Apartment 7A, Roman Polanski‘nin kült eseri Rosemary’s Baby filmine prequel olarak karşımıza çıkıyor. Filmin hikayesi Rosemary’s Baby‘nin de uyarlandığı Ira Levin‘in aynı adlı romanına sadık kalıyor. Apartment 7A‘nın yönetmenliğini genç bir isim olan Natalie Erika James (Relic, 2020) üstleniyor ve yönetmenin filmografisinde ikinci uzun metraj filmi oluyor. Filmin yapımcıları arasında ise John Krasinski, Michael Bay ve Brad Fuller gibi ünlü isimler bulunuyor. 27 Eylül 2024 tarihinde direkt olarak Paramount+ platformuna eklenen filmin prömiyeri bir hafta öncesinde meşhur Fantastic Fest’te gerçekleştirilmişti. Apartment 7A şimdiden Rotten Tomatoes ve Metacritic’de olumsuz eleştirilerin kurbanı oluyor.
Rosemary’den önce Terry vardı…
Terry, hayatındaki tek tutkusu dans olan bir dansçıdır. Ancak bir gün gösteri esnasında ciddi bir sakatlanma geçirir ve tam olarak iyileşemediği için hiçbir şova dansçı olarak giremez. Hayatı bitme noktasına gelen Terry fenalaştığı gün Castevet ailesiyle ve meşhur Bramford apartmanıyla tanışır. Minnie ve Roman Castevet, Terry’e kucak açar ve onu kızları gibi sahiplenirler. Başta her şey Terry için rüya gibi olsa da kısa sürede Castevet ailesinin ve apartmanın diğer elit kiracılarının şeytani bir planları olduğu ortaya çıkacaktır.
Neredeyse Bir Rosemary’s Baby Remake
Apartment 7A‘nın prequel oluşu Rosemary’s Baby ile tanıdığımız Castevet ailesinin ve Bramford apartmanının geçmişine dair ilgi çekici ve bilinmeyen bilgiler sunacağı umudu yaratıyor fakat senaryo kısa sürede umudumuzu kırıyor. Film yalnızca, Rosemary’nin hemen öncesinde yer alan ve hatta Rosemary’s Baby‘de Rosemary ile de tanışan Terry’nin yaşadıklarını anlatmayı tercih ediyor. Bunu da konfor alanından çıkmadan güvenli sularda yüzerek gerçekleştiriyor. Hatta Rosemary’s Baby‘de Hutch karakteri sayesinde biraz açıklığa kavuşan Roman karakterinin ve apartmanın geçmişine burada neredeyse hiçbir şekilde değinilmiyor.
Yalnızca sıradan bir rahibenin klişeye kaçan uyarılarıyla kalburüstü bilgi veriliyor. Rosemary’s Baby‘de yaşananları ve onun iyi yaptığı şeyleri alıp Dansçı Terry’e başarılı bir şekilde uyarlıyor. Bir noktadan sonra iyi bir Rosemary’s Baby remake’i gibi hissettiriyor. Filmin finaliyle direkt olarak öncülüne bağlanması başta hoş bir detay gibi gözükse de Rosemary’s Baby‘i hatırlayanlar için mantık hataları ve boşluklar meydana geliyor. Finaldeki bağlantıdan önce Terry ile Rosemary’nin karşılaşması eksik kalıyor.
Ne umduğumuz, ne bulduğumuz ile ilgili olarak filmin niteliği değişiyor. Filmin tıkır tıkır işleyen bir senaryoya sahip olduğu, seyir keyfinin ve akıcılığın yüksek olduğu ve orijinal filme/kitaba sadık kaldığı bir gerçek ancak bütün sıkıntı yarattığı beklentiden kaynaklanıyor. Tek başına ortalamanın bir tık üstünde bir film olmayı başarıyor. Korku yönünden zayıf kalsa da gerilimi çok iyi bir şekilde başından sonuna kadar taşıyor.
Korkunun Estetize Edilişi
Apartment 7A her ne kadar Rosemary’s Baby‘e çok benziyor olsa da kendince farklı ve iyi yaptığı şeyler de yok değil. Özellikle Terry’nin dansa olan tutkusu filmin tamamına nüfus ediyor. Hem Castevet ailesinin Terry’i ellerinde tutabilmeleri için bir sebep oluyor hem de filmin korku yönünün estetik sunumuna katkı sağlıyor.
Henüz filmin başındayken sahne ile hastane arasındaki etkileyici sahne geçişiyle estetik kaygılar güdülen bir yapım olduğunu kanıtlıyor. Midsommar‘daki meşhur odadan uçağa geçiş numarasını andırıyor. Özellikle Terry’nin Şeytan tarafından tecavüze uğradığı büyük ayin sahnesi uçuk bir müzikal rüya olarak sunuluyor. Şeytan ise parıltılı taşlarla kaplı ironik bir tasvirle yer alıyor. Neon Demon (2016) ve Joker (2019) filmlerinin gerilim ile korkuyu estetize sunumlarını akıllara getiriyor. Korkuyu dans ve şov ile birleştirerek estetik bir biçimde sunma çabası doğal olarak filmin sinematografisini de olumlu yönde etkiliyor. Akılda kalıcı ve tatmin edici birkaç sahne ile film/yönetmen kendi imzasını atmış oluyor.
Final sahnesiyse büyük oranda Rosemary’s Baby‘nin sonuna benziyorken Terry’nin boş vermişliği ve son kez dans ederek veda edişiyle yine estetize edilmiş bir hale geliyor. Sonundaki karşılaşmanın benzer oluşu apartmandaki şeytani sürecin bir döngü olması nedeniyle rahatsız etmiyor.
Minnie Castevet karakteriyse Terry dışında filmin parlayan yönlerinden birisi oluyor. Oyuncunun performansını bir kenara koyduğumuzda kitaba fazlasıyla sadık kalan ve güçlü uyarlanmış bir karakterle karşılaşıyoruz. Polanski‘nin Rosemary’s Baby filmindeki Minnie’nin aksine fazlasıyla rahatsız edici, iç gıcıklayıcı ve anaç ancak şeytani tatlılığınla işini yürüten bir Minnie sunuluyor. Keza Roman karakteri de gayet başarılı ancak parlayan Minnie oluyor.
Başrollerin Olumlu Etkileri
Filmi ortalama üstü bir seviyeye taşıyan, tıkır tıkır işleyen senaryonun başarılı performanslarla sunumu oluyor. Baş karakter Terry’i canlandıran Julia Garner, son dönemin yükselen genç oyuncularından birisi olarak bir kez daha kendini kanıtlıyor. Hatta Mia Farrow‘un Rosemary’sinin altında kalmayan bir performans bile sergiliyor denilebilir. Terry karakterinin acizliğini film boyunca güçlü bir biçimde yansıtıyor. Bir diğer parlayan yıldız ise Minnie karakterine hayat veren efsane oyuncu Dianne Wiest oluyor. Rosemary’s Baby filmindeki Minnie’yi aşmayı ve film boyunca fazlasıyla rahatsız edici olmayı başarıyor. Hem iyi yazılmış bir karakteri oynuyor hem de bu karakteri ustalıkla oynuyor. Filmin diğer karakterlerini canlandıran oyuncular da yeterli düzeyde performanslar sergiliyor olsalar da Julia Garner ile Dianne Wiest öne çıkan isimler oluyorlar.
Apartment 7A remake gibi hissettiren bir Rosemary’s Baby prequel olarak Paramount+ platformunda yerini alıyor. Kitaba ve orijinal filme fazlasıyla sadık kalmasıyla, etkileyici başrolleriyle, kendine özgü estetik sahneleriyle ve yağ gibi akan senaryosuyla ortalamanın bir tık üstü bir yapım oluyor. Fakat ne yazık ki Rosemary’s Baby‘den farklı bir hikaye bekleyenleri veya Rosemary’s Baby‘de değinilmeyenler kısımlara daha derin bir biçimde değinilmesini bekleyenleri hüsrana uğratacak gibi gözüküyor. Sizlere tavsiyem güçlü ancak benzer bir başka Rosemary izleyeceğinizi bilerek keyif almanız olacaktır.
Buğra Mert Alkayalar‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar