Son yıllarda gerilim ve aksiyon türü işlerine tanık olduğumuz, İzlanda’nın önemli yapımcı ve yönetmenlerinden Baltasar Kormakur, son filmi Touch ile yönetmenliğinin ilk dönemlerine geri dönüyor.
Romantik bir yarım kalma hikayesini panoramik yapısıyla bize anlatan Touch‘ın başrollerinde, yönetmenin oğlu olan ve aynı zamanda Kristofer karakterinin gençliğini canlandıran Palmi Kormakur, İzlanda’nın önemli müzisyen ve oyuncularından Egill Olafsson, Koki ve Yoko Narahashi yer alıyor.
Film konusunu Olafur Johann Olafsson‘un “Snerting” adlı romanından alıyor. İzlanda’da yaşayan ve sağlık sorunları olan Kristofer, doktorunun artık hayatındaki yarım kalan işlerini halletmesi gerektiğini söylemesi üzerine, yıllar öncesinde kaybettiği bir arkadaşını bulmak için Londra’ya gider. Covid‘in baş göstermesi ve aradan 50 yıl geçmiş olması, arkadaşını bulmasının önündeki en büyük engeldir.
Aşk Odağında Oluşan Kayıplar
Baltasar Kormakur, kurmak istediği yapıyı ve hikayeyi başarıyla izleyiciye aktarıyor. Touch, anlatısı içerisinde dört başrole sahip ve hikayesini iki parçaya ayırıyor. Bunlardan ilki; Kristofer’ın ve Miko’nun gençlik yıllarındaki tanışma kısmı, diğeri ise Kristofer’ın Miko’yu bulmaya çalıştığı hikayenin gerçek zamanı olan yaşlılık kısmı. Kormakur, bu iki parçanın bütünlüğünü filmin çoğunluğunda iyi bir şekilde korumayı başarıyor. Högni Egilsson, filmin tonuna uygun sade müzikleriyle filmi besliyor. Touch, üç ayrı ülkede geçen katmanlı hikayesini, iyi bir sinematografiyle süslüyor.
Filmin nostalji unsurları, tanışma faslına uzun bir süre ayırmayı tercih ediyor. Bu durum filmin yaşlılık kısmı ve izleyici arasında tatlı bir köprü oluyor. Hikayenin gençlik kısmını oluşturan Palmi Kormakur ve Koki‘nin tatlı oyunculukları filmin ana dinamiğini oluşturuyor. Yönetmen Baltasar Kormakur, oğlunu filminde oynatma fikri hakkında şunları söylüyor;
“Şunu düşündüm: Kahretsin, şimdi bir sorunum var. O açık ara en iyi seçim. Her İzlandalı oyuncuyu kontrol ettik ve harikalardı, ancak bu rol için uygun değillerdi. Sonra kayırmacılığın işin içine dahil olabileceğini fark ettim.” “Hem İzlandaca hem de İngilizce olarak kendi duygularıyla ne kadar kolay bağlantı kurabildiğine şaşırdım, çünkü bu her zaman kolay değildir.”
Savaş ve Seçimler
Touch, savaşın bıraktığı hasarların talihsiz mirasını aşk üzerinden anlatmaya çalışıyor. İkinci Dünya Savaşı’nda Hiroşima’ya atılan atom bombası faciasının yarattığı sayısız hasarı, manevi bir boyutta olarak ele alıyor. Film içerisinde atom bombası sırasında Hiroşima ve Nagazaki’de bulunup hala yaşayanlar için kullanılan “Hibakusha” terimi bolca kullanılıyor. Kristofer’ın Hiroshima’ya trenin içinden baktığı sahnede, kül olan yerlerin yeniden yeşerdiğini, güneşin yeniden göle yansıdığı güzel manzaraları görüyoruz. Dünya kendini yeniliyor ve aldığı hasarları geri dönüştürebiliyor. Fakat insanın yaşadığı kayıpların ve hasarların vücuda bıraktığı somut ve soyut izlerin geri dönüşü, çoğu zaman imkansız oluyor.
Kristofer ve Miko’nun tatlı fakat buruk hikayesini seçimler ve kayıplar çevreliyor. İkilinin tanışmasına yol açan şey, Kristofer’ın okulu ve bulaşıkçılık arasında verdiği bir seçim oluyor. İkilinin ayrı düşmesine sebep olan şey ise Miko’nun babası Takahashi-san’ın verdiği ayrı bir seçim oluyor. Kristofer’ın realist olmayan bulaşıkçı olma kararının odağında aşk yer alırken, Miko’nun babası Takahashi-san’ın seçiminde ise savaşın yol açtığı travmalar yer alıyor. Miko’nun zor doğumu ve bir Hibakusha olmasının odağında fazla kalan Takahashi-san, Kristofer ve Miko’nun ayrılığına sebep olan unsur oluyor. İkiliyi filmin sonunda bir araya getiren şey ise Kristofer’ın kızına ve hastalığına dair kontrolleri olmasına rağmen Miko’yu görmek istemeyi “seçmesi” oluyor. Touch, çözüm kısmında hikayesini melodramla donatıyor. Fakat bunun tasvirinin savaş anlatısı üzerinden gösterilmesi ve boşlukların doldurulması filmin hikayesine derinlik katıyor.
Hikayenin Parçaları ve Cesaret Kavramı
Baltasar Kormakur, filmi iki parçaya ayırıp bütünlüğünü filmin genelinde korumayı başarıyor olsa da, hikayenin özellikle gerçek zamanı anlatan kısmı çoğunlukla sekteye uğruyor. Kristofer’ın motivasyonu ve olayların perde arkası için filmin sonuna kadar bekliyoruz. Bu bekleme, filmin ilgi çekici unsuru olsa da, gerçek zaman kısmında yaşananlar uzun bir süre hikayeyi besleyemiyor. Karakterlerin gençliğini oluşturan hikaye, her bir aşamasını bize yavaş ve derin bir şekilde anlatıyor. Fakat gerçek zamandaki hikaye, Kristofer Hiroshima’ya ulaşana kadar tempoyu olumsuz etkileyen bir unsur olarak kalıyor.
Film, cesaret kavramını bolca kullanıyor. Kristofer, yıllar sonra Londra’ya gittiğinde Miko ile tanışmasını sağlayan Japon restoranının artık bir dövmeci olduğunu görüyor. Dükkana girerek koluna cesaret kelimesini Japonca dövme olarak yaptırıyor. Yaşına, hastalığına, Covid‘e rağmen tüm cesaretiyle Miko’yu görmek için Japonya’ya kadar gidiyor. Kaldığı yeri öğreniyor, çiçeğini alıyor, zile basmak için duruyor fakat bir türlü son aşamayı atlayamıyor. Film, cesaret kavramının ölçüsüne ve en işlevsiz kaldığı haline güzel bir gönderme yapıyor.
Touch için, ilk bakışta geçen senenin en iyi filmlerinden Celine Song‘un yönettiği, Past Lives benzetmesi yapmak mümkün. Film, benzer konuya sahip bir yarım kalmışlık hikayesi olsa da, teknik ve anlatı açısından dilediklerini Past Lives kadar özgün ve etkileyici aktaramadığı aşikar. Baltasar Kormakur, birçok kültürle beslediği hikayesiyle zamanlar arası romantizmin büyüsünden fazlasıyla faydalanıyor. Farklı türlerde geliştirdiği filmografisinin çeşitliliğini artırıyor. Sinemasıyla büyüttüğü kavramlar olan hayatın birleştiriciliğini ve acımasızlığını çok tatlı bir ikili yaratarak sunuyor.
Ahmet Duvan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar