Ürkütücü Gerçekleri Parlatmak
Yorgos Lanthimos; yalnızlık, pişmanlık, dışlanmışlık gibi bahsedilmesi zor ve hatırlatılması rahatsız edici temalar ile modern masallar yaratıyor. Kör göze parmak ilerlemek yerine, “Yaraya herkes parmak basabilir, kabuğu kaldırmak gerek.” diyerek bizlere keyifli rahatsızlıklar sunuyor. Bunu oyunculuğun en sade, diyalogların dramatik anlatıdan sıyrılmış, renklerin hayat kadar solgun halleriyle anlatıyor ve yarattığı karakterlerin sıkıntılı anlarına yavaş yavaş kamerasını yaklaştırıyor. Sonra birden, ağzımız açık bir şekilde amaçlarını anlamaya çalıştığımız insanları toplumun içinde gündelik hayatta çalışırken gösteriyor.
Bu acı farkındalık, Yorgos‘un izleyicisine sunduğu en kuvvetli armağan. “Ne kadar farklı.” tarafından “Tıpkı bizler gibi.” tarafına geçebilmek. Yorgos‘un sosyopatlarını, her birinin kendince haklılığını, çaresizliğini, kısacası verdiği savaşı hasır altı edip, boyunlarına geçirdikleri kravatlarda kendimizden bir şeyler bulabilmek, işte bu Lanthimos‘un imzasıdır.
Kariyeri ve Ödülleri
Yorgos Lanthimos, gençliğinde tiyatro gruplarının videoları ve çeşitli reklam çekimleri ile değirmenini döndürürken, bir yandan deneysel hikayelerini kaleme alıyordu. Dogtooth ile Lanthimos‘un başarılı serüveni başladı. 2009 senesinde Cannes’da Belirli Bir Bakış Ödülü kazandı. Aynı zamanda Oscar Akademi Ödülleri’nde Yabancı Dilde En İyi Film Ödülü’ne aday oldu. Daha sonra Lobster, En İyi Özgün Senaryo dalında Oscar adayı olup, Cannes’da Jüri Ödülü’nü kazandırdı. İki sene sonra The Killing of a Sacred Deer, Altın Palmiye için yarıştı. Collin Farrell ve Nicole Kidman‘ın başrollerini paylaştığı film, En İyi Senaryo ödülünü aldı. Bu noktadan sonra yönetmen, Cannes’ın o tanıdık tonunu geride bıraktı. Lanthimos Avrupa sinemasının ayakları yere basan havası ile Hollywood’un rengarenk dünyasından melez bir anlatı yarattı.
The Favourite ile beklediği tepkiyi alamayan Yorgos Lanthimos, Poor Things‘e kadar yalnızca iki kısa film çekti. Üretkenliğiyle ün salmış yönetmenin bu dönemini “Zihni nadasa yatırmak” şeklinde değerlendirenler oldu. Bence bu döneme “Yorgos’un Kozası” demek çok daha doğru olur. Koza sürecinin ardından seyircileri ile ilk buluşmasında Yorgos cebinden Poor Things‘i çıkardı. Hikaye, 1992’de Alasdair Gray‘in kaleme aldığı aynı isimli romandan uyarlama. Gray, sanki hikayeyi Yorgos Lanthimos‘un siparişi üzerine kaleme almış. Adeta Lanthimos için biçilmiş kaftan olan Poor Things, 2023 senesinin en çok konuşulan filmlerinden biriydi. On bir dalda Oscar adaylığı alıp, dört Oscar sahibi oldu. Uzun bir sürenin ardından dişine kan değen Yorgos, hiç vakit kaybetmeden bir sonraki filmi Kinds of Kindness‘ı hazırladı. 5 Temmuz’da sinemalarda seyircisi ile buluşacak filmin başrollerinde The Favourite ve Poor Things‘de beraber çalıştığı Emma Stone, usta oyuncu Willem Dafoe ve Jesse Plemons yer alıyor.
Lanthimos’un Sineması
Yorgos‘un imzasını ayırt etmek için, kariyerinin başında kaleme alıp yönettiği filmleri izlemek gerek. Tutkulu bir biçimde, görebileceğiniz en özgün hikayeleri, tarzından asla ödün vermeden sunduğu dönemlerden bahsediyorum. Cannes’ın o kasvetli diliyle, Akdeniz sosyolojisine eleştirel bakışını harmanladığı üç eser. Yeni başlayanlar için hafiften ağıra doğru ilerleyeceğim.
The Killing of a Sacred Deer (2017)
İzlerken evrenin gerçekliğini bir an olsun garipsemeyeceksiniz. Yorgos Lanthimos, sunumdaki basit tercihleriyle, yarattığı fantastik dünyayı makul ve tanıdık kılıyor. Filmin bana göre en büyük artısı kadrosu. Filmin oyuncu seçimlerinden sorumlu kişi Francine Maisler; 12 Years a Slave, Birdman, Challengers, Dune: Part II gibi başarılı filmlerinde de görev almış. Özellikle Barry Keoghan‘ın kariyeri için dönüm noktası diyebiliriz. Hikaye kısaca babasının ölümünden doktorunu sorumlu tutan bir gencin, doktor ve ailesini lanetlemesi üzerine.
Dogtooth (2009)
Toplumun eğitimini, geleneklerini, kurallarını reddedip, kendilerini ve çocuklarını bunlardan soyutlayan ebeveynlerin hikayesi. Dış dünyaya karşı hissettikleri korkuyu dışa vuramayan yetişkinlerin, bu korkuyu çocuklarına empoze etmeleri ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Dogtooth orijinali uzak doğu sinemasına ait olsa da, Yorgos Lanthimos‘un elinde parlamış bir eser. Yönetmenin bana göre en başarılı filmi. Yalnızca Yorgos‘un sinemasında değil, globalde değerlendirsek de en kıymetli listelerde bulunması gerekir.
The Lobster (2015)
Yalnızlığın hak olmaktan çıktığı toplumda, yalnız ölmek için peşmerge hayatı yaşayanların hikayesi. Lobster, bildiğimizden çok farklı ama müşkülleri benzer bir toplumu anlatıyor. Yalnızlığın garipsendiği, eşsiz olmanın bir eksiklik kabul edildiği ve yalnızların toplanıp zorunlu eşleşme otellerine gönderildiği bir evrende geçiyor. Yorgos‘un, temelleri en karmaşık hikayesi olduğu için üçüncü olarak önerdim. Diğer iki filme nazaran, komedi unsurları da bulunduruyor. Tabi bu sizleri yanıltmasın, Lanthimos izlerken kanınızın çekilmesine sebep olacak anları asla ihmal etmiyor.
Mehmet Tezcan’ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Twitter, Instagram, Discord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar