Geçtiğimiz sene Poor Things ile kariyerinin en ses getiren filmine imza atan Yorgos Lanthimos, hiç ara vermeden Kinds of Kindness ile geri döndü. 77. Cannes Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan filme dair eleştiriler ise karışık olsa da genel anlamda olumluydu. Çoğu insana göre ise bu film Lanthimos‘un özüne dönmesiydi. Dogtooth, Alpeis, The Lobster, The Killing of a Sacred Deer ve Nimic‘in ardından altıncı kez bir araya geldiği Efthimis Filippou ile birlikte senaryoyu yazan Lanthimos, çok zorlayıcı ama oldukça da sürükleyici bir film ile karşımıza çıktı.
Lanthimos‘un birçok kez beraber çalıştığı ve çalışmaya da devam edeceği Emma Stone‘un yanı sıra Jesse Plemons, Willem Dafoe, Margaret Qualley, Hong Chau, Joe Alwyn, Mamoudou Athie ve Hunter Schafer‘ın rol aldığı Kinds of Kindness, absürt bir kara komedi olmasının yanı sıra, üç farklı hikayeden oluşan antolojik film olarak karşımıza çıkıyor. Jesse Plemons‘un Cannes’dan “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü kazanarak döndüğü film, bu haftadan itibaren ülkemizde vizyona girecek.
Hegel’in Efendi-Köle Diyalektiği
Lanthimos, üç farklı hikaye anlattığı Kinds of Kindness ile tek noktaya varıyor: nazik bireyleri zalimliğe sürükleyen etmenler. Bu kez merkezde insanlığın ruhani arayışı, cinsel açlığı, kontrol manyaklığı, karanlık fantezileri ve kehanet takıntısı var. Hikayenin oluşumu ise Hegel‘in efendi-köle diyalektiğine dayanıyor. Yani birbirinin bağımsızlığını tanıması için mücadeleye giren karakterler izliyoruz. Böylece güvene dayalı bağımlılık paradoksu ile bağlı kalmadan kişisel özgürleşme çabası karşı karşıya geliyor.
Hegel‘in efendi-köle diyalektiğine ufak bir inecek olursak, insan bilincinin kendini tanıma sürecini ve toplumsal ilişkilerin doğasını açıklayan önemli bir felsefi kavram olarak söylenebilir. Kinds of Kindness içerisinde göreceğimiz diyalektiği şöyle açabiliriz: Kendini tanımak ve kabul görülmek ekseninde doğan insan bilincinin tanınma arzusu, bu tanınma arzusunun çatışmaya yol açmasından doğan, iki bilincin karşı karşıya geldiği mücadeleden oluşan, birbirine üstünlük sağlamaya çalışan efendi-köle ilişkisi ve iki tarafın da birbirine ihtiyaç duyduğu, ancak bu ihtiyacın tarafların bağımsızlık arzularıyla çeliştiği güvene dayalı bağımlılık paradoksu.
Bölüm 1: “RMF’nin Ölümü”
Robert Fletcher, baskıcı patronu Raymond ve sevgilisi tarafından kendisine verilen her emri yerine getiren bir köle gibidir. Raymond, Robert’ın hayatının her yönünü kontrol eder, buna Robert’ı eşi Sarah ile tanıştırmak ve çocuk sahibi olamayacaklarından emin olmak da dahildir. Bir gün, Raymond Robert’a belirli bir kavşakta arabasını çarpıp sadece baş harfleri RMF olarak bilinen ve gönüllü olarak ölmeyi kabul eden bir adamı öldürmesini emreder. İlk başta başarısız olduktan sonra Robert, böyle bir eylemde bulunmaya kesinlikle isteksiz olduğunu itiraf eder, ancak Raymond sert bir şekilde bunun yapılması gerektiğinde ısrar eder. Reddettikten sonra ise Robert’ın hayatı altüst olmaya başlar.
Robert’ın uzun zamandır patronu ile kurduğu efendi-köle ilişkisinin ahlaki açıdan onu zorlayacak kısma gelmesi kendisi için oldukça zorlayıcı olacaktır. İki taraf için de tatmin edici olan bu ilişkinin temeline bakıldığında hem efendinin, hem de kölenin bağımlılığına inmek gerekiyor. Raymond, “efendi” olarak kölenin kendisini tanımasına ihtiyaç duyuyor. Çünkü bu tanınma olmadan, kendi bilincini tam anlamıyla geliştiremez ve kendini tanıyamaz. Aynı zamanda Raymond, patron olmanın ağırlığını taşısa da, köleye hükmetmesine rağmen, kölenin çalışmasına ve üretimine bağımlıdır. Çünkü köle olmadan efendi, ihtiyaçlarını karşılayamaz ve gücünü sürdüremez. Aslında Raymond’ın köle olarak gördüğü Robert’ın tek bir itirazını dahi kabul etmemesi bu şekilde ortaya çıkıyor.
Robert ise “köle” olarak başlangıçta efendinin iradesine boyun eğmek zorunda kalır ve onun emirlerini yerine getirir. Bu belli bir yere kadar tatminkarlık sağlar. Fakat bu durum bir noktada kölenin özgürlüğünü kısıtlar. Ancak Robert köle olarak çalışırken ve üretirken kendi bilincini ve yeteneklerini de geliştirir. Böylece Robert, bağımsızlığı için savaşmaya ve kendi değerini fark etmeye başlar. Fakat bu bir noktadan sonra hayatını sıkıcı bir döngüye çevirir. Robert’ın “köleliği” istek değil, ihtiyaç haline gelir.
Lanthimos‘un “efendi-köle” anlayışını “işveren ve çalışan” olarak oluşturduğu ilk bölümde işverenin, çalışanların emeğine ihtiyaç duymasını ve tanınma isteğini görürüz. Çalışanlar ise işverene bağımlı olmaktadır. Fakat çalışarak ve yeteneklerini geliştirerek bağımsızlıklarını da artırabilecek zekaya da ulaşabilmektedirler. Lanthimos‘un bu hikayede olduğu gibi, diğer iki hikayede de karşımıza çıkacak olan “nezaketten zalimliğe geçiş süreci”, bu bölümde Robert üzerinden ele alınıyor ve karakterinin dönüşümü tamamlanıyor.
Bölüm 2: “RMF Uçuyor”
Polis memuru Daniel, denizde kaybolan deniz biyoloğu eşi Liz’in yasını tutarken, RMF tarafından kullanılan bir helikopterle kurtarıldığı haberini alır. Liz mucizevi bir şekilde Daniel’e geri döner, ancak onunla ilgili birçok şey gariptir; davranışları ve ilgi alanları eskisi gibi değildir ve ayakları artık ayakkabılarına uymamaktır. Bu da Daniel’in ondan şüphelenmesine yol açmıştır. Liz’e olan takıntısı ve paranoyası artarken, Daniel iyice kendi içine çekilmiştir ve acımasız biri olmaya başlamıştır. Liz ve Daniel çiftinin, yakın arkadaşları Martha ve Neil ile olan açık ilişkileri, birbirleri ile olan seks hayatları ise artık bitmiştir.
Bu hikayenin olay örgüsüne bakıldığında aslında ilk olarak Liz’in babasına denizde kaybolmuşken gördüğü bir rüyayı anlatmasına inebiliriz. Liz’in rüyasında köpekler baskın türdür ve Liz gibi insanları evcil hayvan olarak tutmaktadır. Liz, bu rüyanın etkisi ile birlikte her gün tükenen bir şeyden ziyade, sürekli olarak mevcut olan bir şeye güvenmenin daha iyi olduğu sonucuna varır. Yani özgür bir ruh olan, dünyayı görmek isteyen Liz’in yaşadığı bu kötü deneyim, ölüm ile yüzleşmesi onu bağımlılık paradoksundan koparır. İki taraf arasında bağımlılık ilişkisi olduğunda ortaya çıkan ve tarafların hem birbirine ihtiyaç duyduğu, hem de bağımsızlıklarını korumak istedikleri bağımlılık paradoksu, yerini “efendi-köle” ilişkisine bırakır. Bunda Daniel’ın yaşadığı paranoya en önemli etkendir.
