0

Dünya prömiyerini 80. Venedik Film Festivali’nde yapan Green Border son yılların en iyi savaş karşıtı filmi. Film, Venedik Film Festivali’nden başta Jüri Özel Ödülü olmak üzere 7 ödülle dönmüştü. Türkiye prömiyerini de 13. Suç ve Ceza Uluslararası Film Festivali’nde yaptı. Yönetmenliğini Agnieszka Holland’ın yaptığı filmin senaryosunu yönetmenle beraber Maciej Pisuk ve Gabriela Lazarkiewicz yazmışlar.

Agnieszka Holland’ı daha önce çektiği Europa Europa ile hatırlıyoruz. Yönetmeni En İyi Senaryo dalında Oscar adayı yapan Europa Europa, Yabancı Dilde En İyi Film Altın Küre Ödülü’nü de kazanmıştı. Yönetmenin bu filmden sonra belki de en iyi filmi yıllar sonra gelen Green Border oldu diyebilirim.

Green Border Film İnceleme Arakat Mag

Gerçekçi Bir İnsanlık Dramı

İzlediğim filmleri kabaca ikiye ayırıyorum: beni gerçeklikten koparanlar ve gerçekliğe daha çok yaklaştıranlar. Green Border, hiç şüphesiz izleyiciyi gerçekliğe sonuna kadar yaklaştıran bir film.

Green Border, Avrupa’da yaşanan bir mülteci krizini konu alıyor. Afrika, Asya, Orta Doğu ve Amerika’nın güneybatı sınırındaki benzer krizleri anlatır. Filme adını veren sınır Polonya ve Belarus arasındaki sınır. Film, işte bu sınırın drone çekimi ile açılır. Son derece yeşil bir ormanı yukarıdan görürüz. Ancak bu yeşillik uzun sürmez, kısa bir süre sonra film siyah beyaza döner. Film boyunca da bu siyah beyaz görüntü kullanımı devam eder. Henüz filmin ilk 30 saniyesinde bu sınırın çok da yeşil bir sınır olmadığını hemen anlarız.

İlk sekansta 2021’in sonlarında bir uçağın içindeyizdir. İnsanlar henüz maske takıyorlardır. Kamera birçok insanı yakın planda gösterir. Yolculardan bazıları uyurken bazıları heyecanla birbirleriyle konuşur. Kısa bir süre içinde bu insanların Suriye ve Afganistan gibi yerle bir olmuş bölgelerden gelen mülteciler olduklarını anlarız. Uçak iner, insanlar dışarı çıkar. Bir minibüs gelir ve insanlar bu minibüse doluşur. İnsanlar bu bölgeye en yakın Avrupa Birliği üyesi ülkeye girmeleri gerekliliğini konuşurlar. Bu ülke de Polonya’dır.

Kısa bir süre sonra yolcular sınıra kanunsuzca bırakıldıklarını anlarlar. Sınır, yarı bataklık ve dikenli tellerle dolu bir yerdir. Burada hayatta kalmak imkansızdır. Polonyalı askerler bu yolcuları tel duvarın ötesine geçirmemek için görevlidirler.

Green Border, bu ilk 10-15 dakikalık kısmında hızlıca bir çeşit “açlık oyunları” ritüeline dönüşüyor. Bataklık, dikenli tellerle çevrili, tehlikeli ve hiçbir yiyecek içeceğin olmadığı bu bölgede kim sınırı geçecek, kim geçemeden ölecek onu izliyoruz.

Green Border

Farklı Karakterler Üzerine Kurulu Bir Senaryo

Bazı filmler hikâyesini tek bir anlatı üzerine kurar. Bazılarıysa birden fazla hikâyeyi beraber olgunlaştırıp tek bir noktaya bağlar. Green Border, tek bir hikâye anlatıyor elbette ama bunu yaparken biraz farklı bir tarz uyguluyor.

Film, tek parçadan değil epizotlardan oluşuyor. Üstelik bu epizotlar eşit uzunlukta da değil. Sırasıyla “Aile”, “Sınır Muhafızı”, “Aktivistler” ve “Julia” olmak üzere dört ana epizot. Filmin hemen başında bahsedilen aile büyükbaba (Al Rashi Mohamad), onun oğlu Bashir (Jalal Altawil) ve Bashir’in de oğlu Nur (Taim Ajjan) gibi “büyük” karakterlerden oluşan bir aile. Burada üç kuşağın aynı anda göçmen olabileceğini hemen görüyor ve ikna oluyoruz. Olayların büyük bir kısmı bu aile üzerinden anlatılıyor.

Yine aynı uçakta bir de Leila (Behi Djanati Atai) isimli bir karakter var. Leila Polonya’da kalmayı düşünen bir Afgan. Gözlüklü ve kısa saçlı görüntüsüyle daha eğitimli birisi olduğu hemen belli oluyor. Leila’nın filme katkısı azımsanacak türden değil. Daha çok filmin merkezindeki aileye yardım etmesiyle hikâyeye destek veriyor. Çünkü o hem kendi başının çaresine bakabilecek hem de başkalarına yardım edebilecek olgunlukta birisi.

Yönetmen Holland’ın en iyi yaptığı şey olaylara dahil olan karakterlerin acelesizliği. Filme her 10-15 dakikada bir yeni karakter giriyor ve biz onu yavaş yavaş tanırken her haline tastamam ikna oluyoruz. Bunun en belirgin örnekleri de “Sınır Muhafızı” bölümünde dahil olan Jan (Tomasz Wlosok) ve “Aktivistler” bölümünde dahil olan psikolog Julia (Maja Ostaszewska) diyebilirim. Jan’ın karşı tarafta, Julia’nın ise aile ve Leila’dan tarafta konumlanarak hikâyeye katkıları çok büyük. Dahası tüm bu olayları -her ne kadar kurgusal olarak böyle değilse bile- her bir karakterin açısından ayrı ayrı izliyoruz diyebilirim. Film karakterlerin derinliği ve bu karakterlerin hikâyeye katkısı açısından oldukça iyi bir senaryoya sahip.

Green Border

Zorlayıcı Sahneler, “Kusurlu” Gerçeklik

Yazının başında Green Border için “savaş karşıtı” film dedim. Doğru tanımın bu olduğunu düşünüyorum, zira göçmenlik bir savaşın sonucudur. Bu sebepten filmi “savaş karşıtı” olarak tanımlamaya devam edeceğim.

Sinema tarihi boyunca özellikle Hollywood yapımı savaş ya da savaş karşıtı filmlerin belli bir kusuru olduğunu görüyorum: kusursuzluk. Yazının en başında değindiğim “gerçekliğe yaklaştıran/gerçeklikten koparan filmler” ifademe döneyim. Hollywood’ta kusursuz bir film ortaya koymayı ister ve bunun için çalışırlar. Oysa savaş başlı başına kusurlu bir şeydir. Yaralanmış bir kol ya da kopmuş bir bacak kusursuz olamaz. Rahatsız edicidir ve seyirci perdeye bakarken zorlamalıdır. İzleyiciye yabancılaşma duygusunu sonuna kadar hissettirmelidir. İşte Green Border tam da bunu yapıyor, izleyiciyi perdede tutmayı başarıyor ama onu rahatsız etmekten de geri durmuyor.

Sınırda kalmış bir grup göçmen ne kadar estetik makyajlarla görüntülenebilir ki? Bu konuda ilk aklıma gelen sahne büyükbabanın yaralı ayağını ayakkabısından çıkarırken yaşadığı acının gösterildiği sahne. Neredeyse tamamen yaralı olan ayak hiç de estetik bir makyaj olmadan seyirciye gösteriliyor ve seyirciyi rahatsız ediyor. Üstelik diğer pek çok zor sahnenin aksine kolay olmasına rağmen! Bunun gibi pek çok sahne var filmde. Bir sahnede gözlüğü düşen Leila’nın o gözlüğe ulaşmaya çalışması bile son derece rahatsız edici. Hele ki doğum yapmak üzere olan kadının sahneleri insanın huzurunu kaçıran türden.

Anlatmaya çalıştığım şey aslında çok basit. Bazen küçük bir taş ayakkabımıza girince bizi rahatsız eder de ayakkabıyı çıkarmak isteriz ya, işte onun gibi bir his. Genellikle Hollywood yapımı savaş filmlerinde onca çatışma sahnesine rağmen askerlerin botlarına küçük bir taş bile girmez. İşte izleyiciyi gerçeklikten koparan kusursuzluk bu. Agnieszka Holland, Green Border‘da başından sonuna kadar bu kusursuzluğu hiç önemsememiş aksine her saniyesi “kusurlu” olan çok gerçekçi sahneler çekmiş.

Green Border

İyi Filmleri Hatırlatıyor

Sinema tarihi daha iyisinin çekilmesi zor filmlerle doludur. Hatta bazı filmler öylesine iyidir ki o tür söz konusu olduğunda “o bir yana diğerleri bir yana” bile diyebiliriz. Savaş karşıtı filmler söz konusu olduğunda benim aklıma tek bir film gelir o da Come and See‘dir. Green Border’ın sarsıcı bir etkisinin olduğunu fark ettiğim ilk anda aklıma Come and See geldi. Bir de üzerine Nur gibi bir erkek çocuğunun hikâyenin merkezinde olması (ki ilerleyen dakikalarda o kadar da merkezde olmadığı anlaşılıyor) beni buna daha çok ikna etti.

Come and See, Elem Klimov’un savaşın psikolojik yanını ele aldığı olağanüstü filmi. Green Border da Agnieszka Holland’ın savaşın sonucu olarak mülteciliğin zorluklarını anlattığı olağanüstü filmi. Yukarıda da bahsettiğim ortaklıklar düşünülünce bu iki film arasında bağlantı kurmak çok da zor değil. Ancak Leila ve yanındaki birkaç kişinin bataklıkta yürüdüğü bir sahne var ki bu sahnede Holland’ın Klimov’a selam verdiğinden neredeyse eminim. Bu sahnenin benim (aşırı) yorumum olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Çünkü Come and See’deki bataklık sahnesi çok klasikleşmiş bir sahnedir ve tüm bataklık sahneleri az çok bu sahneyi anımsatır. Ancak bu filmdeki sahnenin, atıf yaptığı sahnenin ilerisine geçtiği bir durum var ki izlemesi gerçekten çok zor. Klostrofobi duygusunu bu kadar çok hissettiğim ve nefesimi tutarak izlediğim sahne sanırım çok azdır.

Green Border’ın bir başka güçlü atıf yaptığı film de Tarkovski’nin Ivan’s Childhood filmi. Tarkovski’nin filminde bulunan bir siperden karşıya geçerken sarılan iki kişinin olduğu ikonik sahnenin neredeyse aynısını bu filmde de görüyoruz. Özellikle iki filmin de siyah beyaz olması iyiden iyiye filmler arasında bir bağlantı kurmamızı sağlıyor. Ivan’s Childhood’u izlemiş birisinin bu sahnede bu filmi hatırlamaması çok zor.

Green Border sinema tarihinde, kendi türü içerisindeki iyi filmlere atıf yapmasıyla da saygıyı hak eden bir film.

Green Border

Teknik Açıdan Çok İyi

Tercihen siyah beyaz çekilen filmleri her zaman çok severim. Ancak bunun kolay bir tercih olmadığını ve hakkını vermenin zor olduğunu da söylemeliyim. Son 4-5 yılda Roma, Cold War, The Lighthouse gibi filmler beni bu konuda o kadar tatmin etmişti ki bu filmlerin üzerine çıkmak kolay değildi. Ancak artık Green Border bu filmlerle beraber anılmayı kesinlikle çok hak ediyor.

Teknik açıdan nasıl bir film olduğunu anlamak için görüntü yönetmeni Tomasz Naumiuk’un maharetleriyle başlayalım. Siyah beyaz bir filmde sahnelerin sıcak ya da soğukluğunu anlamak için sarı ya da mavi renkleri kullanamazsınız. Onun için işinizi daha kısıtlı imkanlarla ortaya koymak zorundasınızdır. Naumiuk, grinin tonlarında öyle bir geziniyor ki sınırda hayatta kalmaya çalışan insanların soğukluğunu çok rahatlıkla izliyoruz.

Görüntü kullanımı açısından oldukça olgun bir film izlediğimizi bir de tabii ki kamera kullanımından anlıyoruz. Kamera bazen hareketli kullanılarak çatışmaları hissetmemizi, bazen sabit kalarak olaylara soğukkanlı yaklaşmamızı sağlıyor. Karakterler bazen sorgudaymışçasına hikâyenin içindeki bir kameraya bakarak izleyiciyle göz göze geliyor. Bu da izleyiciyi bir mülteci ile göz göze gelmeye mecbur bırakıyor. Naumiuk, genel çerçevelere özen gösteriyor. Kamerayı uzaklara koyup birden fazla kargaşayı beraber göstermekten ve olaylara belirli bir mesafeden bakmayı önermekten geri kalmıyor. Bazen de kamera koşan bir karakterle (örneğin Bashir) uzun uzun koşuyor. Film boyunca olayların içine mi gireceğimizi, belli bir mesafeden mi izleyeceğimizi bilemeden filmi tamamlıyoruz. Bir de yukarıda da bahsettiğim başta bataklık sahnesi olmak üzere yer yer klostrofobi duygusunu oldukça yoğun hissettiren sahneler var. Filmin geneline bakacak olursak görüntü yönetmeni Naumiuk, çok iyi çalışmış.

Green Borderın bir diğer iyi çalışan teknik yanı da kurgusu. Filmin kurgu masasında oturan Pavel Hrdlicka belli ki tam bir tempo canavarı! 2.5 saatlik süresi boyunca böylesine bohem bir filmi ayakta tutabilmek, temposunu ve ritmini iyi koruyabilmek gerçekten hiç kolay değil. Hrdlicka bunu çok iyi başarmış bir kurgucu. Çok fazla kesmenin olmadığı ve plan sekansın bol olduğu bir film aslında Green Border. Teknik olarak kurgucuya çok iş düşmüyor gibi görünse de öyle değil. Bu uzun sahneler arasında bir hikâye örebilmek ve bunu yaparken izleyiciyi diri tutabilmek hiç kolay değil. Bu açıdan şüphesiz kurgu açısından da çok iyi bir film Green Border.

Green Border

Zamanla Değeri Daha İyi Anlaşılacak

Hikâyesinin politik oluşuna rağmen Green Border, bize insani açıdan bakmayı önermesiyle de çok iyi. Mültecilik ve göçmenlik bugün dünyada hala devam eden ve ne kadar ciddi bir sorun olduğu her geçen gün daha da anlaşılan bir konu. Bugün hala bu konuda iyi filmlerin çıkabiliyor olması ise sinema açısından oldukça umut verici.

Film, günümüzün en temel sorunlarından birine tam ortasından bakış atarak bize insan olma erdemlerini yeniden sorgulatıyor. 2.5 saatlik uzunluğuyla neredeyse hiç boş sahnesinin olmadığı Green Border, özellikle politik konulara daha steril ama vicdani bir açıdan bakmayı tercih edenlere rahatlıkla tavsiye edebileceğim bir film.

Can Ahmet Çelik‘ın diğer yazılarına bakmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.

The Deliverance: Güldürüye Yakın Kötü Bir Taklit

The Killer: Aynı Hikaye Farklı Ruh

Can Ahmet Çelik
Selçuk Üniversitesinde Radyo Televizyon ve Sinema bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitede aynı bölümde yüksek lisans yapıyor. Düzenli olarak okuyor, izliyor ve yazıyor.

The Deliverance: Güldürüye Yakın Kötü Bir Taklit

önceki yazı

Hellboy: The Crooked Man: Çizgi Romanlar Acı Çekiyor!

sonraki yazı

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

Bunlar da ilginizi çekebilir