0

Gerçek suç türü, son yıllarda artık yalnızca yaşanmış olayları anlatan bir tür olmaktan çıktı; kameranın gördüğüyle toplumun görmezden geldiği arasındaki boşlukta yeni bir dil kazandı. Geeta Gandbhir’in The Perfect Neighbor belgeseli, Florida’da yaşanan trajik bir komşuluk çatışmasından yola çıkarak bu yeni dili ustalıkla kuruyor. Tamamı polis vücut kameraları, 911 aramaları ve güvenlik kayıtlarından oluşan film; ele aldığı cinayetin yanında Amerika’daki ırk, korku ve yasaların kesişim noktasında büyüyen sistematik adaletsizliği gözler önüne seriyor.

The Perfect Neighbor Film İncelemesi Arakat Mag 2025 NetflixGeeta Gandbhir Susan Lorincz Ajike Owens Franklin Baez-Colon

Yeni Bir Gerçek Suç Dili Olarak Polis Vücut Kameraları

Son yıllarda gerçek suç (true crime) türü, hem biçim hem içerik olarak büyük bir dönüşüm geçiriyor. The Perfect Neighbor, bu dönüşümün en çarpıcı örneklerinden biri. Artık suç hikâyelerini anlatmak için dramatizasyonlara, röportajlara ya da anlatıcı seslere ihtiyaç duyulmuyor; gerçeklik kendi kendini anlatıyor. Polislerin vücut kameralarından elde edilen ham görüntüler; suçun işlenme sürecini, müdahale anlarını ve sonrasındaki sorguları soğuk bir nesnellikle sunuyor. Geeta Gandbhir’in filmi, bu yeni anlatım dilini neredeyse sinema kuramının merkezine oturtuyor: Kamera, artık gözlemci olmaktan çıkarak adalet sisteminin bir parçası haline geliyor.

Bu estetik stil, aynı zamanda bir etik tercih. Belgesel, ne failin ne de kurbanın tarafında yer alıyor; kameranın tanıklığına sığınıyor. Görüntülerin düşük çözünürlüğü, titrek hareketleri ve anlık ses bozulmaları, olayların ham gerçekliğini korurken izleyicide güçlü bir huzursuzluk yaratıyor. Bu huzursuzluk, modern çağın dijital gözetim toplumuna dair karanlık bir yansımaya dönüşüyor. Artık herkes, her an potansiyel “kanıt” haline gelebilir.

Polis kameraları aracılığıyla gördüğümüz -hem mağdurlar hem polisler hem de şüphelilere ait- yüzler, yeni bir dramatik ifade biçimi oluşturuyor. Bazen bir polis memurunun tereddütlü sesi, bazen bir tanığın yutkunması, bazen de failin yapay nezaketi, kurgudan çok daha etkileyici hale geliyor. Gandbhir bu görüntüleri birer sinematografik araç gibi değil, çağımızın ahlaki sınırları gibi kullanıyor.

Bu yeni dil, izleyicinin pasifliğini de sorguluyor. Çünkü kamera, artık bizim yerimize görmüyor; bizi de bu görme eylemine dâhil ediyor. Her bakış, her kare bir seçim. Gerçek suç türü, böylece “izlemenin suç ortaklığı” temasına evriliyor. The Perfect Neighbor, bu anlamda bir yandan adalet sistemi eleştirisi iken, diğer yandan izleyicinin kendi yargı yetisini sınayan bir deneyim.

Gandbhir’in kullandığı görüntüler ne kadar nesnel görünürse görünsün, aslında bir tercih yapıyor: Sessiz kalmak yerine, adaletin duygusal körlüğünü görünür kılmayı seçiyor. Belgesel, hem polis kayıtlarının buz gibi mekanikliğini hem de o mekanikliğin altında ezilen insan hikâyelerini çarpıcı bir biçimde dengeliyor.

The Perfect Neighbor Film İncelemesi Arakat Mag 2025 NetflixGeeta Gandbhir Susan Lorincz Ajike Owens Franklin Baez-Colon

“Mükemmel Komşu”nun Maskesi

Belgesel filmin merkezinde, Florida’nın sessiz banliyölerinden birinde yaşayan Susan Lorincz adlı beyaz bir kadın var. Yalnızlığı, tahammülsüzlüğü ve paranoyası giderek büyüyen Lorincz, sonunda siyahi komşusu Ajike “AJ” Owens’ı öldürerek Amerika’nın ırk, korku ve silah kültürü ekseninde patlayan yeni bir trajedinin yüzü haline geliyor. Gandbhir’in belgeseli ise Lorincz’i bir canavar olarak değil, sistemin ürettiği bir semptom olarak ele alıyor.

Lorincz’in karakterinde, banliyö yaşamının görünmez gerilimleri kristalize oluyor. Gürültü, sınır, mülkiyet ve “rahatlık hakkı” gibi küçük gündelik meseleler, Amerikan bireyciliğinin en toksik biçimlerine dönüşüyor. Komşusunun çocukları bahçede oynarken bile rahatsız hisseden Lorincz, toplumsal olarak meşrulaştırılmış bir korkunun vücut bulmuş hali. Onun için “tehlike”, çoğu zaman yalnızca derisinin rengiydi.

Belgesel, Lorincz’in polisle olan temaslarını defalarca izleyiciye gösteriyor. Her çağrısında, kendini mağdur olarak sunan bir figür izliyoruz. Fakat kayıtlar ilerledikçe, bu mağduriyet anlatısının manipülatif bir güç gösterisine dönüştüğünü fark ediyoruz. Bu noktada Gandbhir’in kamerası, beyaz kadınlık imgesinin tarihsel olarak nasıl bir “masumiyet zırhı” haline getirildiğini doğrudan açığa çıkarıyor.

Lorincz’in 911 aramaları, “yardım çağrısı” maskesi altında bir tür silah. Polis, onun eliyle sistemin meşru gücü haline geliyor. Böylece film, bireysel bir cinayet vakasının ötesine geçip “kurumsal ırkçılık” ve “beyaz korkusu” gibi yapısal meseleleri sorguluyor. Lorincz’in “mükemmel komşu”yu oynaması, aslında sistemin kusursuz bir yansıması.

Filmin en çarpıcı anlarından biri, Owens’ın ölüm haberinin çocuklarına bildirildiği anlarda yatıyor. Polis kamerası, bu anı kelimenin tam anlamıyla yüzümüze dayıyor. Küçük bir çocuğun “Kalbim kırık.” deyişi, hem Lorincz’in korkularının hem de Amerika’nın toplumsal ikiyüzlülüğünün sessiz bir özeti gibi karşımıza çıkıyor.

The Perfect Neighbor Film İncelemesi Arakat Mag 2025 NetflixGeeta Gandbhir Susan Lorincz Ajike Owens Franklin Baez-Colon

“Stand Your Ground” Yasalarının Arkasındaki Korku, Irk ve Hukuk

The Perfect Neighbor, Florida’nın meşhur “Stand Your Ground” yasalarının pratik sonuçlarını da tartışmaya açıyor. Bu yasalar, bireylere tehdit algıladıkları anda ölümcül güç kullanma hakkı tanıyor, hem de geri çekilme zorunluluğu olmadan. Ancak Gandbhir’in belgeseli, bu yasal zeminin nasıl bir psikolojik şiddet mekanizmasına dönüştüğünü gözler önüne seriyor.

Film, istatistiklerle boğulmuyor; tek olay üzerinden büyük bir tablo çiziyor. Lorincz’in Owens’ı öldürürken gerçekten “tehlikede” olup olmadığı sorusu, aslında daha derin bir tartışmanın kapısını aralıyor: Amerika’da “tehlike” kime göre tanımlanıyor? Beyaz bir kadının korkusu, siyah bir annenin yaşam hakkından daha mı kutsal?

Gandbhir’in kamerası, bu soruları doğrudan sormuyor; direkt olarak seyircinin zihninden geçmesini sağlıyor. Vücut kameralarının soğuk objektifliği ile olayın duygusal gerçekliği arasındaki uçurum, yasanın insan hayatı üzerindeki körlüğünü simgeliyor. Korku, sahip olunan bir duygu olmaktan çıkıp ölümcül bir gerekçeye dönüşüyor.

Bu bağlamda The Perfect Neighbor, suç belgeseli olarak çıktığı yolda aynı zamanda bir hukuk eleştirisi haline geliyor. Yasa, kağıt üzerinde tarafsız görünse de, pratikte kimleri koruduğunu açıkça belli ediyor. Gandbhir, Owens’ın ölümünü münferit bir trajedi olarak basite indirgemekten kaçınıyor ve bu durumu sistematik bir adaletsizliğin kaçınılmaz sonucu olarak çerçeveliyor.

The Perfect Neighbor, izleyiciyi direkt olarak şu sert gerçekle yüzleştiriyor: Korku, Amerika’da artık bir hak haline geldi. Bu hak, tetiğe dokunanın kim olduğuna göre ya meşrulaştırılıyor ya da kriminalize ediliyor. Adaletin bu şekilde sağlandığı bir yerde “Stand Your Ground” yasaları bu çifte standardın en yasal biçimi.

Film İncelemesi Arakat Mag 2025 NetflixGeeta Gandbhir Susan Lorincz Ajike Owens Franklin Baez-Colon

Gerçekliğin Soğuk Tanığı, Sinematografi ve “Etiklik”

The Perfect Neighbor, biçimsel olarak hem deneysel hem de ahlaki bir meydan okuma. Gandbhir, belgesel sinemanın geleneksel araçlarını terk ederek yalnızca polis kayıtları, güvenlik kameraları ve 911 ses kayıtlarıyla bir anlatı kuruyor. Bu tercih, izleyiciye tanıklığın sınırlarını sorgulatıyor: Gerçek kayıtta mıdır, yoksa onu izleyen gözde mi?

Film boyunca kamera bir karakter haline geliyor. Görüntülerde ne müzik ne röportaj ne de dramatik yeniden canlandırmalar var. Bu anlatım biçimi, filmin etik gücünü artırıyor. İzleyici, hiçbir anlatıcı yönlendirmesi olmadan, kendi yargısını vermek zorunda kalıyor. Bu da The Perfect Neighbor’ı basit bir “olay anlatısı” olmaktan çıkarıp ahlaki bir test haline getiriyor.

Bu biçimsel sadelik, aynı zamanda büyük bir politik jest. Çünkü Gandbhir, kurgudan ziyade gerçeğe güveniyor. Görüntülerin titrek yapısı, kameranın düşük açısı, zaman zaman yüzleri tam göstermemesi derken, tümü belgeselin duygusal yoğunluğunu artırıyor. İzleyici, bir suçun sadece sonucuna değil, sürecin insani karmaşasına da tanık oluyor.

Ayrıca film, polis teşkilatının da tek boyutlu kötü figürler olarak gösterilmemesiyle dikkat çekiyor. Bazı sahnelerde, polislerin durumu yatıştırmak için gösterdiği çaba, sistemin bireyleri kadar karmaşık olduğunu hatırlatıyor. Tam da bu noktada Gandbhir, insanın ve kurumun sınırlarını aynı anda sorguluyor.

Eğer toparlayacak olursak, The Perfect Neighbor artık belgesellere çok kez konu olan sıradan bir cinayetin hikâyesi değil; Amerika’nın aynaya baktığında görmek istemediği yüzünün belgesi. Korkunun, önyargının ve yasaların birbirine karıştığı bir toplumda, kamera en güvenilmez ama en dürüst tanık haline geliyor. Gandbhir’in filmi, bu tanıklığın hem soğukluğunu hem de zorunluluğunu mükemmel bir biçimde kayda geçiriyor. Karşımızda son yılların en iyi ve en çarpıcı belgesellerinden biri var.


Ferit Doğan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Youtube, X ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.

Monster: The Ed Gein Story: Delilik ve Merhametin Kesişimi

Ballad of a Small Player: Bir Kumarbazın Sıra Dışı Hikayesi

Ferit Doğan
Yüksek Lisans öğrencisi (Radyo, Televizyon ve Sinema). Film eleştirmeni. Senaryo yazarı. Yönetmen.

Orphan: Bizi Biz Yapan İnançlar

önceki yazı

The Baltimorons: Kayıp Ruhların Romantizmi

sonraki yazı

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

Bunlar da ilginizi çekebilir