Liz’in yaşadığı kötü deneyim, haliyle onda ufak değişikliklere yol açmıştır. Psikolojik olarak iyi değildir ve davranışları değişmiştir. Martha ve Neil bu durumu anlayışla karşılasa da, Daniel bu durumu asla kabullenmez. Daniel için evine gelen Liz, ajan veya robot gibidir, gerçek Liz ise ortalıkta yoktur. Daniel’ın bu ruh halini “kontrolcü” olmasından görmek mümkündür. Yani Daniel’ın Liz’in eski hali üzerine olan alışkanlığı, onu özlemden çok kontrole itmektedir. Liz geçmişte nasılsa, onu takıntı haline getirmektedir.
Daniel artık eve gelen “yeni Liz” için efendi konumundadır. Liz ise çaresizce “köle” konumuna geçmiştir. Bu noktada Lanthimos, izleyicilere Liz’in Daniel’ın büründüğü zalimlik kaybolana kadar, eski nezaketi geri gelene dek savaşmaya hazır olduğunu göstermektedir. Lanthimos‘un paranoyak davranışlara dayalı kontrolcü toksik ilişkiyi ele aldığı ikinci bölüm, insanların geçirdiği değişimlerin çiftler arasında yol açtığı geri dönülemez zararları oldukça rahatsız edici biçimde aktarıyor.
Bölüm 3: “RMF Bir Sandviç Yiyor”
Emily ve Andrew, ölüleri canlandırma yeteneğine sahip bir kadın arayan iki tarikat üyesidir. Anna adında bir adayı incelerler ancak Anna’nın başarısız olduğunu görürler. Emily, yabancılaştığı kocası Joseph ve kızlarına gizlice düzenli ziyaretler yapar. Daha sonra ise Emily merkezde, tarikat lideri Omi ve Andrew’a başka bir olası aday hakkında bilgi verir, ancak onlar bu kadının çoktan ölmüş olduğunu öğrenirler. Emily, aradıkları kadının kendisine bir rüyasında göründüğüne inanır. Emily ve Andrew bir restoranda yemek yerken, Emily’nin rüyasında gördüğü kadına benzeyen Rebecca adında bir kadın yanlarına yaklaşır ve kim olduklarını bildiğini söyler. İkiz kız kardeşi Ruth’un mükemmel bir aday olabileceğini söyler. Andrew ise adayın ikizinin ölmüş olması gerekliliğinden birinin karşılanmadığını söyleyerek bunu önemsemez.
Bu hikayede tarikat lideri Omi ve Aka’nın kaldığı yeri Epstein‘ın “seks adasına” benzetmek mümkündür. Epstein‘ın adada reşit olmayan genç kızları cinsel istismara maruz bıraktığı, suç ortakları ve müşterilerinin kimlikleri ortaya çıkmasın diye burada ağırladığı biliniyordu. Filmde ise Omi ve Aka, onlara hizmet veren müşterilerle özel olarak ilgilenmekte ve bu müşterilerin kendileri dışında kimseyle cinsel ilişkiye girmesini istememektedir. Eğer girerlerse “kirlenmiş” olarak görülmektedirler. Emily ve Andrew gibi üyeler ise bu yerde “ruhsal arınmayı” sağlamaktadırlar. Yine bir nevi tarikat içerisinde “efendi-köle” anlayışı geçmektedir.
