0

Yakında sadece küllerin ya da kemiklerin kalacak. En fazla bir isim olarak hatırlanacaksın—o da en nihayetinde bir ses, bir yankıdan ibaret.

Marcus Aurelius

Ridley Scott‘ın kültleşmiş yapıtı Gladiator‘ın ardından yıllar sonra gelen devam filmi Gladiator II, izleyiciyi Roma İmparatorluğu’nun ihtişamına geri çağırıyor. Önceki filmin sert ve etkileyici atmosferini yeniden canlandırmaya uğraşan Gladiator II bu evrene yeni bir soluk getirmeye çalışıyor. Bununla birlikte, çoğu kılıç ve sandalet filminde olduğu gibi anlatılmış en eski hikayelerden birisini konu alıyor.

Filmin değerlendirmesine geçmeden önce, İstanbul ve Ankara’da yeni Lazer IMAX salonlarında düzenledikleri ön gösterimlere bizleri davet ettikleri için World Cinezone ailesine içtenlikle teşekkür ederiz.

Gladiator II Film İncelemesi Arakat Mag

Tüm Yollar Roma’ya Çıkar

Ridley Scott, asla tam olarak vazgeçemediğim bir yönetmen. Geçen sene çıkmış olan Napoleon faciasının ardından, favori yönetmenimden kopmuş gibi hissediyordum. Bu nedenle çeyrek asır sonra gelecek olan Gladiator II, beni pek fazla heyecanlandırmadı. Fragmanlarını izlemeyi reddettim, izlediysem de hemen aklımdan sildim, haberlerini takip etmedim. Kendimde, bu filmle ilgili olumsuz olacağı yönünde bir beklenti oluşturdum kısaca. Günün sonunda buradayım, bu incelemeyi yazıyorum ve filmden çok keyif aldım.

Gladiator II, hiç kuşkusuz Lucius Verus (Paul Mescal)’un kaderini paylaşıyor. İlk filmden 16 yıl sonra, Maximus (Russell Crowe)’un mirasının gölgesinde kalan Lucius’a benzer şekilde, Gladiator II de ilk filmin gölgesinde kalıyor. Bu mirasın altında ezilen sürgün prens, terk edilmiş halde, kendisini hem yaratan hem de ona ihanet eden şehri yok etmeye kararlı öfkeli genç bir adama dönüşmüş. Filmin ilk yarısı, bu anlamda karakteri yeterli şekilde kurduğunu söyleyebilirim. Romalılar’ın “kötü adam” olduğunu, Marcus Acacius (Pedro Pascal) üzerinden tektipleştirmeden vurguluyor. Tarihte ahlaki yargı yoktur elbette, fakat karakterin motivasyonları ve filmin yapısı gereği bu gerekliydi. Bununla birlikte, İmparator Caracalla döneminin de istikrarsızlık ve şiddetle anılan bir dönem olduğunu hatırlatmak gerekiyor.

İmparator Caracalla (Fred Hechinger) ve küçük kardeşi İmparator Geta (Joseph Quinn), filmde ciddi bir yer kaplıyorlar. İlk filmde, Joaquin Phoenix‘in ikonik İmparator Commodus performansına söyleyecek sözüm yok. Buna karşın, Fred Hechinger ve Joseph Quinn‘in performansları biraz yapay, yer yer de parodi gibi hissettiriyor. Bunun bir performans sorunu olduğunu kabul etmekle birlikte, karakterizasyonların da çok eski hissettirdiğini söylemem gerekiyor. Efeminen kötü karakterler karşısında güçlü ve yiğit savaşçı, biraz modası geçmiş ve yüzeysel bir tercih kesinlikle.

Marcus Aurelius’un Rüyası

Anlatıda bol bol vurgusu yapılan bir “Roma Rüyası” var. Bu aslında bir rüya değil, bir geri dönüş hasreti olarak da tarif edilebilir. Filmde anlatılmayan 16 yıllık zaman diliminde Beş İmparator Yılı yaşanacak, imparatorluk bir siyasi istikrarsızlığa girecekti. Marcus Aurelius’un bu rüyası, ilk filmin yan odaklarından biriyken ikinci filmin temelini oluşturuyor. Roma’da yeniden bir cumhuriyet ilan etmenin rüyası.

Bu noktada, Boris Johnson‘ın “The Dream of Rome” (2006) kitabını incelediğimde, daha önce de üzerine düşündüğüm bazı içgörüler kazandım. Kitapta Roma İmparatorluğu’nun nasıl kültürel anlamda insanları bir araya getirdiğini fakat Avrupa’nın bunu yapamadığını inceliyordu. Johnson, bunu bürokrasi ve ekonomiye bağlıyordu fakat ben böyle düşünmüyorum. Filmin iç anlatısı, benim aksi düşüncemi destekler nitelikteydi bu noktada: Kültürel harmanizasyon. Lucius Verus, çocukluğunu imparatorluğun başkentinde ve genç-yetişkinliğini ise Numidya’da geçirmiş bir karakter olarak, tam anlamıyla bir sentezdi. Bu kağıt üstünde harika bir karakterizasyon olsa da uygulanışı oldukça kıt ve gözden kaçıyor.

Roma rüyası anlatısı, klişe intikam hikayesinin altında saklanıyor. Pedro Pascal‘ın başarıyla canlandırdığı Acacius, özlemi çekilen o eski ve mütevazı imparatorların bir yansıması gibi bir karakter; fakat tıpkı Marcus Aurelius gibi, o da başarılı olamıyor. Bu anlatının neden bu kadar vurgulandığı üzerine daha çok düşünebilirim. Ridley Scott bilinçaltında, kendisinin en iyi dönemine ya da İngiltere’nin güncel durumuna yönelik bir çağrışım kuruyordur belki de. Bunun cevabını vermek zor, çünkü hiçbiri doğru olmayabilir.

Bu senaryo doğruysa eğer, ciddi sorunlar baş gösteriyor. Pedro Pascal, kolaylıkla imparator olabilecek popülerliğe sahip bir general. Filmin başından itibaren bize sempatik gösterilmek için bin dereden su getiriliyor. Filmin odağı olmayabilirdi fakat sadece Lucius Verus’a motivasyon olması için harcanan bir karakter olması hoş değildi. Buna gerek de yoktu, çünkü Connie Nielson‘ın canlandırdığı Lucilla karakteri bu işi görüyordu.

Denzel Washington

Kırık Kılıçlar ve Oyunculuklar

Bu noktada bir de Denzel Washington için bir başlık açmasak olmaz. Film daha çıkmadan Gladiator II‘deki performansı göklere çıktı. Bu övgülerin, bana göre büyük bir oranını karşılamış bir performans var karşımızda. Denzel Washington kişisel karizmasıyla karakteri inşa ediyor. Filmin büyük bir kısmı boyunca basit entrikalarıyla, izlemesi keyifli bir karakter ortaya çıkarıyor. Bir diğer açıdan, köle olarak başlayan serüveni, neredeyse Roma’nın imparatoru olmaya doğru gidiyordu. Bir diğer Roma rüyası vizyonunu, kendisinden esirgenen her şeyi kazanma öfkesi taşıyan Macrinus da paylaşıyor. Ödül törenlerinde kesinlikle aday olacak bir performans var karşımızda.

Bütün övgüler bir kenara, Connie Nielson‘ın performansı bir kenara. Bunu iyi anlamda da söylemiyorum. Bir kez daha merhum imparator Marcus Aurelius’un kızını canlandıran Connie Nielson, gerçekten vasat altı kalıyor. Bu, sadece ve sadece onun suçu da değil. Lucilla karakterinin filmdeki rolü, süresinin aksine o kadar dar ve sınırlı ki, herhangi bir oyunculuk şansı bulamıyor. Uzun zamandır izlediğim en bayağı, en çağdışı kadın karakterlerden biriydi sanırım.

Bir diğer yergi de Paul Mescal‘e geliyor. Oyuncu, bundan öncesinde Lenny Abrahamson‘ın yönettiği Sally Rooney romanı Normal People‘ın uyarlamasında başrol oynadığı Connell rolüyle tanınıyordu. Paul, Connell rolüyle 2021 BAFTA TV Ödülü’nü kazandı. Bununla birlikte Andrew Scott, Claire Foy ve Jamie Bell ile birlikte All of Us Strangers filminde rol aldı ve bu filmde BAFTA Film Ödülü’ne (En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu) aday gösterildi ve 2024’te IFTA (Yardımcı Rol – Film) ödülünü kazandı. Kendisinin aynı zamanda iyi bir tiyatro oyuncusu olması nedeniyle, gümbür gümbür gelen bir genç yetenek olduğunu söyleyebiliriz. Gladiator II‘deki performansı ise sanırım şu ana kadar izlediğim en kötü Paul Mescal performansıydı. Fiziksel gereksinimleri başarılı şekilde karşılamış, fakat oyunculuğu bir parodi gibi hissettiriyor. İlk filmdeki Russell Crowe‘un performansının yarısı bile yok.

Gladiator II Film İncelemesi Arakat Mag

Güç ve Onur: Çeyrek Asır Sonra

2000 yılında çıkmış Gladiator, teknik anlamda övgü alan bir yapımdı. İlk film, En İyi Görsel Efekt de dahil olmak üzere beş Akademi Ödülü kazamıştı. Bu manada, Industrial Light & Magic’in Özel Efekt Süpervizörü Neil Corbould hakkında konuşmak gerekiyor. Kendisinin Ridley Scott ile uzun bir geçmişi var. Gladiator da dahil olmak üzere Napoleon, The Martian, Alien: Covenant filmlerinde kendisinin imzası mevcut. Bu nedenle Ridley Scott‘ın güvendiği, benim de çoğu işini başarılı bulduğum bir isim. 

Scott 2000 yılında bir gergedana karşı insan sekansı sahnelemek istemiş ama gerçek bir gergedanla yapmak çok tehlikeli ve CGI ile yapmak da o zamanlar çok pahalıymış. Hiçbir zaman çekilmemiş olmasına rağmen, sekansın CGI testi filmin DVD sürümünde yer aldı ve Gladiator hayranları arasında bir efsane haline geldi. Corbould, konu hakkında:

Gergedan dövüşünün bazı eski storyboard’larını buldum. Bu film hakkında konuşmak için Ridley ile oturduğumda, ‘Sana göstermem gereken bir şey var’ dedim ve onları çıkardım. O da ‘Bu sefer yapalım’ dedi.

Gergedan, pratik efekt ve CGI’in başarılı bir kombinasyonu olmuş. Protez Tasarımcısı Conor O’Sullivan ve Corbould‘un ortak eseri, filmin yükseldiği noktalardan biri gerçekten. Buna karşın, filmin tamamını görsel efekt anlamında başarılı olduğuna dair hala kesin yargılarım yok. Filmin ilk çeyreğindeki savaş, oldukça hoşuma giden detaylar içeriyordu. Kuşatma silahları, kalyonlar, kostümler, şehir tasarımlarını oldukça beğendim. Tarihsel gerçekçiliğe, bu anlamda dikkat etmek, izleyiciyi filmin içine daha çok sokuyor.

Teknik anlamda beğenmediğim sahnelerin başında da Kolezyum içinde gerçekleştirilen gemi savaşı yer alıyor. Sahnenin CGI’i, size 2000’lerdan ucuz bir film izlediğinizi hissettirecek kadar kötüydü. Üstelik blockbuster bir film çekmek uğruna, izleyiciyi filmden bu kadar koparmak, çok yanlış bir hareket. Romalılar’ın Kolezyum içine su doldurup, gemi savaşları yaptığı doğru, fakat filmin geçtiği dönemin yaklaşık 120 yıl sonrasında. Bunun nasıl yapıldığı da hala bir soru işareti olmakla beraber, kesinlikle filmin gösterdiği absürtlükte olmadığına eminim.

Gladiator II Film İncelemesi Arakat Mag

Görüntüde Köklere Dönüş

İlk filmin ardından John Mathieson, Gladiator II için bir kez daha görüntü yönetmenliği koltuğuna oturuyor. Ridley Scott, önceki 6 filminde beraber çalıştığı Dariusz Wolski ile yolları ayırmış. Bunun ne kadar doğru bir karar olduğu, biraz sorgulanmalı diye düşünüyorum. Wolski‘nin kullandığı soluk renkler, Ridley Scott‘ın filmlerine gerçekten yakışıyordu. Buna rağmen, şunu da kabul etmek gerekiyor ki, Roma döneminde geçen bir filmde soluk renkler kullanamazsınız. Bu anlamda John Mathieson‘ın tercih edilmesi, tecrübesi itibariyle de doğru bir karar olmuş.

Kendisinin açıklamaları, bu noktada bize bazı içgörüler veriyor aslında. Mathieson çekim sırasında görüntü yönetmeni ile yönetmen arasında çok az konuşma geçtiğini söylüyor.

Ben süslü bir şey yapmam. Işıkları ve kameraları doğru pozisyonlara yerleştiririm. Bazı insanlar sette birbirimize mırıldandığımızı ve homurdandığımızı iddia ediyor. Ama görüntü hakkında konuşmamıza gerek yok. Bunu daha önce de yaptık. Neyi sevdiğini biliyorum, ne beklendiğini biliyorum ve iyi görünmesi gerektiğini de biliyorum. Her şey kalite ve zanaat meselesi.

Mathieson‘a göre sonuç, Scott‘ın araştırmalarından bildikleri ile görüntü için doğru olduğunu düşündüklerinin bir karışımı.

Bu şekilde transparan elbiseler içinde tanrıçalar, güzel mermer işçiliği, gösterişli mobilyalar, abartılı şölenler ortaya çıkmış. Klasik Roma estetiğinin yanı sıra, Viktorya dönemi Ön-Rafaelitlerinin romantikleştirilmiş neoklasik işlerine de atıf yapmışlar. Uzmanı olmadığım konulara girdiğimden, ne kadar başarılı oldukları günün sonunda göz zevkimize kalmış.

Gladiator II Film İncelemesi Arakat Mag

Müzikler ve Sirkler

2000 yılındaki Hans Zimmer ve Lisa Gerrard işbirliği, çok ikonik bir sonuçtu. “Now We Are Free” ve “Elysium” gibi parçalar, yıllarca en iyi film müzikleri içinde kendilerine yer buldular. Bu nedenle Gladiator II‘de en azından hatırlayabileceğim 1-2 parça bekliyordum. Besteci Harry Gregson-Williams, Ridley Scott ile daha önce işbirliği yapmış biri. Kimse Hans Zimmer‘ı taklit etmesini beklemezdi fakat benim hatırladığım işlerinde, müzikler hep aklımda kalmıştı. Bu sefer öyle olmadı, aksiyon sahnelerinde çalan birkaç tıngırtı hariç, sanki müzik yok gibiydi.

Gregson-Williams konu hakkında, Ridley Scott‘ın “açık bir kitap” olduğunu söylüyor. Scott, dediğine göre, kendisini belirli bir tarafa yönlendirmemiş ve deney yapma özgürlüğü sunmuş. Son çıkan işe baktığımızda, Ridley Scott, daha yönlendirici olsaydı iyi olurdu diye düşünüyorum. Bazen çok yaratıcı insanların bile yönlendirmelere ihtiyacı oluyor. Buna karşın, Shrek ya da Metal Gear Solid gibi serilerin müziklerinden sorumlu kişi olarak Gregson-Williams‘a özgürlük tanınmasını da anlayabiliyorum.

Filmde kullanılan enstrümanların araştırılma süreci ise bambaşka bir konu. Bunu övebilirim. Hikayenin geçtiği dönemde kullanılan tonla enstrüman varmış. Bununla ilgili detayları araştırdıkça, seslere daha çok kulak veriyorsunuz. Bu nedenle ikinci izleyişimde, ki kesinlikle izleyeceğim, bu sefer ses tasarımına ve müziklere dikkat edeceğim.

Yapımcı Lucy Fisher, sinemaya gitmenin en büyük zevklerinden biri “kendinizi hikâyeye kaptırmaktır.” diyor. Bu doğru olmakla beraber, Gladiator II için geçerli mi emin değilim. Hikaye hiçbir noktada heyecanlandırmıyor, sahneler arası bir hissiyat kaybı var. Bunun en büyük nedeni de filmin çok büyük oranda bir reboot olmasıdır. Bu nedenle, teknik anlamda ne kadar üstün olursa olsun, asla ilkinin büyüsüne sahip değil. Napoleon‘un aksine, çok daha ortalama ve izlenmeye değer bir film. Ridley Scott‘ın düşüncesinin aksine de Gladiator II, onun en iyi filmi değil.


Uğurcan Çağlayan‘ın diğer yazılarını da okumak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.

The Penguin: Gotham’ın Suç İmparatorluğu

The Wild Robot: Büyümek ve Annelik Üzerine

Uğurcan Çağlayan

35. Ankara Film Festivali Değerlendirmesi

Previous article

Köpekle Kurt Arasında: İçsel Çatışmaların Gölgesinde Özgürlük Arayışı

Next article

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

You may also like