Film İncelemesi Arakat Mag 2025 Filmekimi Kirill Serebrennikov August Diehl Maximilian Meyer-Bretschneider Dana Herfurth

Bir Soykırımdan Öteki Soykırıma Uzanan Argüman

Filmin içerisinde karakterin canavarlığı dışında başka bir rahatsızlık duygusuna daha kapılıyoruz. Bu da Serebrennikov’un bir tercihi çerçevesinde gerçekleşiyor. Filmin bir kitap uyarlaması olduğu ve bu çerçevede beyaz perdeye uyarlandığı biliniyor. Ancak bazı sahneler özelinde Mengele gibi bir “canavarın” ağzına birtakım argümanlar verildiğine, yani insanlaştırıldığına tanık oluyoruz. Bu durum, onun içsel dünyasına yaklaşmak için düşünülmüş olabilir; ya da romanda direkt geçen bir cümleye referans olabilir. Sinemada her karakter büyük oranda her şekilde dillendirilebilir. Sinema bunun için var. Fakat üretici kişinin Mengele’ye ağırlıklı olarak tek yönlü bir bakış sergilerken, bir yandan bu kullanıma izin vermesi tartışmalı bir durum.

Örneğin, bir sahnede Mengele’nin “İsrail her zaman dünya için tehdit olmuştur.” anlamına gelen bir cümle söylediğini işitiyoruz. Bu esnada peşinde Mossad ajanları olduğu bir gerçek. Bunun farkındayız ve söylemi buraya çekmek isteyen olabilir. Ancak günümüzün şartlarını ve Gazze’de yaşanan soykırımı düşündüğümüzde bu noktada bizden başka bir soykırımcının haklılığını onaylamamız mı bekleniyor? Bu sözü söyleten ve soykırımcı olduğunu her fırsatta yenilediğimiz Mengele’nin İsrail’in dünyaya olan tehdidi hakkında ileriyi gördüğünü mü düşünmemiz gerekiyor? Açıkçası 2024’ün Aralık ayında hazırlığı biten bir filmin içerisinde geçen bu cümlenin başka bir şekilde düşünülmesi biraz safça geliyor. Bu ve benzer birkaç diyalog üzerinden yönetmenin Mengele’nin içsel dünyasına odaklanmaktan ziyade ona bazı konularda bir argüman fırsatı verdiği izlenimine kapılıyoruz

Bir diğer kullanım ise “Auschwitz Kasabı” olan anılan Mengele’nin kamplara gelen Yahudiler üzerinde yaptığı deneyleri siyah-beyaz rengi bozarak yansıttığı sahnede gerçekleşiyor. Bu sahneler gerçekten oldukça rahatsız edici. Serebrennikov, failin insan dışılığını en acımasız şekilde resmediyor. Sahneler yaşanırken cücelerin ağzından dökülen şarkı, Mengele’nin ikizler ve cüceler üzerinde yaptığı deneylere yönelik bir gönderme. Buradaki temel sorun ise yönetmenin bu gösterimi beklenmedik bir anda yapıp bir cüretkarlık kisvesi altında sunması. Burada, Jonathan Glazer’ın muazzam eseri The Zone of Interest’in tam tersi bir işleyiş söz konusu. Hatta bu sahneyi Nazilerin göl kenarında piknik yaptığı bir sahneden sonra görüyor olmamız, Glazer’a ince bir gönderme olduğu ihtimalini doğuruyor.

Serebrennikov, Nazilerin en canavarlaştığı rahatsız edici kısımları gösterdiği gibi, aynı şekilde huzurlu bir şekilde piknik yaparken de onları resmediyor. Bu sunum, kullanımların ya da göndermelerin ötesinde hikayede bir katman oluşturmuyor. Bir sonraki sahneden sonra hızlıca sönümlenen, yalnızca etkileyici bir kısa sekans olmaktan öteye gitmiyor. Esas sorunlu kısmı da bu oluşturuyor. Serebrennikov‘un gerilimli ve tekinsiz çalışmalarını izlemek her zaman oldukça özel bir deneyim. Bu kez ele aldığı konu bir soykırım faili olduğu için, yönetmenin bakış açısı daha öncül sorgulamalara neden oluyor. The Disappearance of Josef Mengele; kişisel bir söz söylemekten uzakta, ağzından tükürükler saçarak öfkelenen bir Nazi doktorunun haykırışlarını bırakıyor bizlere.


Ahmet Duvan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Youtube, X ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.

La Grazia: Zamanımız Kime Ait?

Sound of Falling: Sindirilen Hayaletlerin Peşinde

Ahmet Duvan
Psikoloji bölümü öğrencisi. Sinema üzerine blog yazarı. Film eleştirmeni.

Alien: Earth: Uzayın Boşluğundan Dünya’nın Vicdanına

önceki yazı

Frankenstein: Tanrıyı Oynamanın Bedeli

sonraki yazı

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

Bunlar da ilginizi çekebilir