Emily’nin ölülerin uyanabileceğine dair olan inancı ve kehanete olan bağlılığını ise onu zalimleştiren en önemli etken olarak görmek mümkündür. Emily sadece aile ilişkisinden kopmamış, kendi düzenli hayatını da bir tarikat uğruna geride bırakmıştır. Kişisel olarak özgürlüğe değil, ruhani arınmaya ve amaçları doğrultusunda tutkularını yerine getirme ihtiyacı vardır. Yani bu bölümde Emily’nin içsel olarak temizlenme, manevi huzura ve dengeye ulaşması süreci, kehanete olan bağlılığı ile eş değerde ilerlemektedir.
Son bölümde spiritüel gelenekleri ön plana çıkaran Lanthimos, gelecekteki olayların önceden bildirilmesi veya tahmin edilmesi anlamına gelen kehaneti, Emily ile bir hale getirmektedir. Antik Mısır, Yunan Mitolojisi ve daha birçok dini inançta yer alan “ölülerin uyanması” teması, bu sefer karşımıza ölü bir karakter olarak çıkan RMF’in bedenini diriltme çabası üzerinden görülmektedir. Lanthimos, son bölümde de karakterleri “gerekli zalimliğe” sürükleyen etmenleri göstermeye devam ederken, insan doğasının en karanlık köşelerine adım atmaktan çekinmiyor.
Zorlayıcı Olduğu Kadar Sürükleyici Bir Lanthimos Filmi
İnce bir tematik bağlantıya sahip üç hikaye, Lanthimos‘un geniş hayal gücünde yaklaşık 3 saat süren, zorlayıcı olduğu kadar sürükleyici bir yolculuk sunuyor. Manipülatiflik, itaatkarlık ve özgür irade gibi temaların ön plana çıktığı Kinds of Kindness‘ın her hikayesinde Lanthimos güç dinamikleri ve aile yapıları açısından kontrolün farklı bir yönünü inceliyor. Lanthimos, üç hikayenin sonunda ise şuna vurgu yapıyor: Sizi kurtarabilecek bir Mesih, hiçbir dış güç yok. Sizi kurtarabilecek tek kişi sizsiniz. Sadece Mesih’inizin siz olduğunu anlayacak kadar kendinize inanmalısınız. Çünkü en büyük güç, kendinizde bulacak olacak büyük iradenizdir. Çünkü sonuç olarak hepimiz sadece hayatta kalmaya ve bir tür anlam bulmaya çalışıyoruz. Hepimiz için gelecek kaçınılmaz sonun acısını hafifletebilecek olan ise bir tür nezakettir.
Filmin en büyük güçlerinden biri ise Jerskin Fendrix‘in müziği. Çünkü filmin atmosferine büyük katkıda bulunuyor. Minimalist müzik kullanımı, filmdeki gerginliği ve rahatsız edici atmosferi iyice artırıyor. Bu sahnelerin izleyici üzerindeki etkisini ise baskın hale getiriyor. Oyuncu performanslarının da kusursuz olduğu Kinds of Kindness‘da bu sayede karakterin gerçekçiliği ve inandırıcılığı artıyor. Bu noktada Lanthimos‘un absürt zihninin sağladığı hikayelerin gerçeküstü tarafı izleyici üzerinde hafifliyor ve hikayede yaşananların yoğunluğu hissel olarak da artıyor.
Ayrıca 2.39:1 ile anamorfik geniş ekran formatında çekilen Kinds of Kindness‘da, Robbie Ryan‘ın sinematografisi bütün karakterlerin aurasının sahneyi doldurmasına olanak tanıyor. Böylece sinematik hikaye anlatımı güçleniyor. Lanthimos ayrıca filmin ihtiyacı olan huzursuzluk veya kopukluk ihtiyacını da karşılıyor ve uzun, durağan çekimlerin içinde hem hareketliliğe, hem de karakterizasyona alan açıyor.
Ferit Doğan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Twitter, Instagram, Discord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar