Matt Reeves‘in yönetmenliğinde 2022’de büyük bir başarı yakalayan ve yeni kurulacak olan DC Evreni’nden ayrı bir dünyada geçen The Batman filmi ile yeni kapılar açıldı. Bu da şu demek: Matt Reeves‘in The Batman evreni, sadece sinemada bir seriye dönüşmeyecek, aynı zamanda spin-off televizyon dizileriyle genişleyecek ve detaylandırılacak. Bu genişlemenin ilk meyvesi olan ve mini-dizi olarak planlanan The Penguin ilk 2 bölümü ile HBO üzerinden yayınlandı.
Gerek ilk bölümüyle, gerekse de ikinci bölümüyle reyting beklentilerinin de üstüne çıkan dizi, şimdiden yılın en çok konuşulan işlerinden biri olmayı başardı. Matt Reeves‘in yürütücü yapımcı olarak görev aldığı dizinin showrunnerlığını ise Agents of S.H.I.E.L.D. ve Impulse dizilerinin yapımcılığını yapan Lauren LeFranc üstleniyor.
Bu yazı The Penguen dizisinin ilk 2 bölümü hakkında spoiler içerebilir.
Bölüm 1: After Hours
The Batman‘de yaşanan olayların hemen sonrasında geçen The Penguin‘in ilk bölümü “After Hours”, Gotham’ın karanlık sokaklarına ve yeraltına dünyasına etkili bir giriş yapıyor. İlk olarak 1. bölümden genel olarak bahsedelim: Carmine Falcone’nin suikastı ve Gotham City’nin deniz duvarının yıkılmasından bir hafta sonra, Oswald “Oz” Cobb, Falcone’nin oğlu ve varisi olan Alberto Falcone tarafından, Iceberg Lounge’dan Falcone’nin değerli eşyalarını alırken yakalanır. Oz, Alberto’nun Falcone’nin uyuşturucu operasyonunu devrim niteliğinde değiştirme planlarını dinler. Oz, güçlü ve saygı duyulan bir mafya babası olma arzularını dile getirdiğinde, Alberto onu alayla karşılar ve bu, Oz’un aniden onu vurup öldürmesine neden olur.
Oz, Alberto’nun cesedinden kurtulmaya çalışırken, arabasının jantlarını çalan bir grup genç serseriyi korkutur. Korkuttuğu gençlerden kekeme olanı Victor Aguilar ise Oz’ın dikkatini çeker ve Victor’a kendisine yardım etmesi için baskı yapar. Oz, Falcone ailesinin kendi uyuşturucu operasyonunu devralmayı planladığını öğrenir. Ayrıca, Arkham Asylum’dan yeni serbest bırakılan Alberto’nun kız kardeşi Sofia Falcone ile karşılaşır. Oz, şehri terk etmeyi planlar, ancak annesi Francis’in teşvik etmesiyle fikrini değiştirir.
Oz, Blackgate Hapishanesi’nde Falcone’nin rakibi Salvatore Maroni’yi ziyaret eder ve uyuşturucu operasyonunu tekrar Maroni’nin kontrolüne geçireceğini teklif eder. Maroni başta tereddüt eder, ancak Oz’un Carmine’in Maroni’den aldığı yüzüğü geri vermesi üzerine fikrini değiştirir. Sofia, daha sonra Oz’u yakalar ve işkence eder, ancak Victor’un Maroni’nin ekibini suçlamak amacıyla düzenlediği sahte bir şekilde Alberto’nun cesedinin ortaya çıkmasıyla dikkatini kaybeder. Oz serbest bırakılır ve Victor ile birlikte Falcone suç ailesini ele geçirmek için plan yapmaya başlar.
The Penguin, The Batman Evreninin Heyecanını Canlı Tutuyor
After Hours genel hatlarıyla gerek olay örgüsüyle, gerek şaşırtıcı anlarıyla, gerekse de The Batman filminde yaratılan atmosferi dizide koruyabilme gücüyle izleyiciyi direkt olarak içine çekiyor. Sadece Oz’un yeraltı dünyasında kendine yer edinme mücadelesine değil, aynı zamanda psikolojik olarak iç dünyasındaki karmaşık ve güçlü kişiliğine de yer açılıyor. Oz’un sahip oldukları ve elde ettikleri kadar, arzuladığı şeyler de var ve bunun için neleri göz alabileceğine şahit oluyoruz.
The Penguin dizisinde Oz’ı bir nevi “underdog” olarak görüyoruz. Patronları, çalıştığı kişiler tarafından zorbalanan, mazlum görülen bir “kaybeden”. After Hours ise bunların yıkılacağına dair izlenimleri yavaşça empoze etmeye başlıyor. Oz’ın aile ve özellikle annesi konusundaki zaafı bir nevi direnç yaratıyor. Alberto Falcone’u öldürürken bundan haz alması, sonradan korkup kaçmak isterken annesinin ona söyledikleriyle cesaretlenip vazgeçmesi ve sokakları ele geçirmek istemesi, zaafın nasıl dirence dönüştüğünü gösteriyor. Bu direnç ise ona manipülatif bir güç sağlıyor. Victor gibi Gotham’ın karanlığında hayat mücadelesi veren, yeni fırsatlar için her şeyi yapabilecek bir çocuğu kendine çekerken de manipülatif gücünü kullanmaktan çekinmiyor.
Akıl oyunlarının başlangıcı da bu şekilde meydana geliyor. Oz, Sofia Falcone gibi Arkham’dan yeni çıkmış, kardeşinin yasını tutan ve son derece tehlikeli olan birinin zihnine girmek için uğraşmakla kalmıyor, herkesin kafasına girmek istiyor. Salvatore Maroni, Johnny Vitti ve Milo Grapa gibi kendinden yüksek yerde olan herkesi oyuncağı etmek isteyen bir deliye dönüşüyor. Bunu yaparken nasıl bir oyunun içinde olduğunu bilmesi ve kartları nasıl dağıtacağını her adımda öğrenmesi bu deliliğini korkusuz kılıyor.
Son tahlilde After Hours, The Batman ile ilk adımını attığımız bu dünyanın sokaklarına heyecan verici bir bakış sunuyor. Sadece mükemmel bir ilk bölüme değil, aynı zamanda The Batman evreninin sahip olduğu potansiyeli en iyi şekilde kullanmaya açık bir diziye ilk bakışı atıyoruz. Diğer yandan Riddler’ın yarattığı etkileri de kısa kısa anlarda gösteren The Penguin, kişisel hikaye dışında dışarıda olan bitenlere de hakim olmamızı sağlayarak, izleyicileri teorilerde bulunmaya da itiyor. Matt Reeves‘in tabiriyle, The Batman ile başlayan “Epic Crime Saga”, The Penguin ile güçlenmeye devam ediyor. The Penguin, The Batman evreninin heyecanını canlı tutuyor.
Bölüm 2: Inside Man
The Penguin‘in 2. Bölümü olan “Inside Man”, “After Hours” bölümünde kurulan olay örgüsünün sonuçlarına yol yaparken, Oz’ın planlarını ise bir sonraki basamağa taşıyor. Böylece The Penguin, yine heyecan verici bir bölüm ile karşımıza çıkıyor. Üzerine konuşmadan önce Inside Man‘in içeriğinden genel olarak bahsedelim ve neler olduğunu hatırlayalım:
Oz’ın kendisini suçlamasına öfkelenen Maroni, yine de ortaklıklarına devam eder. Oz’ın, Maroni’nin ekibi tarafından ele geçirilen bir Falcone sevkiyatına yardım etmesine izin verir. Bu sırada, Carmine’ın kardeşi Luca ise aileyi yönetmek üzere ortaya çıkar.
Oz ise annesi Francis’in demans hastası olduğunu öğrenir. Sofia da Alberto’nun ölümünden dolayı PTSD geçirir ve giderek dengesizleşir, ekibin içinde Maroni için çalışan bir köstebek olduğuna ikna olur. Alberto’nun cenazesinden sonra, babasının maaş bordrosunda yer almış emekli bir GCPD dedektifine rüşvet vererek soygunu araştırmasını sağlar. Dedektif, Maroni’nin adamlarından Ervad’ı kaçırır. Maroni’nin karısı Nadia ise Oz’u Ervad’ı bulması için görevlendirir. Oz, bu doğrtultuda ilk olarak Victor’a görev verir. Victor’un görevi, Falcone’nin bir alt patronu Johnny Viti’nin, Alberto’nun cinayetinden suçlanması için arabasına delil yerleştirmektir. Oz ise Ervad’a ulaşarak onun Viti’yi suçlamasını sağlayacaktır.
Ancak Victor delil yerleştirmeye çalışırken yakalanır ve zor da olsa kaçar. Oz, Ervad’ı bir sustalı bıçakla öldürür ve bıçağı Sofia’nın infazcısı Castillo’nun üzerine yerleştirerek onu köstebek olarak gösterir. Luca, Alberto’nun intikamını almak isteyen Sofia’nın talebini reddederek Castillo’yu infaz eder ve onu aile işlerinden men eder. Oz ise Victor’a Ervad ve Castillo için bir mezar kazdırır ve bir daha başarısız olursa onu öldürmekle tehdit eder. Oz daha sonrasında Sofia ile buluşur ve Sofia, Falcone ailesinin hiyerarşisini ortadan kaldırarak kontrolü ele geçirmek için Oz’a ortaklık teklif eder.
Akıl Oyunlarıyla Dolu Kedi-Fare Dinamiği
Inside Man ile birlikte, After Hours‘da ilk adımları atılan akıl oyunlarıyla dolu kedi-fare dinamiği harika biçimde işlenmeye devam ediyor. Oz, karmaşık ama zekice planlarını, değişen sadakatler arasına sızarak yayıyor ve büyütüyor. Gizem ve aldatma temaları içerisinde kurulan hikayede Oz, yavaş yavaş usta bir oyun kurucuya dönüşüyor. Artık Oz’ın, emellerini hangi noktalara taşıyabileceğini öğreniyoruz ve bu doğrultuda emin adımlar atmaya başladığını görüyoruz.
Oz’ın kişisel olarak ne kadar tehlikeli olabileceğini de kendine kanıtlaması gerektiği ortadayken, temelini attığı her planın karşılığını bulması ona daha çok özgüven aşılamaya başlıyor. En önemlisi ise en sıkıştığı anlarda dahi zekasının ne kadar kıvrak olabileceğine dair örnekler sunuluyor. Öyle ki kıvrak zekası onu sadece ölümlerden kurtarmıyor, aynı zamanda Oz’ın güven konusundaki kendi yerini de sağlama alıyor.
Oz artık sinsice suladığı toprağın üstünde durmuyor, oyun alanını genişletiyor ve Sofia Falcone’nin aklını ele geçirmeyi başarıyor. Sadece patronlar arası hiyerarşiye sızmıyor, Sofia’yı amcası Alberto’ya karşı doldurabilecek bir zekaya ulaşıyor. Sofia’nın zaaflarına da bu şekilde yer açılıyor: hırs ve mücadele. Aslında bu sadece Sofia’nın zaafları da değil. Inside Man ile Gotham’ın yeraltı dünyasındaki dinamiklerin de hırs ve mücadele ile değişeceğini de görüyoruz.
Bu bölüm ile birlikte The Penguin, acımasızlığın ve kan dondurucu olayların daha da artacağına zemin hazırlıyor ve kargaşanın varacağı yerleri büyütüyor. Oz sadece mafyaları birbirine düşürmekle kalmayacak, aynı zamanda aralarındaki en tehlikeli kişiye kartını oynayacak: Sofia Falcone. Ve Sofia’nın Arkham dışındaki “normal” bir hayata uyum sağlamak için verdiği mücadelede söylediği gibi: “I’m not safe. I’m home.“
The Penguin Beklentileri Karşılamayı Başarıyor
Özellikle Colin Farrell ve Cristin Milioti başta olmak üzere, tüm anahtar oyuncular, oynadıkları karakterlerle enfes uyum içerisinde. Ellerindeki iyi yazılmış senaryo sayesinde oyuncular, karakterlerine derinlik ve incelik katan müthiş performanslar sergiliyorlar. Fakat özellikle Farrell ve Milioti arasındaki kimya, gerilimi artırarak izleyicileri ekrana bağlıyor.
İlk iki bölüm, Gotham’ın yozlaşmış dünyasını ve ahlaki belirsizliklerini en iyi şekilde tasvir ediyor. Güçlü hikaye anlatımı sayesinde, karakterlerin motivasyonlarını ve geçmişlerini katmanlı bir şekilde keşfetmek, onların karmaşıklığını ve en önemlisi gerçekçiliğini artırıyor. Özellikle suç ailelerindeki kadın karakterlerin hikayeye doğal bir şekilde entegre edilmesi, anlatıda büyük önem taşıyor.
The Penguin, gerilim ve entrika dengesini sağlam bir çatıda kurması sayesinde, heyecan verici bir yolda ilerliyor ve izleyicilere sürükleyici bir yolculuk vaat ediyor. Dizinin özellikle atmosfer konusundaki başarısı yadsınamaz bir gerçek. Yüksek bütçeli bir sinema filmiyle yaratılan dünyayı, dizi bütçesi ile korumaya çalışmak çok zordur. Fakat bu zorluğun üstesinden kolaylıkla gelinmiş.
En büyük övgü ise makyaj ekibine olacak. Colin Farrell, filmde olduğu gibi yine efsanevi bir dönüşüm geçiriyor ve ekranda kusursuz duruyor. Bu övgünün aynısı elbette Farrell‘a da olacak. Filmde kısa bir süresi olduğu için dönüşümü geçirdikten sonraki sahneleri canlandırmak kolay olmasa dahi onu zorlamıyordu, The Penguin‘de ise merkez tamamen kendisi. Ekran süresinin bol olduğu tam 8 bölüm için bu dönüşüme dayandı. İnanılmaz zor bir işin üstesinden geldi. Muhteşem performansı ve sabrı için teşekkürler.
Ferit Doğan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar