Haim, Bastille, Chvrches, Orville Peck ve Diplo gibi önemli müzisyen ve müzik gruplarının kliplerinde yönetmenlik yapan, kariyerini bu alanda yönlendiren Austin Peters, sinemaya ilk adımını Skincare ile attı. Senaryoda Sam Freilich ve Deering Regan ile birlikte çalışan Peters, aynı zamanda Skincare‘in yönetmenliğini de üstlendi.
Geçtiğimiz ay Kanada ve ABD’de aynı gün (16 Ağustos) vizyona giren film, İngiltere prömiyerini ise 12 Ekim’de, BFI London Film Festival‘de yapacak. Başrolünde Elizabeth Banks‘in yer aldığı Skincare‘in oyuncu kadrosu da oldukça tanıdık isimlerle dolu. Lewis Pullman, Luis Gerardo Méndez, Michaela Jaé (MJ) Rodriguez ve Nathan Fillion gibi isimlerin de Banks‘e eşlik ettiği film, eleştirmenlerden de olumlu dönüşler aldı.
Bir Kere Düştüğünde, Ayağa Kalkmanı Engellerler
Ünlü estetisyen Hope Goldman’ın cilt bakımı işinin, rakibi Angel Vergara’nın caddenin karşısında bir butik açmasıyla sabote edilmesini anlatan Skincare, rekabete dayalı bir kaotik yapıya sahip. Kariyeri düşüşte olan ve tekrar tepede olmak için uğraşan Hope Goldman’ın, arkadaşı Jordan’ın yardımıyla birlikte, itibarını mahvetmeye çalışan kişiyi ortaya çıkarmaya çalışması ise filmin gerilim ve gizem unsurlarına yer açıyor.
Skincare‘e genel itibariyle bakmak gerekirse, aslında Hollywood’un rekabetçi karanlık yüzüne odaklandığı dile getirebilir. Eğer elinizde yeterli imkanınız, yarışabilecek gücünüz ve karşı koyabilecek iradeniz varsa, sahip olduğunuz itibarınızı zedelemekten kurtarabilir, düşüşe geçen kariyerinizi ise toparlayabilirsiniz. Fakat bu özelliklere sahip değilseniz, düşüsünüz en dibe kadar devam edecek demektir. Çünkü bir kere düştüğünüzde, ayağa kalkmanızı engellerler. Austin Peters‘ın Skincare ile oluşturduğu hikayenin temellerine inildiğinde de bunları görmek mümkün.
Film, tamamen karakter odaklı. Skincare‘in merkezine aldığı Hope Goldman’ın karakterizasyonunda güçlü olduğu kadar, zayıf yönlerine de parmak basılıyor. Hope’un “zamanının geçtiğine” dair olan düşünceleri ve çağa uygun, genç birine karşı rekabet edemeyeceğine dair korkusu ise zaaflarını oluşturuyor. Böylelikle de bu zaafların, Hope’u nasıl güçlü olmaktan alıkoyduğuna dair bir anlatım söz konusu.
İtibar Suikasti ve Santajın Gelebileceği Noktalar
Günümüzde insanlara iftira atmak, yalan haber satmak ve birine itibar suikasti yapmak inanılmaz kolaylaşıyor. Bilgi ve teknoloji dünyasının geldiği noktada, ünlü biri dahi olsanız güvende olmak zorlaşıyor. Skincare, sadece düşüşte olan, kariyerini toplamaya çalışan bir kadının meslektaşıyla girdiği rekabete değil, onu paranoyaya götüren etmenleri de başarıyla aktarıyor.
Yazılı, görsel ve kalıcı bir şekilde, itibar zedelemek amacıyla yapılan asılsız iddialar, Hope’u ve psikolojisini etkilerken, diğer yandan filmin evrildiği farklı temaların da başarıyla aktarıldığı görülebiliyor. Hope, bir yandan kendi kariyeri için tam karşısında açılan başka bir güzellik merkeziyle yarış haline girerken, diğer yandan ise asılsız iddiaların merkezinde kalıyor. Bununla birlikte hikayede, bir insanın yapmak zorunda kalabileceği, zor anlarda başvurabileceği seçeneklere gidiliyor.
Skincare, şantaj, iftira, karalama ve manipülasyonun, hali hazırda düşüşte olan bir kişiyi ne denli etkileyebileceğine dair bir olay örgüsü sunuyor. Bu olay örgüsünün içine yerleştirilen en önemli unsurlardan bir diğer ise seksistlik. Kadının zaafını gören, böylelikle de kadından yararlanabileceğini düşünen bir düzenin, günümüzde evrildiği ve evrilmeye devam ettiği noktalar aydınlatılıyor.
Bir “İlk Film” İçin Başarılı Olsa da Eksikleri Var
Film bittiğinde, benliğinizi, arkadaşlarınızın kim olduğunu, kimlerle iş yaptığınızı ve hayatınızda kimlerin tehlikeli olabileceğini dair kişisel bir sorguya girebilirsiniz. Bu da filmin başarılı olduğu en önemli nokta. Çünkü hikaye bazında, karakter odaklı ilerleyen bir anlatımda, Skincare‘in ele aldığı temalarda başarılı dokunuşlar olduğunu görmek mümkün.
Pervasız ve zor anlarda zekasını kullanamayan ünlü birinin, hayatının ne kadar kolay mahvedilebileceğine dair iyi bir örnek oluşturan filmin tek ve en büyük problemi ise son yarım saati. Ters köşeler, heyecanı tırmandıran gerilim anları, beklenmedik gelişmeler derken Skincare, olaylar bütününde yaratılan gizemini büyük ölçüde iyi kullanıyor. Fakat finale doğru öldürücü yumruğu atamıyor. Kaos artıyor, film iyice kaotik bir atmosfere bürünüyor ama gerçekten bu şekilde mi bitmeliydi? İşte bu soru işareti, ciddi bir eksiklik yaratıyor. Filmin finaline doğru senaryoda alınan çoğu karar, tahmin edilebilir ve sorgulanabilir hale geliyor.
Austin Peters‘ın ilk uzun metrajı olduğu göze alındığında, eksiklerine rağmen başarılı bir ilk film olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle de Elizabeth Banks‘in enfes performansı, Skincare‘e belli bir seviye artırıyor. Banks, olduğu ve yer aldığı her sahnede ışık saçıyor.
Ferit Doğan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar