Bu yıl Ankara Film Festivali üzücü bir haberle açıldı. Festival başkanı İnci Demirkol’un vefatından dolayı buruk bir şekilde festivalde matem havası bariz bir şekilde hissedildi. Ankara Film Festivali ise yurt içi festivallerin iyi filmleri ve orijinal kadın yönetmen seçkisiyle fark yaratmayı başardı. Bu yazıda izlenilen filmler hakkında kısa kısa yorumları bulabilirsiniz.
Kadın Yönetmenlerden Başarılı Filmler
Toxic
Litvanya’da zor şartlarda yaşamaya çalışan gençliğin model olup ülkeden kaçma hayalleri üzerine başarılı bir büyüme hikayesi sunuyordu. Özellikle ana karakteri canlandıran Vesta Matulye dikkat çekiyordu. İleride bu oyuncuyu pek çok filmde görme ihtimalimiz olduğunu düşünüyorum. Ana karakterin ailesiyle anlaşmazlıkları, yaşıtlarıyla toksik çatışmaları ve cinselliği keşfetme dönemi üzerine yeni şeyler söylemeyen film, eli yüzü düzgün ama belli sınırları aşamayan filmlerden biriydi. Coming of age türünde filmleri sevenler için takdir edilecektir. Bu arada bu filmin bu yıl Locorno’da en iyi ilk film ödülünü de aldığını belirtmek isterim.
Salve Maria
Her insan anne olabilir mi sorusunu soran Salve Maria, ana karakterinin bir roman yazarı olmasından dolayı hikayesindeki akışı bir polisiye – suç türüne benzer şekilde senaryosu ile farklılık yaratmaya çalışıyor. Başroldeki Oriol Pla, karakterin duygu değişimlerini ve fiziksel performans bölümlerini başarıyla canlandırıyor. Filmin her kademesinde merak unsurları ekmek kırıntıları gibi önünüze dökülürken, finali biraz daha iyi olsa bu yıl adından daha çok bahsedilecek bir filme dönüşebilirdi. Yine de hiç fena olmadığını söylemekte yarar var. Bu film de Locorno’da özel mansiyon almıştı.
Wild Diamond
Cannes Film Festivali’nde ana yarışmada yarışan bu ilk film, nedense adından çok bahsettiremedi. Ana karakteri Liene’in reality şov seçmelerine katılıp sosyal medyada popüler olma heyecanını anlatan film, günümüz gençliğinin birebir yansımasını karşımıza sunuyordu. Herkesin ünlü ve zengin olmayı hayal ettiği günümüzde, karakterin fiziksel görünüşüyle popülerliği kazanacağını düşünmesi, muhtemelen benzer yaşıtlarının düşüncesinin yansıması gibiydi. Filmin baştan sonra tespitleri harika olsa da film finalinde tüm anlatılanları toplum eleştirisine dönüştürmek yerine olumlaması belki de filmin pek de ilgi görmemesine neden oluyordu. Modern çağın Rosetta’sı diyebileceğimiz film, benzettiğimiz film kadar ne yazık ki başarılı değildi. Yine de seyir zevkiyle kitlesini tatmin ediyordu.
The Balconettes
Alev Almış Bir Genç Kadının Portresi’nin başrollerinden Noemie Merlant bu sefer filmde oynarken, yapımın yönetmenliğine de soyunmuş. Hafif bir geceyarısı çılgınlığı diyebileceğimiz film, ana karakterlerini farklı tiplemelerle şekillendirirken, üç ana karakterinin de erkeklerle ilişkisini feminist bir bakış açısıyla ele almayı tercih ediyordu. Ana hikaye dışında yan hikayeleriyle biraz dikkat dağıtsa da, kanlı sahneleri ve fantastik öğeleriyle bu yılın en özgün filmlerinden biriydi dersek yanılmayız.
Korku – gerilim tarzı olarak çekilen film, bu türlerden bağımsız komedi ve dram arasında gitmesiyle beraber hiçbir türün beklentilerini tam karşılayamıyordu. Her şeyden biraz formülü bir yere kadar idare ediyordu. Özellikle senaryonun belli noktalarda absürt doneler seçmesi ve harika yakaladığı noktaları geliştirememesi nedeniyle seviyesini beklenen ölçüde atlayamıyordu.
When It Melts
Belçika’nın belki de en iyi kadın oyuncusu Veerle Baetens, bu sefer yönetmenlik koltuğunda otururken son derece olgun bir sinema ile karşımıza çıkıyor. Çocukluk travmalarının bir insanın hayatını nasıl şekillendirdiği üzerine karnınıza bir yumruk savuruyor. Film telaşsız bir şekilde hikayesini anlatırken, senaryosunda her hamlesinde bir katman oluşturuyor. Bu katmanları da finalde iyi bir şekilde harmanlamayı başarıyor. Bu seneki seçkideki en iyi film olarak öne çıktığını söyleyebiliriz.
April
Bu yıl Venedik Film Festivali’nde yarışıp Jüri Özel ödülüyle ayrılan April, yönetmen Dea Kulumbegashvili’nin ilk filmi Beginning’ten sonra merakla bekleniyordu. Toplum baskısının insanlar üzerinde etkisi ve kürtaj konusundaki bakış açılarını yer yer etik üzerinden, yer yer de ahlaki düzlemi üzerinden anlatan yapım, özellikle hamile kadın bedenindeki bir ucube üzerinden hikayesine metaforik anlamlar yüklemeye çabalıyordu. Kadının yalnızlığı ve cinsel dürtülerinin eksenindeki hareketi, Gürcü toplumundaki erkek hegomonyasının boyunduruğu altında ezilirken, kadının yine değerinin olmadığı bir coğrafya portresi çizildiğini söylemek mümkün. Düşündürücü ve yer yer iyi çekilmiş sahneleriyle başarılı bir slow burn dram denilebilir.
Dünya Sinemasından Farklı Örnekler
Shahid
Kino Film Fest bünyesinde gösterilen Shahid filmi, filmin başrol oyuncularının katılımıyla gerçekleştirildi. Narges Kalhor’un kendi yaşadıklarından uyarladığı bu yapı bozumcu film, belgesel ve kurmaca arasında gidip gelmesiyle ve zikri andıran dans koreografileriyle adeta İran’ın tarihsel değişimini ve kadına bakışını özgün bir şekilde karşımıza çıkarıyordu. Bu yıl Berlin Film Festivali Panorama bölümünde en iyi ilk film ödülüyle dönen Shahid, bir yandan da Almanya’da göçmen olmanın zorluklarını mizahi açıdan ele almayı tercih ediyordu. Tarz olarak biraz kaos sinemasını ve her şeyden biraz akımını benimseyen film, bu yılın görülmeye değer yapımlarından birisiydi diyebiliriz.
Marcello Mio
Cannes Film Festivali’nde yarışan yeni Christophe Honoré filmi, yönetmenin önceki filmlerine nazaran daha farklı bir yapım olarak dikkat çekiyordu. Marcello Mastroianni’ye baştan sona bir saygı duruşu olan film, gerçek hayattaki kızı Chiara Mastroianni ve diğer tüm kişiliklerin kendini oynadığı tuhaf ve bir yandan da şiirsel olmayı başaran yarım mutluluk sağlayan bir denemeydi. Özellikle ünlü oyuncunun İtalya’nın en büyük oyuncusu olmasına rağmen yönetmenin Fransız olmasından kaynaklı, Fransa’daki sahnelerinde anlamsızca vakit kaybeden bir senaryoya sahipti. Ancak Chiara’nın babasını muhteşem canlandırıp aurasını birebir yansıtması da takdire şayan bir performans örneği olarak aklımızda kaldı diyebiliriz.
35. Ankara Film Festivali birbirinden özgün yapımları ve yetenekli kadın yönetmenleriyle bu yıl da sinemaseverlere dolu dolu bir program sundu. Haktan Kaan İçel’in değerlendirmeleriyle ele alınan bu seçkide, izleyicilere farklı coğrafyalardan güçlü hikayeler sunan birçok film yer aldı. Festivalin ardından geriye, zengin film deneyimleri ve sinemanın birleştirici gücüne dair derin izler kaldı.
Haktan Kaan İçel’in, diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar