
Death Stranding 2: On the Beach
Hideo Kojima gerçekten garip bir adam. Metal Gear Solid gibi aksiyon tarihinin en iyi oyun serilerinden birisine imza atmışken, 2019 yılında Death Stranding adında bir “kargoculuk” oyunu yayınladı. İyisi kötüsü tartışılır, ki ben ilk oyunu beğenen taraftayım. Ancak Kojima, bu yola “Strand” adını verdiği yeni bir oyun türü üretmek için çıktığını söyledi. Strand türü ise oyuncuların birbirleriyle dolaylı olarak etkileşime geçerek iş birliği yaptığı, bağ kurma ve yalnızlık temalarını işleyen etkileşim odaklı bir oyun türü. Tür her ne kadar herkese hitap etmiyor olsa da, vadettiği şeyi doğru biçimde yapıyordu. Zaten Death Stranding 2: On the Beach çıkana kadar tek bir örneği vardı.
2022 yılında Game Awards sırasında Death Stranding 2: On the Beach duyuruldu. İlk oyunun benim için en güzel tarafı, Low Roar‘un müzikleri eşliğinde güzel manzaraları izleyerek dağ tepe gezmekti. Bir yandan da hiç bilmediğim bir evrenin hikayesini keşfediyordum. Kojima‘nın ikinci oyunda aynı motivasyonu oyunculara tekrardan nasıl verebileceğini gerçekten merak ediyordum. En sonunda oyunun çıkış tarihi geldi çattı. Arakat Mag olarak PlayStation Türkiye‘nin sağladığı kod ile oyuna erişme fırsatı bulduk. Bakalım sektörün delisi Kojima‘nın yeni oyunu Death Stranding 2: On the Beach nasıl olmuş?
Yazıda hikayenin sadece prologue bölümüne dair spoiler var. Onun haricinde hikaye spoiler‘ı yer almıyor.
11 Ay Sonra
Death Stranding 2: On the Beach, 11 aylık bir zaman atlamasının ardından aslında direkt olarak ilk oyuna bağlanıyor. Sam (Norman Reedus), Lou ile bir sığınakta huzurlu bir hayat sürüyor. Tüm Amerika’yı birbirine bağladıktan sonra Meksika sınırına yerleşen bu ikilinin hayatı, Fragile’ın (Léa Seydoux) gelişi ile ciddi şekilde değişiyor. Fragile, bu sefer de Meksika’nın kiral ağa bağlanması gerektiğini Sam’e söyler ve o da görevi kabul eder. Fakat sonrasında beklenmedik ve üzücü olayların yaşanması ile hem Sam’in hem de Fragile’ın hayatları değişir. Bu durum, aslında hikayeye girebilmek için her ne kadar güçlü bir motivasyon olsa da, işin kargoculuk tarafındaki motivasyonunu yakalamakta başlarda biraz zorlandım.
Bana göre ilk oyunun en iyi taraflarından birisi, hiç bilmediğimiz gizemli bir dünyaya gitmemizdi. Dünya neden bu halde? Ölüm Kıyısı ve Bağ Bebek ne demek? Bu tarz sorular ve daha niceleri, oyunun sonuna kadar oyuncuda merak unsurunu hep yukarılarda tutuyordu. Aslında şu anda internete “Death Stranding’in hikayesi ne?” yazıp hikayesini okusanız oldukça basit görünen, kavraması kolay bir hikaye ile karşılaşırsınız. Fakat Kojima‘nın anlatım tercihleri, uzun sinematikler ve ufak bir olayı bile uzun bir zamana yayarak anlatması, bazen hikayeyi takip etmeyi zorlaştırabiliyor. Yine de evren ve hikayenin kendisi, kargo taşımak için oyuncuya bir motivasyon sağlıyordu.
Death Stranding 2: On the Beach ise her ne kadar çok iyi bir hikaye anlatıyor olsa da, o kargo taşıma motivasyonunu tekrardan vermekte oldukça zorlanıyor. Zaten iddialı bir oyun türü ile karşı karşıyayız. Özellikle ilk oyunu çok sevemediyseniz bu oyuna da girmek sizin için zor olacaktır. Oyun, neredeyse aynı formülü Meksika ve Avustralya’da deniyor. Çoğu gizemi çözülmüş bir evrende aynı işlere tekrardan girişmek, o yüzden başlarda biraz zor hissettiriyor. Fakat Kojima, oyun boyunca Lou ve Sam üzerinden ölüm ve ölüme karşı olan bakışı oyuncuya sorgulatıyor.
Yeni Karakterler Hikayeyi Genişletiyor
Kojima büyük isimlerle çalışmayı oldukça seviyor. İlk oyunda gördüğünüz isimlerin büyük olduğunu düşünüyorsanız burada kadroya çok daha fazlası ekleniyor. George Miller, Elle Fanning ve Fatih Akın‘ın karakterleri, hikayenin genişlemesine oldukça katkı sunuyor. İlk oyunda da yer alan Troy Baker, Norman Reedus ve Léa Seydoux ise inanılmaz performanslar sergilemeye devam ediyor. Saydığım tüm isimlerin performansları üst düzeyde. Modellemeler gerçek gibi hissettiriyor ve ortada ciddi bir oyunculuk performansı var.
Fatih Akın‘ın karakteri Dollman, oyundaki en büyük yoldaşımız. Gerek uzun yollarda Sam ile sohbet etmesi için gerekse zorlu düşman bölgelerini taramak için kendisini kullanabiliyoruz. Oyundaki eğlence yükünü ciddi derecede Dollman çekiyor. Diğer karakterler ise ilk oyundaki yan karakterler kadar derin hissettirmiyor olsa da, misyonumuz için yardımcı olan önemli karakterler olduklarını söylemek gerek. Kendilerinin geçmişlerini, güçlerini keşfetmek keyifliydi. İsimlerini gidişatı belli etmemek adına bilerek söylemedim. Fakat birkaç yan karakterin hikayeye yönelik bağlantısı oldukça hoşuma gitti.
Eğer “Çayır çimen gezip dağları tepeleri aşarken bir yandan da hikayeyi keyifle takip edebilirim.” diyorsanız, oyunun sizi üzeceğini kesinlikle düşünmüyorum. Dediğim gibi ilk oyun ile çok benzer bir formül üzerine kurulan Death Stranding 2: On the Beach, birkaç mekanik eklemesi ve atmosfer değişimi haricinde size benzer bir deneyim yaşatacaktır. Ancak aynı şeyleri tekrardan yaptığınızı düşünüyor olmak ve beklenen sıçramayı görememiş olmak da gayet olası, ki ben kendimi bu tarafta görüyorum. Bu ifadeden oyunun kötü bir yapım olduğu anlaşılmasın. Sadece beklediğim kadar yoğun bir emek göremedim ve bana biraz tembel işi gibi hissettirdi.
Yeni Mekanikler ve Oynanış Değişiklikleri
Oyuna her ne kadar yeni mekanik, silah ve doğa olayı gibi şeyler eklenmiş olsa da, kargo taşımak bence kolaylaşmış. İlk oyundaki “Aman kargoma bir şey olacak!” stresini bu oyunda çok az yaşadım. Bu durum, oyunun biraz daha aksiyon tarafına ağırlık verip kargoculuk olayından uzaklaşmasından da kaynaklanıyor olabilir. Ama açıkçası ben o gerginliği seviyordum. Genel olarak temel döngü, yine o an bulunduğumuz üsten bir kargo aldıktan sonra yeni bir yere taşıyıp orayı kiral ağa bağlamak üzerine kurulu. Oynanış tarafındaki en büyük değişiklik, aslında gizlilik ve silahlı aksiyon anlamında. Oyun bu noktada her ne kadar Metal Gear Solid‘e benzemeye çalışıyor olsa da, yapay zekanın yetersizliğinden dolayı çok başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim. Mesela bir kamp bölgesinde bayılttığım bir adamın üzerine kuleden ışık tutuldu ama bedeni fark edilmedi. Her ne kadar yarım bir oyun olsa da, hala en iyi aksiyon-gizlilik oyunlarından birisi olarak gösterilen Metal Gear Solid V: The Phantom Pain gibi bir oyun yapmış Kojima‘nın bu tarz basit şeyleri atlaması açıkçası canımı sıktı.
Biliyorsunuz ki, Death Stranding evreninde birilerini öldürmek -cesedin nükleer bombaya dönüşmesi gibi- ciddi sıkıntılar yaratıyor. O yüzden ilk oyundaki çatışmalarımız hep sınırlı düzeyde kalmıştı. İkinci oyun, bu sıkıntıyı aşarak düşmanlar ile çatışabilmemizi sağlayan özel mermiler ile gelip oyuna ciddi bir aksiyon katmış. Oyuna bir sürü çeşitte silah ve ekipman eklenmiş. Bunların yanı sıra, farklı düşman tipleri de oyuna gerginlik katan unsurlardan olmuş. Fragmanlarda gördüğümüz robot varlıklar oldukça güçlü ve ciddi sıkıntılar çıkarabiliyor. Boss savaşları ise ilk oyundakiler ile genel olarak benzerlik gösteriyor olsa da, ölçekleri biraz daha büyük hissettiriyor. Ama Sam’in hantallığından kaynaklanan zorluk, halen burada da devam ediyor.
Öte yandan, araç tekerleği ilk oyuna göre değiştirilip güzelleştirilmiş. İşlerimizi artık daha pratik bir şekilde halledebiliyoruz. Oyun, sürülebilir araçları da erkenden oyuncuya veriyor. Araç her ne kadar erken veriliyor olsa da, ben yayan bir şekilde etrafı keşfetmeyi daha çok seviyorum. Ama aracımın içine gerekli malzemeleri doldurup, sonrasında gönül belediyeciliği işine girip yol yapmanın tadı da bir başka. Sonrasında o beğenilerin size yağmasını izlemek ayrı bir motive ediyor. Bu yüzden bağlantı teması hala ön planda ve oyuncuyu motive etmek için kullanılıyor.
İlgi Çekici Dünya Tasviri
İlk oyunun da dünyası oldukça ilgi çekiciydi fakat ikinci oyunda ölçek iyice büyümüş. Gezdiğimiz her bir dağ, tepe, arazi çok özenilerek tasarlanmış. Düşman bölgelerinin sayısı arttırılmış ve bölgeler büyütülmüş. Çöller, ormanlar ve karlı tepeler hem görsel açıdan hem de oynanış açısından oyuna oldukça fazla şey katmış. Aynı zamanda çeşitli doğa olaylarına da denk gelebiliyoruz. Bunlar da bizim ilerleyişimizi zorlaştırmak için konan rastgele olaylar. Açıkçası bana pek zorluk çıkarmadılar ama ilk karşılaştığımda hoşuma gitmişti. Deprem, sel, yangın ve çığ gibi çeşitli doğa olaylarına denk gelebiliyoruz.
Keşke sadece bir üstte durmak yerine etrafta gezinen düşman gruplarına da denk gelebilseydik. O açıdan dünya biraz boş hissettiriyor. Ama görsel olarak fazlasıyla dolu olması, bazen bu açığı kapatabiliyor. Aynı zamanda diğer oyuncuların ve sizlerin yapısı ile oyun dünyasının boşluğu bir nebze kapanabiliyor.
Oyunda çoğu kez güzel bir manzara karşısında Sam’i yere oturtup ekranı izlediğim oldu. Woodkid‘in ve çeşitli sanatçıların müzikleri de atmosferi besleyici şekilde çok güzel kullanılmış. Müzikleri yine ilk oyundaki gibi çok beğendim. Tabii dünyanın bu kadar iyi görünmesinin sebeplerinden birisi tasarımı olsa da, arkasında çok büyük bir teknik başarı da yatmakta.
Teknik Anlamda Jenerasyonun En İyisi
Oyunu iyi ya da kötü bulun fark etmez; Death Stranding 2: On the Beach‘e teknik anlamda laf etmek imkansız. Çünkü bu, yeni jenerasyonun gücünü en iyi kullanan oyun. Guerrilla Games‘in elinden çıkan Decima Engine sayesinde fotorealistik görüntüler eşliğinde kargomuzu taşıyoruz. Oyunda neredeyse hiç yükleme ekranı yok. Ana menüden continue tuşuna bastıktan sonra oyunun açılması, neredeyse bir saniye bile sürmüyor. Bu kadar büyük ölçekli ve güzel görünen bir oyunda bunları başarabilmek gerçekten inanılmaz.
Karakter mimikleri ve animasyonları, inanılmaz derecede doğal hissettiriyor. Hatta daha düşük fps‘e sahip Dollman karakteri bile bu kadar akıcı bir dünyada çok güzel görünüyor. Ben Death Stranding 2: On the Beach‘i PS5’te ve performans modunda oynadım. Hiçbir sıkıntı yaşamadan, donmadan veya kasmadan sorunsuz bir şekilde deneyim edebildim. DualSense ise oldukça iyi çalışıyor. Kontrolcü, karakterin yürüdüğü her bir zemini hissetmenizi sağlarken, uyarlanabilir tetikler ve sesler ile deneyiminizi bir tık daha yukarı çekmeye yardımcı oluyor. Death Stranding 2: On the Beach, teknik anlamda gerçekten muazzam bir iş.
Sonuç
Şimdi diyeceksiniz ki, “Oyunu pek gömdüğün yer yok. O zaman neden 7.5 puan verdin?” Death Stranding 2: On the Beach kesinlikle kötü bir yapım değil zaten, hatta oldukça iyi bir oyun. Fakat ben ilk Death Stranding‘in üzerine eklenmiş yeterince fazla şey bulamadım. Strand türü halen benzersiz bir deneyim ve oynadığım oyundan ciddi derecede keyif aldım. Kojima, ilk oyunun üzerine inşa edilen temeli iyi kullanıp üzerine çok az da olsa kat çıkabiliyor. Ama işte bu benim beklediğim çıkış olamadı ne yazık ki.
Death Stranding‘i severek oynayan herkesin Death Stranding 2: On the Beach‘i seveceğini düşünüyorum. Dağ tepe gezerken güzel manzaralar seyredip bir yandan da hikayeyi takip ederek yaklaşık 50 saate yakın bir deneyim yaşayabilirsiniz. Ama yine de Kojima‘nın artık deli işlerinden biraz uzaklaşıp eski günlerine geri dönmesini istiyorum. Death Stranding halen mainstream bir oyun değil, fakat ne oynayacağını bilen insanların kesinlikle deneyim etmesi gereken bir tecrübe. PlayStation Türkiye‘ye tekrardan bizlere sağladıkları kod için teşekkür ediyorum. Bir sonraki oyun incelememizde görüşmek üzere.
Poyraz Akyol‘un diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar