Yeni yılın yaklaşmasıyla ABD’de Noel filmleri yavaş yavaş öne çıkmaya başlarken, The Baltimorons ilginç bir şekilde The Holdovers ile kurduğu akrabalık bağları sayesinde bu türdeki filmlerin arasından sıyrıldı. Tutunamayan karakterlerin kendileriyle bir yandan yüzleşirken, bir yandan da hayatlarına yön verme sürecine odaklanan yapım, sıcak ve samimi havasıyla seyircinin kalbine dokunmayı başarıyor.
Yönetmen Jay Duplass, iki kayıp ruhun peşinden giderek onların cesaret veren ve düşündüren hikayesinde seyircinin kendine yer bulmasına izin veriyor. Dramedi sularında seyreden bir hikaye anlatmak için yola çıkan yönetmen; bazı anlarda travmalardan mizah çıkarırken, bazı trajikomik durumlardan da “kendini iyi hisset” filmi doneleri yakalamayı başarıyor. Sezonu hedef alan filmler genelde belli bir dönemi irdelememizi sağlarken, The Baltimorons “sıkışmışlık duygusunun üstesinden gelmek” fikrinden ortaya ilaç gibi bir öykü çıkarıyor. Böylelikle, sezonluk filmlerin geçici etkisinden sıyrılıyor.
Duplass, filme biraz romantizm ögeleri ekleyerek klasik bir dostluk filminin ötesine geçmek için uğraşıyor. Son dönemin popüler konularından biri olan olgun kadın-genç erkek denklemini öne çıkartarak, romantizmin yaşının olmadığı ve ruh eşlerinin gerçekten var olduğu tezinden ilerliyor. İki yaralı kalbe sahip insanın, kendilerini cömertçe açarak birbirlerini iyileştirmeye çalıştıkları bu film, ister istemez herkesin sevebileceği bir ton yakalamayı başarıyor. Bazen defolu davranışlarından dolayı itici hale gelebilecek karakterlerini, çiftin uyumlu kimyaları sayesinde bir anlamda cevhere dönüştürüyor.
Sadece Cesur İnsanlar Hayatta Kalır
Filme adını veren The Baltimorons adı, size ilk başta pek anlamlı gelmeyebilir. Bu, Cliff (Michael Strassner) karakterinin stand-up gösterisine verdiği isimden geliyor. Baltimore’da yaşayıp bir aptal gibi hayatlarını devam ettiren ve içlerindeki potansiyeli keşfedemeyen insanların kendileriyle alay etmelerinden doğan bu metaforik anlam, bir anlamda filmin karakterlerini de tanımlıyor.
Bir diş hekimi olan Didi (Liz Larsen), hayatının olgunluk arifesinde pek çok kadın gibi kaderini kabullenip buna karşı savaşmayı bırakan bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Klasik bir “karakter yolculuğu” hikayesi eşliğinde kendilerini geliştirerek filmin sonunda Cliff ile beraber iki yeni insana dönüşüyorlar. Her sezon karşımıza böyle bir film sunulmasına rağmen, bu formül yıllar geçse de halen işliyor.
Toplumdaki insanların bu açıdan kendilerini özdeşleştireceği bu karakterler, seyircinin adeta bir yansıması niteliği taşıyor. Bu yüzden de karakterlerin daha kolay sevilmesi sağlanıyor. Sonuçta kimse yerinde sayan kişileri sevmez. Sadece hayatının sorumluluğunu alabilen insanlara karşı empati kurulur. The Baltimorons da bu karakter tasarımını oldukça iyi sunuyor.
Eski Filmlerin Havasını Özleyenlere
Görüntü yönetmeni Jonathan Bregel‘in seyircide ekstra bir etki yaratmak için kullandığı yakın planlar, akıllıca bir estetik yaratarak seyircinin karakterlere bağlanmasını sağlıyor. Bu tercihler, cesur bir 70’ler estetiği yakalayarak o dönemin Noel kutlamalarına dair özlemi gideriyor ve seyirciyi zamanın dışında hissettiriyor.
Jordan Seigel‘in caz müziği ile uyum içindeki piyano, genellikle önde ve merkezde kullanılarak eski Hollywood döneminden Miramax tatil filmlerinin havasını yakalamayı başarıyor. Müzikler, bu tip filmleri özleyenler için ağızda lezzetli bir tat bırakıyor. Ama şunu da söylemek lazım: Bu lezzeti pek de abartmaya gerek yok. Karnınız boşken her yemeğin ayrı bir lezzeti vardır ama beklentiler yükselince aynı tadı alamazsınız. Bu durum, bir nevi tok karınla yemek yemeğe benzer. Bu yüzden de düşük beklentiyle izlendiğinde filmin verdiği keyif artacaktır.
Sonuç olarak, The Baltimorons yeni bir The Holdovers olamıyor, ama yine de o filmin uzaktan kuzeni olarak kabul edilebilir. En nihayetinde Duplass, Noel filmlerinin geleneksel süslerine güvenmek yerine, Noel’i Noel yapanın insanlar olduğunu anlatmaya çalışıyor. Film, “Her şeyi ne kadar iyi yaparsanız yapın, doğru insanların yanında değilseniz aslında doğru yerde değilsinizdir.” mesajını veriyor. The Baltimorons, “yalnız ruhların kendini bulma” filmi olarak amansız romantikler ve dramedi severler için biçilmiş kaftan.
Haktan Kaan İçel’in diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, X ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.





















Yorumlar